Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (100)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 100. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Hafıza kartı elimdeydi. İçinden ne çıkacağını bilmiyordum. Kalbim heyecandan deli gibi atıyordu. Hem merak ediyordum hem de korkuyordum. Nurcan’ın söyledikleri geliyordu aklıma sürekli. (Bunlara bakıp bakmamak senin elinde, ama sonuçları seninle ilgili olacak!) demişti Nurcan.

Refiye’nin laptopunu masanın üzerine koyup açtım. Refiye ölen kocası ve çocukları ile çektirdiği bir resmi masaüstü resmi yapmıştı. Her ne kadar ölen kocasına saygısından dolayıdır dediysem de, bu resmi görmek canımı sıktı. Yarın akşam nikâhlı karım olacaktı, ama o ölen kocasının resmini bu şekilde kullanıyordu. Belki de onu halen seviyor ve unutamıyordu.

Eski bir resimdi belli ki, Ceren ve Ceyhun çocuktular resimde. Belki de 10 yıl öncesine aitti bu resim. Bir deniz kenarında durmuştu hepsi ve neşe ile gülümsüyorlardı. Refiye çocuklarının ellerinden tutmuş, kocası ise onun beline sarılmıştı. Refiye’nin üzerinde memelerinin çatalını olduğu gibi belli eden bir ip askılı bluz vardı. İnce, dizlerinin üzerine gelen çiçekli bir etek giymişti. Arkadan vuran güneşin etkisiyle çiçekli eteğin altındaki bacakları, kalçaları belli oluyordu. Kocası onun böyle giyinmesine izin veriyordu. En ufak bir rüzgârda eteğinin açılmaması işten bile değildi. Ama kocasının bu tip meselelerde serbest biri olduğunu söylemişti zaten Refiye. Ceren de aynısını söylemişti babasıyla ilgili.

Kartı taktım. İki klasör vardı içinde. İlkine tıklayıp girdim. Bir sürü, belki de yüzlerce resim vardı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Tek tek bakmaya başladım resimlere. Bunlar bir düğünde yada nişan töreninde çekilmiş resimlerdi. Resimlerde annemi ve Refiye’yi gördüm. Aynı zamanda Muhsine de vardı bazılarında.

Sonra bunların Muhsine’nin kızının kına gecesine ait olduklarını anladım. Anlaşılan bir salon yada boş bir dükkândı burası, pek çok masa ve sandalye konmuştu içeriye. Ben karım ve kızlarla Antalya’da tatilde iken yapılmıştı kına gecesi. Biz geldiğimizin ertesi günü düğüne gitmiştik. Annem düğüne nerdeyse zorla göndermişti bizi. Kurduğu plana göre o düğünde Refiye ile tanışacaktım çünkü.

Resimlerde kadınlar oynuyor, göbek atıyordu. Muhsine’nin kızının ellerine kına yakılıyordu. Epey bir resim çekilmişti kına yakılması sırasında. Refiye uzun ve tek parça siyah bir elbise giymişti. Elbisenin alt kısmı pileli ve bol iken üst kısmı vücuduna yapışmış gibiydi. Başını siyah ve sarı desenli parlak, büyük bir türbanla bağlamış, aynı zamanda yoğun ama güzel bir makyaj yapmıştı.

Annem de süslenme konusunda Refiye’den aşağı kalır değildi. Uzun kırmızı bir etekle, dar beyaz bir gömlek giymişti. Memelerini iyice belli ediyordu giydiği gömlek. Sadece kadınların olduğu bir ortamda bu şekilde giyinmekten kaçınmazdı annem. Başını ise genç kızlar gibi kırmızı bir şalla bağlamıştı. Her ikisinin ayağında da siyah ve yüksek topuklu ayakkabılar vardı ayrıca.

Resimler arasında ilerledikçe yengem çarptı gözüme. Demek o da gitmişti kına gecesine. Dolgun hatlı vücudunu saran uzun, mavi bir elbise giymişti. Başında büyük ve parlak sarı bir türban vardı. Resimlerde annem Refiye ile çok samimi görünüyordu. Aynı şekilde yengemle de arası iyiydi Refiye’nin.

Tanıdığım, tanımadığım, tanımasam da gözüme yabancı gelmeyen pek çok kadın ve kız vardı bu resimlerde. Bir resimde ise Semanur’u gördüm, yanında ablası Gonca ile oturmuştu. Semanur’un gülümseyen yüzüne inat, Gonca çok ciddi görünüyordu. Düğüne değil de cenazeye gitmiş gibi siyahlar içindeydi Gonca. Semanur ise keyifli görünüyordu.

Resimler kaliteli bir makine ile çekilmişti. Bazı resimlerde patlayan flaşlar nedeniyle kadınların gömleklerinin, bluzlarının altından sutyenlerinin belli olduğunu gördüm. Birkaç tanesinde ise bir kadının meme uçları mor renkli ince bluzunun altından fırlayacakmış gibiydi. Kadın anlaşılan sutyensizdi ve patlayan flaşın azizliğine uğramıştı. Yüzüne oranla iri ve kemerli bir burnu vardı. Daha önceki resimlerde annemin yanında otururken görmüştüm onu. Muhsine ve Refiye ile beraber çekilmiş birkaç resmi de vardı ayrıca.

O resimlerde üzerinde uzun ve siyah bir pardesü vardı, ama gecenin ilerleyen dakikalarında pardesüyü çıkarıp, kendini piste atmış, deli gibi oynuyordu. Ve bu sırada çekilen resimlerde sutyensiz memelerinin etli uçları fotoğraf karelerine takılmıştı. Yüzü yabancı gelmiyordu üstelik. Hele o koca burnuyla sanki bir yerlerde görmüş gibiydim onu. Hafızamı zorladım biraz. Ama sonra, bu kadını, Muhsine’nin kızının düğününde gördüğümü hatırladım. Düğün bitiminde karım birkaç kadınla beraber yanıma gelmiş ve beni onlara tanıtmıştı. O kadınlardan biri Refiye idi. Ama bu kadın da onlardandı. Karımın da tanıdığı biriydi sonuçta, ama ismini hatırlayamadım.

İlerlemeye devam ettim. Bu kez Selma abla göründü gözüme. Yani amcamın kızı, Remzi abinin karısı. O da oradaydı demek. Yanında küçük kızı vardı. Her zamanki gibi siyah çarşafının içindeydi. Annemle, yengemle ve Refiye ile beraber aynı masada oturuyordu. Onun yanında ise Emine vardı. Acaba annem Emine’yi tanıyor muydu? Gerçi resme bakılırsa pek tanışıyorlar gibi görünmüyordu. Emine de Selma abla gibi siyah çarşaf giymişti. Düğünde de vardı Emine, ama Selma abla yoktu.

Her bir masada, sandalyede oturan kadınların resmi çekilmişti. Kimi gülüyor, eğleniyor, kimi ise sancısı varmış gibi ciddi bir yüzle somurtuyordu. Koca burunlu kadınla beraber annem ve Refiye’nin de pistte oynarken çekilmiş resimleri çarptı gözüme. İkisi de neşe ile oynuyor, kıvırıyordu. İlerledikçe yengemi, Semanur ve Gonca’yı ve hatta Selma ablayı pistte oynarken gösteren resimlere rastladım. Her biri keyifli keyifli oynuyordu. Özellikle Gonca’nın olduğu pek çok resim vardı. Gonca o gece aynı bizim evde Esra’nın doğum günü kutlamasında olduğu gibi oynuyordu. Genç yaşında kocasından boşanıp dul kalmıştı. Dışardan fark edilmese de, içinde onu yakan kor bir ateş vardı. Ve böyle düğünlerde, eğlencelerde kendini salıyor, serbest bırakıyordu. Semanur’a ne kadar istek duysam da, ablasının da en az onun kadar ateşli, hatta daha fazlası olduğuna emindim.

Makinenin elden ele dolaştığı belliydi, tek kişi çekmemişti resimleri. Yüzlerce resmin sonunda yeniden başa döndüğümde klasörden çıktım. Bu resimler arasında dikkat çekici, beni korkutan bir şey yoktu. Ama Nurcan neden öyle demişti? Acaba bu ikinci klasörün içinde mi birşeyler vardı, yoksa Nurcan yanılıyor muydu? İkinci klasöre geçmeden önce Refiye’nin bilgisayarında gezinmek istedim…

Onda kaldığım gece bana laptopun içinden pek çok resim göstermişti, hatta bunların bazıları ‘Özel’ resimlerdi. Yarı çıplak yada çırılçıplak resimlerdi, kocası çekmişti bunları. Hatta bazılarında kocasının yarağını ağzına aldığı resimler bile vardı. Amını, götünü, memelerini cömertçe sergilemişti Refiye bu resimlerde.

O resimleri yeniden görebilmek için çok uğraştım. Klasörler arasında gezindim durdum, bazılarına birkaç sefer baktığım oldu ama yoktu. Düğünlerde, evde, tatillerde çekilmiş pek çok resmi vardı, hatta masaüstüne koyduğu resim de vardı bunların içinde. Ama özel resimlerini bir türlü bulamadım. Belki de silmişti Refiye bunları. Bir sigara yaktım. Ne yapsam diye sorup durdum kendime. Bilgisayardan anlayan bir arkadaşım vardı, onu aradım. Durumu anlattım, “Belki de gizli falandır o aradıkların!” dedi. “Nasıl yani?” dediğimde, bana birşeyler tarif etti. Dediklerini tek tek yaptım.

Telefonu kapatıp, yeniden klasörler arasında gezinmeye başladım. Birkaç gizli klasöre rastladım. İçlerinden birine girdim. Pek çok resim vardı, ilkine tıkladım. Sonunda aradığımı bulmuştum. Arkadaşım haklı çıkmıştı, Refiye klasörü silmemiş, ‘Gizli’ yapmıştı. İşte aradıklarım bunlardı. O gece bana gösterdiği ‘Özel’ resimlerdi bunlar.

Çeşitli açılardan yarı çıplak veya çırılçıplak halde çekilmiş bu resimlere tek tek, uzun uzun baktım. O gece biraz heyecan biraz da Refiye’nin aceleciliği yüzünden bakamamıştım iyice. Ama şimdi evde yalnızdım, rahattım ve bu anın keyfini yaşamak istiyordum. Bir elim laptopun tuşlarında iken, diğeriyle yarağımı okşuyordum. Resimler onların Almanya’daki evlerinde çekilmişti. Resimlerin çoğunda Refiye’nin memeleri şimdiki gibi dik ve dolgun değildi, o gece fark etmediğim şeyi şimdi görüyordum. Memeleri şimdikine göre daha iri, ama sarkıktı. Kocasının ölümünden 3 ay önce silikon yaptırdığını söylemişti Refiye.

Ayrıca Hüsniye’nin bahsettiği dövmeleri de gördüm. Gerçekten de sol kolunun omzuna yakın kısmında bir kalp içerisinde iki küçük iç içe geçmiş ‘C’ harfi ile sol ayak bileğinin üzerinde küçük bir dövme vardı. Çinlilerin ejderhası gibi bir şeydi bu resmi yaklaştırıp baktığımda. Almanya’dan Konya’ya dönünce sildirmişti demek ki bunları. Hüsniye doğru söylemişti. Resimlerin çoğu yatak odasında, bazıları ise banyoda çekilmişti. Yatak odasında çekilen resimlerin bazılarında aynanın önünde çerçeveli halde duran resimler de görünüyordu.

Resmi yaklaştırdım, bunların biri onların evlilik resmiydi. Kocası Refiye’nin arkasında durmuş beline sarılmıştı. Yanak yanağa vermiş, ikisi de gülümsüyordu. Refiye’nin belinde kalın bir kırmızı kurdele sarılıydı. Bu onun bakireliğinin simgesiydi. Kapalı denemeyecek, ama çok da açık, dekolte olmayan bir gelinlik giymişti. Saçları topuz yapılmıştı. Kocasının ise, ince, uzun bir bıyığı vardı, kırmızı büyük bir papyon takmıştı. Sünnet çocukları gibi göründü bana.

22 veya 23 senelik bir resimdi bu tahminimce. Refiye bu resimde Özge’den bile gençti. Gencecik, açılmamış bir gül goncasıydı. Beline bağlanan kemer gibi kıpkırmızı bir kanın o gece amından akıp, kocasının yarağını, çarşafı kapladığını hayal ettim. Daha da yaklaştım resme, ama görüntü kalitesi de bozuldu tabii. Ama yine de yüzünün, teninin tazeliği, çocuksuluğu hemen göze çarpıyordu.

Gözlerinin içi gülüyordu resimde. Kocası onu o gece hayvan gibi sikmişti belki de. Amına döllerini akıtmış, rahmine tohumlarını ekmişti. Seneler sonra ise bu resmin önünde Refiye kendini kocasına sunmuştu. O da resimlerini çekmişti bol bol.

Bu resmin yanında bir de Ceren ve Ceyhun’un çocukluk resimleri vardı. İki kardeş el ele, yanak yanağa neşe içinde gülüyorlardı resimde. Refiye’nin masaüstünde kullandığı resim de yine bir çerçevenin içindeydi ayrıca. Anlaşılan o resmi Refiye çok seviyordu.

O klasörden çıkıp diğerine geçtim. Bunun içinde pek çok video dosyası vardı. Çoğunun Almanca ismi vardı. Bazılarında ise İngilizce isimler vardı. Birine tıkladım, video oynamaya başladı. Bu bir porno filmdi, Almancaydı. Film bir çiftlikte geçiyordu. Kadınların ve erkeklerin tek tek sikiştiği veya grup seks yaptıkları bir filmdi bu. Hızlıca baktıktan sonra diğerine geçtim. Bu da yine Almanca bir filmdi. Bunda da Şato gibi bir evde grup seks yapan kadınlar ve erkekler vardı. Her bir videoya hızlıca baktım.

O gece bana CD’sini takıp televizyondan izlettiği film de vardı aralarında. Ona (Neden halen atmadın bu filmi?) dediğimde, (Sadece bir bu yok ki, daha çok var. Artık kocam yok, ben de kendimi tatmin etmek için izliyorum bunları!) demişti. Refiye anlaşılan CD’ler içerisindeki tüm filmlerini buraya kopyalamıştı. Artık CD bulundurmasına gerek yoktu, hepsi laptopun içindeydi çünkü. Belki de ilerde beraber izleriz diyerek onları tamamen atmamış, buraya kopyalamıştı.

Filmler arasında gezinirken telefonum çaldı. Refiye arıyordu. (İyi insan lafının üzerine ararmış!) dedim içimden. Açtım, sesi telaşlıydı, fısıldar gibi konuşuyordu. Bana, “Canım, ne yaptın?” diye sorunca, “Hiiçç, geldim evdeyim…” dedim. “Haa, iyi iyi. Şey, şeyi ne yaptın?” deyince, “Çantayı mı?” dedim. “Hımm, evet, onu…” dedi. Ben de, “Merak etme, kimse bulamaz!” dedim. “İyi, tamam canım. Aman gözünü seveyim, kimse görmesin onu, iyi bak…” dedi tembihler gibi. Bana küçük bir çocukmuşum gibi davranmasından hoşlanmadım. “Tamam ya, merak etme, tamam, kimse görmez!” dedim biraz da sinirle.

“Şeyy, kızma, benim için önemli de ondan…” dedi beni sakinleştirmeye çalışır gibi. Bir şey demedim bu dediğine. Sonra, “Şey ne oldu? Hoca mı var?” diye sordum. “Hımm, evet dua edildi. Şimdi de ikram falan yapıyoruz…” dedi. “İyi, tamam, siz bakın keyfinize…” dedim ve kapadım telefonu.

Çanta hakkında böylesine telaşlı olmasının sebebi neydi? Acaba benim paraları, altınları alacağımı mı sanıyordu, yoksa başka bir şey mi vardı? Benim bir hırsız olmadığımı biliyordu. O zaman başka bir şey vardı, benden gizlemek istediği bir şey. Benim görmemi, bilmemi istemediği bir şey. Refiye bunun için aramıştı. Belki de çantayı bana verdiğine pişman olmuştu.

Yoksa bu gizli klasörlerin içinde bir şey mi vardı? Benden gizlediği, görmemi, bilmemi istemediği bir şey miydi bu? Canım sıkıldı, kalbim yeniden heyecanla atmaya başladı. Müstakbel karım bir şey mi kaçırıyordu benden? Üçüncü klasöre girecekken yeniden telefonum çaldı. Bu kez arayan Özge idi. Meşgule attım, ama peşinden yeniden çalmaya başladı.

Bu kez sinirle açtım. “Ne var? Ne arıyorsun beni?” dedim. Fısıltıyla “Lütfen kızma, lütfen, bak yanlış anlama beni, lütfen dinle…” derken, araya girip, “Neyini? Ne dinleyecekmişim? Ben göreceğimi gördüm…” dediğimde, “Bak, dinle, ben sadece seni seviyorum, bugün onlara da söyledim. Sevdiğim başka biri var diye. Ahmet’le aramda bir şey yok, hiçbir şey yok. Seni Semanur’un dolduruşa getirdiğini biliyorum. İnanma ona, ben sadece seni seviyorum. Lütfen…” dedi.

Bu son söylediğini derken ağladığını anladım. Bir şey dememe fırsat kalmadan kapandı telefon. Geri aramak istemedim. Sesinin tonundan, ağlamasından dediklerinin doğru olduğunu anladım. Zaten ne kadar çabalasa da, Özge öyle oyun oynamasını, yalan söylemesini bilen bir kız değildi. Benimle arasında geçenleri nerdeyse önüne gelen herkese anlatmasının da sebebi buydu. Yalan söylemesini pek beceremiyordu.

Üçüncü klasöre geçtim. Bunun da içinde bir sürü resim vardı. İlkine tıkladım. Resim açılır açılmaz şaşkınlıktan küçük dilimi yutacak gibi oldum. Kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Hüsniye yatağın üzerinde çırılçıplak halde sırtüstü uzanmıştı. Bacaklarını iyice ayırmıştı. Hafif kıllı amını sergiliyordu. İri ve dolgun memelerinin uçları pembeydi, etli birer üzüm tanesi gibiydiler. Hemen diğer resme geçtim, ardından hızlıca bakmaya başladım öbürlerine de.

Müthiş bir şeydi bu, gerçek bir hazineydi adeta. Hüsniye yatağın üzerinde anadan doğma halde, kimi zaman yan dönmüş, kimi zaman sırtüstü uzanmış, bazense dörtayak üstüne domalmıştı. Amının pembe ve etli dudaklarını, hafif kıllı göt deliğini, memelerini, her yerini açık açık sergilemişti resimlerde.

Uzun sarı, dalgalı saçları ve mavi gözleri ile bir Türk’ten çok Almana benziyordu. Teni bronzlaşmıştı. Resimler bir otel odasında çekilmiş gibi duruyordu. Refiye’ninki gibi bir yatak odası değildi. Hem bu resimleri kim çekmişti? Refiye’nin ölen kocası Mehmet mi çekmişti yoksa? Mehmet Hüsniye’yi sikmiş miydi? Aklım bu sorularla gidip geliyordu. İyi ama nasıl olabilirdi bu?

Yarağım iyice sertleşmişti artık. Hüsniye’nin dolgun vücudunu görmeyi çok istiyordum, onu ilk gördüğüm zamandan beri aklımda bu vardı. Ve şimdi bu isteğim çok ilginç bir şekilde yerine geliyordu. Şaşkındım halen. Sevinçle bir sigara yaktım. Her bir resme uzun uzun bakmaya başladım bu kez. Hüsniye kimi resimlerde gülüyor, kiminde ciddi ciddi bakıyordu. Bazılarında ayağında siyah topuklu ayakkabı varken, bazılarında yoktu.

Kolundaki ve ayağındaki dövmeleri çarptı gözüme ayrıca. Saçlarıyla oynuyor, memelerini avuçluyor, amını parmaklıyordu resimlerde. Amının içinin pembe sululuğu beni o anda boşaltacaktı nerdeyse. Çıldıracak gibiydim. Hüsniye (Refiye ile benim eski kocam aynı fabrikada çalışırdı. Onun rahmetli kocası Mehmet ile benim Klaus çok iyi dosttu. Çok yakın otururduk, ailece görüşürdük…) demişti. Bu yakınlık nasıl bir yakınlıktı? Bu resimler nerden gelmişti böyle?

Dördüncü klasöre girdiğimde bunun içinde pek çok klasör olduğunu gördüm. Her biri numaralıydı, yine ilkine girdim. Bunun içi de bir sürü resimle doluydu. İlk resme tıkladığımda gördüğüm şey beni çok şaşırttı. Az önce Hüsniye’nin üzerinde yattığı yatakta, bu kez Refiye vardı. Refiye aynı Hüsniye gibi yatağın üzerinde çeşitli pozisyonlarda kendini teşhir ediyordu. Memelerini avuçlarken, amını ovalarken, parmaklarken çekilmiş bir sürü resim vardı böyle.

Aklım başımdan gitmek üzereydi. Diğer klasörlerde kim bilir neler vardı? Müstakbel karımın geçmişini nikâhtan bir gece önce bilgisayar başında öğreniyordum. Az önce keyifle yaktığım sigarayı söndürdüm, bana keyif vermez olmuştu artık. Bunlara bir ara verip, şu hafıza kartında başka neler var diye bakmak istedim.

İlginç şekilde hafıza kartının içinde de ‘Gizli’ bir klasör olduğunu gördüm. İlk başta görmemiştim. Arkadaşımla konuştuktan sonra yaptığım ayarlar sayesinde ortaya çıkmıştı bu gizli klasör. Kalbim yeniden heyecanla atmaya başladı. Derin derin birkaç nefes alıp verdim. Nurcan söylediklerinde haklı mıydı yoksa? Klasöre girdim, yine pek çok resim vardı. Baksam mı, bakmasam mı diye çok düşündüm, ama sonunda bakmaya karar verdim ve ilk resme tıklayıp açtım.

Resmi üçüncü bir kişi çekmişti. Babam ayakta durmuş, gülerek kameraya bakıyordu. Belden aşağısı çıplaktı, üzerindeki atleti yukarı sıyırmıştı. Annemse, babamın önünde dizlerinin üzerine çökmüş ve yarağını ağzına almıştı…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!