Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (105)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 105. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Yarım saat bile olmamıştı uyuyalı, ama bana birkaç saat gibi gelmişti. Şaheser anne sırtını dönmüş şekilde horul horul uyuyordu. Aceleyle kalktım hemen. Acaba gelen kimdi? Eğer karımsa sıçtık dedim içimden. Çabucak eşofmanımın altını giydim, külotumu ve eşofmanın üstünü giymeye bile fırsat bulamadım. Yatak odasının ışığını ve kapısını kapadım, kalbim korkudan küt küt atıyordu.

Kapının deliğinden bakınca annemi gördüm. Annemin gecenin bu saatinde ne işi vardı burada? Refiye’nin evinde kalmayacak mıydı? Kapıyı açtım, ama kapının arkasında kalmaya dikkat ettim. Annem oldukça sinirli görünüyordu, beni görünce, “Yatmadın mı sen? Işığın niye yanıyor?” dedi. “Ee, yok, yattım da, Şaheser anne odada yatıyor, o da ışığı açık unuttu herhalde, öylece yatmış, yoksa ben salonda yattım… ” dedim numaradan gözlerimi ovuşturarak.

Annem yalanımı yutmuş, ama verdiğim cevaba kızmıştı. “O kaltağı niye yatırıyorsun yavrum yatağında, gitsin nerde yatarsa yatsın!” dedi. Az sonra babam binanın kapısını kapatıp içeri girdi, söylediklerimi duymuştu, o da aynı şekilde destekledi annemi. Annem karımdan hoşlanmadığı gibi, kayınvalidemden de hoşlanmıyordu. ‘Kaltak!’ demesinden anlaşılıyordu bu. Babam, “Niye geldi ki bu amına koyduğumun orospusu zaten?” dedi fısıltılı ama sinirli bir sesle. Konuşurken dişlerini sıkıyordu.

Annem, “Niye olacak, orospu kızına destek çıkmak için, tam da nikâhtan önce niye gelsin başka, sürtük!” dedi sinirle. Kayınvalidem hakkında böyle söylemelerine kızmaktan çok üzüldüm. Annem, “Hazır ayaktasın, az gel hele de yukarda konuşalım seninle!” dedi ve babamla beraber yukarı çıktılar. Konuşmak için gecenin bu saatini mi bulmuştu? Hem niye gelmişti ki? Ama yapacak bir şey yoktu. Çaresiz gidecektim.

Yatak odasının kapısını açıp, külotumu ve eşofmanın üstünü giyindim. Şaheser anne kendisi hakkında annemle babamın söylediklerini duysa kim bilir ne derdi? Ama şimdi onun götünde pireler uçuşuyordu. Yerdeki battaniyeyi alıp usulca üstüne örttüm. Sonra da kapıyı yavaşça kapatıp üst kata çıktım.

Kendi anahtarımla açtım kapıyı. Anlaşılan babam kapının gıcırdayan menteşelerini yağlamıştı, hiç ses çıkmadı kapıdan. Sesleri salondan geliyordu. Annemin, “Kaçta gelecekler?” dediğini duydum, ama babam bir cevap veremeden girdim içeri. Babam üzerindekileri çıkartmış, dizlerinin altına gelen bir şort giymişti, üzerinde ise atleti vardı. Annemse halen kına gecesi kıyafeti ile duruyordu. Üzerine biraz dar gelen koyu mavi uzun, kapalı elbisesi ve büyükçe beyaz parlak türbanı ile koltukta oturuyordu. Yüzündeki, hafif ama güzel makyajını da temizlememişti. Bana, “Kahve içer misin?” diye sorunca, babam, “Boş ver, çocuk kahve içerse bu sefer uyuyamaz!” dedi. Ama annem oralı bile olmadan, “Olsun, içerken konuşuruz!” diyerek mutfağa geçti.

Annem gidince, ben babama, “Annem orada kalacaktı, niye geldi ki?” diye sordum. Babam, “Kendi söylesin!” dedi sinirli şekilde bacak bacak üstüne atıp. Birşeyler mi olmuştu? Hem babamı en son Fatma ablanın evinde sikişirken bırakmıştım. Ne ara gidip annemi getirmişti Refiye’nin evinden, anlamadım. Babam bu ara nikâh ile ilgili şeyleri anlattı. Ama ilk nikâhtan deneyimliydim zaten. Nikâh şahidimin Haşim abi olacağını öğrendim. Refiye’nin şahitleri ise iki kadın olacaktı ve bunların biri yengesi Emel, diğeri de Hüsniye idi. Doğrusu Hüsniye’nin adını duyunca şaşırdım, Refiye ile lezbiyen bir ilişki yaşamışken, şimdi onun nikâh şahidi olacaktı. Gerçi Haşim abi de ilginç bir tercih olmuştu.

5 dakika kadar sonra annem elinde bir tepsi ve 3 fincan kahve ile döndü. Şaheser anneninkinden sonra bu geceki ikinci kahvemdi bu. Bol köpüklü kahvelerimizi içerken, babam konuşmaya başladı. Babam, “Oğlum, sen siktir et şimdi herşeyi, yarınki nikâhını düşün. Refiye hanım helal süt emmiş, temiz bir kadın. Namuslu, dürüst, ahlaklı, oturmasını kalkmasını bilen, güngörmüş biri. Senelerce Almanya’da namusuyla yaşamış. Bundan sonra senin karın odur, tamam mı? Sen siktir et bu köylü kılıklı karıyı, at gitsin başından, def et. Bu orospu anasını da sokma kapına bacana. Gönder gitsin!” dedi sinirle.

Babamdan sonra annem başladı, “Baban doğru söylüyor. Senin karın bundan sonra Refiye, tamam mı? Bir hata ettik bu orospuyu alıp soktuk koynuna, yaptık bir hata. Ama neresinden dönersen kardır yavrum. Bak, ilahi adalet var ki, bu orospu çocuk doğuramadı bir türlü. Bu da bir işaret yavrum, bu da bir işaret… Bunu siktir et gitsin. Mesele amsa, Refiye’nin de amı var aslanım!” dedi başını iki yana sinirle sallayarak. Annemin bu son sözü beni utandırırken kendisi ve babam oralı bile olmadı.

İşin başka bir ilginç tarafı ise, babamın karım hakkında söyledikleri idi. Bu zamana kadar babam karıma destek çıkmış, onu anneme karşı koruyup kollamıştı. Hatta annem bunu karımla babam arasında bir ilişkinin var olduğu şeklinde yorumlamıştı. Ama şimdi babamın da karım konusunda annemle aynı çizgide olduğunu görüyordum. Acaba ne olmuştu da, babam fikrini değiştirmişti?

Hem şu Refiye’nin namuslu bir kadın olduğu sözlerine ne demeliydi? Sanki benimle dalga geçmek için söylemişti. Kendisi Refiye’yi sikmemiş, annemle Refiye arasında lezbiyen bir ilişki olmamıştı sanki? Ancak karşılarında kalkıp bunları söyleyecek değildim. O nedenle sessizce kahvemi içmeye devam ettim.

Annem, “Bunun anası da zamanında orospuydu, kendi de şimdi orospu. Ablası desen zaten adı çıkmış. Siktir et oğlum bunları başından. Pezevenk amcanlar bakmadılar buna, niye? Kendi gelinleri sonuçta, kendi torunları, baksalardı ya! Bakmadılar, bize postaladılar, biz de bilmeden etmeden tamam dedik, ama ağzımıza sıçtı orospu!” dedi.

Babam, abisi hakkında annemin böyle söylemesine ses etmedi hiç. Hatta başıyla onaylar gibi yaptı. Annem devam etti, “Şimdi gittik ya Refiye’nin evine. Bu orospu sanki düğün sahibi, böyle millete tepeden bakmalar falan, bir afra bir tafra. Kalkıp Refiye’yi küçük düşürmeye çalışıyor falan. Tövbe tövbe, gitmiş Fatma’ya demiş, Refiye Osman ile nikâh kıymadan yattı etti bilmem ne… Yok kendini Osman’ın altına yatırdı, yok çocuk aldırdı falan filan…” derken, “Ne çocuğu?” dedim şaşkınca.

Annem de, “Yalan oğlum, yalan! Ne çocuğu, tövbe tövbe! Kaltak götünden uyduruyor! Neyse, Allahtan Fatma böyle şeylere inanacak kadın değil de, geldi söyledi bana. Bu dedi deli midir, divane midir, ne dediği belli değil dedi kadın. Hee, sonra, şimdi oturduk millet gittikten sonra, hazırlık ediyoruz, bu orospu oturmuş oraya, götünü kaldırmıyor. Dedim gel yardım et, orda durma dedim. Bu kalktı, milletin içinde haa, kalktı dedi kessene sürtük dedi bana! Dünya başıma yıkıldı sanki vallaha! Kessene sürtük dedi bana. Kalktım o sinirle bunun suratına bi tane patlattım, ama ne patlattım. Suratı kıpkırmızı oldu. Sonra o Refiye’nin yengesi dedi, sen dedi ne terbiyesiz kadınsın, o senin kaynanan dedi, utanmıyor musun dedi buna. Allah bu Refiye’nin tuttuğunu altın etsin, anne dedi bunun dedi sinirleri bozuk, sen boş ver, ben şimdi bir ilaç vereyim de yatsın, büyüklük sende kalsın. Hem biz bizeyiz burada, boş ver dedi. Ben de tamam kızım, sen ne dersen onu yaparım, burası senin evin sonuçta, sen ne dersen o olur. Ama ben dedim daha fazla kalmam burada, bizim herifi ara da gelsin alsın beni. Şimdi dedim Osman gelmesin, çocuk zaten yorgun. Aradı babanı işte, o da geldi aldı beni!” dedi.

Karım gerçekten büyük bir terbiyesizlik etmişti. Anneme karşı, hem de insanların içinde öyle söylemesi cezasız kalmaması gereken bir durumdu. Gerçi cezasını ilk elden annem vermişti. Babam, “Ben bunu adam sanmıştım, ama sürtük, kalkmış anana böyle demiş. Onun ağzına sıçmazsam adam değilim, benim avradıma kalkıp milletin içinde öyle diyecek haaa, onun anasını bacısını sikerim. Hele şu nikâh olsun, ertesi gün o orospuyu kolundan tutup da atmazsam adam değilim!” dedi sinirli ve yüksek bir sesle. Annem, “Hişşş, tamam, dur hele sen de gene dellenme, dur hele. Her şeyin zamanı var, ertesi gün olmaz o iş. Millete de kendimizi rezil etmeyelim!” dedi.

O ara içimden acaba bu daire meselesini anlatsam mı, anlatmasam mı diye düşündüm. Anlatmazsam, ben boşanmasam da, onların beni zorla boşatacağını anladım. Babam karımı zorla kolundan tutup evden atacağından bahsediyordu çünkü. Öyle bir durumda da 50 daire hayal olacaktı. Sonunda meseleyi anlattım ikisine de.

İlgiyle dinlediler beni. Hatta annem birkaç sefer sözlerimi kesip, “Bu aşağıdaki orospuya mı verecekler 50 daire? Nerdeymiş burası?” dedi. Ama babam, “Oğlum sen de salak mısın? Bu karı sana kalkıp havadan 50 daire mi verecek? İnanma oğlum böyle şeylere, belli ki o sürtük karın anasıyla bir oyun kurmuş, seni kandırıyorlar, sırf resmi nikâh yapasın diye!” dedi.

Ben, “Ama tapuyu, evrakları falan gördüm!” dediğimde babam şaşırdı. Babam sonra da, “Sen şu tapunun ada parsel numarasını, adresini madresini ver hele, ben belediyeden soruşturayım!” dedi. Babamın belediyede hatırlı dostları vardı. Bir telefonla neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğrenebilirdi. Sonra işi yapacak müteahhidin kim olduğunu sordu. Aklımda kaldığı kadarıyla söyledim adını. Adamın adını duyunca babamın gözleri açıldı ve “Ulan o herif bize iş verdi, marketler var ya, hani bu en son iş geldi ya… Hah, bu adam o işte, o marketin sahibi, sahibinin oğlu… Bunlar çok büyük adamlar oğlum, öyle kolay kolay ters köşeye yatmazlar!” deyince şaşırdım.

Demek bu müteahhit, Kübra hanımın kardeşi, muhtemelen abisi idi. Evet, soyadları aynıydı, ama nerden bilecektim adamın onun abisi olduğunu. Kübra hanımla bir kez daha yollarımız kesişiyordu böylece. Babamın eş, dost, ahbap çevresi benimkinden çok daha geniş olduğundan, kimin ne olduğunu, neci olduğunu iyi biliyordu. Anneme dönüp, “Ulan karı sakin ol, belki de bu orospu doğru söylüyordur. Ben hele bu meseleyi bizim avukatla da konuşayım bir, bakalım o ne diyecek. Gerçekten böyle mi değil mi anlarız!” dedi. Bunun üzerine annem, “iyi, tamam, sen ne dersen o olur. Yalnız benim zoruma gitti milletin içinde öyle demesi!” dedi yelkenleri suya indirmiş vaziyette.

Ben, “Haa, Şaheser anne bir de araba alacakmış bana, son model!” dediğimde, annem, “Araba mı? Ne alacakmış?” dedi, sonra da, “İyi, iyi alsın. Şu şeylerden aldır, hani var ya böyle yüksek arabalar var hani…” derken, babam, “Cip mi?” dedi ağzının ucuyla. Annem, “He, he, ha onlardan aldır, alsın, sonuçta sen de damadısın. Orospunun durumu varsa niye almasın?” dedi gülerek.

Babam, “Olmaz mı, kocasının köyde dünya kadar yeri yurdu, tarlası var. 2 tane traktör altında, kapısında arabası var. 200-250 davarı varmış abimin demesine göre, o da 5 sene önceydi. Sırf bunları satsa 70 sülalesine yeter. Kocası gavatın teki, ama çalışkan adam, senelerce çalışa çalışa yaptı etti, tuğla üstüne tuğla koydu. Sırf o tarlaları dünya para eder. Şimdi bu 50 daire neymiş ki?” deyince, ben, “O kadar malı mülkü varsa Özlem niye zamanında onca sefalet çekti, Mahmut abiyle evliyken?” dedim. Mahmut abi rahmetli amcaoğluydu.

Annem, “Ee, deliye bak, herif dünyanın parasını verdi ona zamanında iş kursun diye, o da gitti paraları karı kızla yedi, kumar oynadı, yedi bitirdi. O Zarife’nin kocasıyla iş kuracam diye aldılar adamdan bi ton para, afiyetle yedi iki bacanak, e herif ne yapsın, siktir etti bunları. O konuda Hacı abi haklı, ona bi şey diyemem…” dedi. Demek babasının zamanında karımla ilişkisini koparmasının sebebi paraydı ve gene bir para meselesi yüzünden şimdi de konuşmaya, görüşmeye başlamışlardı…

Konu konuyu açarken aklımdaki soruyu sordum anneme, “Şaheser anneye niye orospu dedin peki?” dedim. Babam havada elini salladı anlatma gibilerinden, ama annem oralı olmadı, “Bu orospu zamanında rahmetli abimin kırığıydı köyde, askere gitmeden önce. Abimle gezdi, tozdu. Sonra abim askere gidince gitti o Hacı’yla evlendi. Abim yoksa çok seviyordu bunu!” dedi. Çok şaşırdım, demek Şaheser anne zamanında köyde dayımın sevgilisi idi. “Ne oldu sonra?” diye sordum merakla. Annem, “Ne olacak, abim çok üzüldü. Bir ara yemeden içmeden kesildi. Sonradan sonraya topladı kendini, babam da gitti yengeni getirdi, evlendirdi!” dedi.

“Ee, peki yengem bilmiyor mu bunu? Onun dayımın eski sevgilisi olduğunu?” dedim. Bu akşam ikisi de kına gecesinde bir aradaydı çünkü. Annem, “Biliyor, bilmez olur mu? Konuşmuyorlar zaten, araları yok!” dedi. “Kayınbabam bilmiyor mu peki?” diye sorunca, bu kez babam karıştı söze ve “Nasıl bilmesin, en yakın arkadaşıydı dayının. Dayın askere gidince onun yârine göz koymuş pezevenk. Hacı’nın ailesi zengin, e dayın da züğürt olunca senin orospu kaynanan paralı herifin altına yattı hemen!” dedi bir küfür savurarak. Dayımlarla kayınvalidemin köyü aynıydı aslında. Şimdi oturduğu, gelin gittiği kayınbabamın köyü de çok yakındı dayımlarınkine. Demek zamanında böyle bir olay olmuştu. Kim bilir, annemin ve yengemin karıma karşı tavırlarında geçmişte annesinin yaptığı bu davranışın da bir etkisi vardı.

Vay be dedim içimden. Bilmediğim, geçmişe dair ne çok şey varmış. Kimse de kalkıp bana bunları anlatmıyordu. Bu şekilde biraz da şansa öğreniyordum. Bu konudan karım da bahsetmemişti hiç, belki de bilmiyordu. Bu gece çatır çatır siktiğim kadın, zamanında rahmetli dayımın sevgilisi imiş. İlginç olansa dayımın hem karısını hem de sevgilisini sikmiştim…

Kalkarken annem yolcu etti beni, “Aslanım, baban şu işin aslını, astarını öğrensin, ondan sonra işin durumuna bakarız!” dedi neşeyle. Sonra da sıkıca sarılıp yanaklarımdan öptü ıslak ıslak. Ardından, “Dur hele…” dedi ve mutfağa geçti. Az sonra elinde küçük bir kavanozla döndü. Kavanozun içinde koyu renkli, reçel gibi bir şey vardı. Babamın duyamayacağı şekilde, “Al hele bunu, yatmadan önce, bir de sabah aç karnına üç kaşık ye!” dedi gülerek. “Ne bu?” dedim, ama aslında ne olduğunu biliyordum. Kuvvet macunuydu. Belki de babam kullanıyordu bunu. Annem, “Anla oğlum işte, biliyorsun, çocuk değilsin, bunu ye ki sikin kuvvetlensin, dölün artsın. Refiye karısını memnun et, amını sula iyice!” dedi ve şakayla karışık sırtıma vurdu. Annem gene patavatsızlığını yapmıştı. Hiç utanmadan söylüyordu bunu. Babamın telefonlarını açmamasından, Fatma abladan hiç bahsetmiyordu oysa. “Hadi, aşağı inince üç kaşık ye hemen, sonra da uyu, yarına çok işin olacak!” dedi imalı imalı gülerek.

Utanmış bir halde eve girdim. Şaheser anne uyumaya devam ediyordu halen. Bu 50 daire meselesini annemle babama anlatmakla iyi mi yaptım, kötü mü, anlamadım. Ama gerçekten de başka çarem kalmamıştı artık. Yoksa karımı güpegündüz evden atacaklardı.

Kavanozu masanın üzerine bıraktım. Sehpanın üzerindeki sigara paketini görünce canım çekti. Bir sigara yakarken bu kez aklıma viski geldi. Koyduğum yerden aldım ve bir bardağa doldurdum biraz, içine birkaç buz attım. Salonun camını açtım, pencerenin kenarında durup serin gece eşliğinde viskimi yudumlayıp sigaramı içtim. Yukarda içtiğim kahveden sonra viski ile biraz rahatlamak istiyordum. Uykum kaçmıştı. Viski de beklenen etkiyi pek göstermedi. Ucuz, kalitesiz bir viskiydi.

Şaheser annenin torbası ilişti gözüme. Torbanın içindekilere tek tek baktım, tapudan ayrı veraset belgeleri de vardı, okumaya başlayınca aslında Şaheser anneyle kardeşlerine sadece bu bahsi geçen yerin değil, bundan çok daha fazlasının kaldığını gördüm. Tarlalar, arsalar vardı epeyce. Muhtemelen buralarda kardeşlerinin de payı vardı, ama bu site yapılacak alan sadece kendisine aitti. Onlarca dönüm arazinin sahibiydi Şaheser anne. Arada iki de binadan bahsediliyordu. Şaheser anne ayaklı bir hazine idi. Yarın öbür gün ölüp gitse, tüm buralar iki kızına, dolayısıyla bana kalacaktı. Tabii, resmi nikâh yapmam şartıyla. Viski dandik de olsa birkaç yudum aldım yeniden. Tapunun ve veraset belgelerinin resmini çekmeliydim, babama başka türlü bilgileri veremezdim.

Telefonum pantolonun cebinde kalmıştı. O ara telefonu elime alınca epeyce bir arama kaydı ile karşılaştım. Fatma ablanın evinin arkasına geçerken sessize almıştım telefonu ve gelen çağrıları duymamıştım. Karımdan gelen iki çağrıdan bir saat kadar sonra, annem ve Refiye peş peşe aramıştı. Aradıkları dakikalarda ben Şaheser anneyi çatır çatır sikiyordum. Onu siktiğim zamanlarda annemle karım kavga etmişti demek ki. Karımın da o anlarda gene birkaç kez aradığını gördüm. Arada bir de Zekiye’nin aradığını görünce şaşırdım ve korktum, kadın gecenin bir buçuğunda hiç çekinmeden ve utanmadan aramıştı beni. Başıma iş almıştım, bununla ilgili ne yapacağımı da bilmiyordum henüz…

Laptop halen masanın üzerindeydi, içindekileri merak ediyordum. Laptopa bakarken aklıma kızların bilgisayarı geldi. Açık bırakmışlardı, ben de uyku moduna almıştım. Salonun ışığını söndürdüm. Şaheser anne uyumaya devam ederken, bilgisayara bakmak için odaya geçtim. Işığı açmadım, klavyenin bir tuşuna basınca ekran belirdi hemen. İçeriyi ekranın ışığı aydınlattı.

Ekran resmi olarak küçük bir kedi yavrusu resmi koymuşlardı. Özge’nin işyerindeki bilgisayarında da gene böyle bir kedi yavrusu resmi vardı. Muhtemelen bunu da Özge koymuştu. Masaüstünde birkaç klasör vardı. İlkine tıkladım. Esra’nın ders notları vardı içinde. Bir diğerine tıklayınca gene notlarla karşılaştım. Diğer klasörlerde de ders notları vardı. Bir tanesinde ise şiirler vardı müzik dosyası olarak. Zaman zaman karım da bu tür şiirleri dinlerdi.

Belgelerim içinde ise Özge ve Esra diye iki klasör olduğunu gördüm. Özge yazana tıklayıp açtım. İçinde birkaç klasör vardı gene. İlkine girince içinde pek çok resim dosyası olduğunu gördüm. Tek tek bakmaya başladım. Bunlar geçmişte amcaoğlu hayatta iken çekilmiş resimlerdi. Bu resimleri ilk defa görüyordum. Amcaoğlu resimlerde bazen tek, bazen de kızlarla yan yanaydı. Pek çok resimde ise yanında karım vardı. Daha doğrusu o dönem kendi karısıydı. Amcaoğlunun ona sarıldığı epey bir resim vardı. İkisi de mutlu görünüyorlardı.

Resimler eskiydi, muhtemelen bir cep telefonu ile çekilmiş, pek kaliteli olmayan resimlerdi. Birkaç resimde annem de vardı. Annemle yengem, yani amcamın karısı ve karımın olduğu resimlerdi bunlar. Yer bezinin üzerine oturmuş mantı açıyorlardı. Annemle karım arasında o dönem çok iyi bir ilişkinin olduğunu gösteriyordu bu resimler.

Kızlarsa henüz şimdikinden küçüktüler. Özge resimlerde 15-16 yaşlarında görünürken, Esra daha küçüktü. Özge o dönemde de türbanlıydı şimdiki gibi. Ancak şimdikinden çok daha taze ve diri olduğu görülüyordu. Üstelik oldukça zayıftı. Memeleri henüz yeni yeni filizlenmeye başlamıştı, özellikle uzun beyaz kollu bir bluzla çekildiği bir resminde net şekilde görülüyordu bu. Uzun bordo renkli eteğinin altından görünen ayak bilekleri de oldukça inceydi. O dönemlerde dikkat etmezdim Özge’ye. Benim için amcaoğlunun kızı ve yeğenimdi. Aklıma başka bir şey gelmezdi.

Diğer klasörde de gene resimler vardı. Bu resimlerde ise Özge liseden sınıf arkadaşları ile beraberdi. Hepsi kızdı ve türbanlıydı. Kızların çoğunu tanımıyordum, ama içlerinden birkaçını Muhsine’nin kızının düğününde Özge’nin yanında gördüğüme emindim. Semanur zaten kendini hemen belli ediyordu. Resimlerde hepsinden daha güzel göründüğü sır değildi. Diğer kızların etekleri ayak bileklerinin üzerine gelirken, onunki dizlerinin 4-5 parmak altına geliyordu. Gri, bordo karışımı ekose etek ve beyaz gömlek vardı üzerlerinde. Başlarını ise siyah veya lacivert türbanlarla bağlamışlardı. Özge en kenardaydı. Yüzünde birkaç sivilce olduğunu fark ettim. Bu resimler daha kaliteli olduğundan görülebiliyordu bu. Özge’nin yanında ise iri yarı bir kız vardı. Memeleri oldukça büyüktü. 17-18 yaşındaki bir kıza göre yapılıydı, sulak yerde yetiştiği belliydi.

Üçüncü klasörde ise gene aile resimleri çıktı karşıma, ama bunda sadece kadınlar ve kızlar vardı. Hepsi bizim ailenin kadınları, kızlarıydı. Karım, kızlar, annem, yengem, teyzem, Elif vardı resimlerde. Sanki bir kadınlar gününde çekilmişti resimler. Her birinin başı açıktı. Resimlerin birinde Selma ablaya rastladım. O da vardı demek ki. Her zaman çarşaflı görmeye alıştığım Selma ablayı böyle ilk defa görüyordum.

Üzerinde uzun, mavi bir etek vardı inceden ve beyaz, kısa kollu ve göğüs kısmı oldukça açık bir bluz giymişti. Saçlarının kumral ve omuzlarına döküldüğünü de ilk defa görüyordum yine. Memeleri oldukça büyüktü, ama sarkık oldukları anlaşılıyordu. Bluz, memelerine, karnına yapışık gibiydi. Birkaç resimde ise öne doğru eğilirken çekilmişti resimler ve memelerinin çatalı ile içindeki beyaz sutyeni görünüyordu. Selma ablanın bu birkaç resmi yarağımı sertleştirmeye yetti hemencecik. Selma abla ile karım arasında samimi bir ilişkinin olduğu hemen anlaşılıyordu bu resimlere bakınca.

Resimler arasında ilerlemeye devam ettikçe başka sürprizlerle karşılaştım. Selma ablanın kızı Sevdenur çıktı karşıma. Sevdenur Özge’den birkaç yaş büyüktü. Bu resimlerde bebeği ile görünüyordu ve üstelik bebeğini emziriyordu. Bu haldeyken de resimleri çekilmişti. Masmavi gözleri ve uzun sarı saçları ile manken gibiydi Sevdenur. Oysa sokakta onu böyle görmek mümkün değildi. O da annesi Selma abla gibi çarşaf giymeden sokağa çıkmazdı. Hatta birkaç sefer yüzünü siyah tül bir peçe ile örtüp, ellerine de uzun siyah eldivenler giydiğini görmüştüm yanında kocası varken. Ama şimdiyse yarağımı tavan yaptırmış durumdaydı.

İçi sütle dolup taşmış, koca memeleri vardı. Pembe meme uçları şişmişti. Selma abla ve kızı Sevdenur bu resimlerini gördüğümü bilse, duysa kim bilir neler düşünürdü? Ama şimdi bu odada onların en gizli hazinelerini görüyordum ve benden başka kimse yoktu, ruhları bile duymazdı.

Diğer klasörde de gene resimler vardı. Bunlarda da Özge arkadaşları ile beraber görünüyordu. Kafe yada pastane gibi bir yerde çekilmişti resimler. Birisinin yaş günü kutlaması idi anlaşılan. Ortada büyükçe bir pasta vardı. Çoğu kızdı, ama içlerinde birkaç erkek de vardı. Özge yoğun sayılabilecek bir makyaj yapmıştı. Açık pembe bir ruj sürmüştü. Bir resimde yanında oturan genç bir çocukla nerdeyse yanak yanağa poz vermişlerdi. Kimdi bu çocuk? Temiz yüzlü birine benziyordu, ama Özge ile bu samimiyeti nerden geliyordu? Resmin sağ alt köşesinde çekildiği tarih yazıyordu. Karımla Kapadokya’da tatilde iken çekilmişti. Kim bilir biz yokken Özge ne haltlar karıştırmıştı?

Özge’ninkinden sonra Esra’nın klasörüne geçtim. İçinde ders notları olan pek çok klasörün arasında, resimlerle dolu olan bir klasör vardı. Bunda da Esra bazen tek, bazen arkadaşları ile görünüyordu. Arkadaşları arasında Elifnur da vardı. Uzun ve dolgun vücudu ile hemen belli ediyordu kendini diğer kızlardan. Bir diğer klasörde ise Esra’nın yaş günü kutlamasına ait resimler vardı. O günkü davetliler arasında Esra’nın ilkokul öğretmeni Mualla ve gelini Esma, Dilber ve kızları, Rabia ve kızı Elifnur, Refiye ve Ceren ile yengem de vardı ve resimlerde görünüyordu her biri.

Esra o günkü haliyle karşımdaydı. Pastasını üfleyip keserken, dans ederken, oynarken çekilmişti resimleri. Kısa pileli eteği, derin V yakalı bluzu, bembeyaz bacakları ve ayağındaki uzun topuklularla çok güzeldi. Semanur ise bir karışlık siyah eteği, beyaz ve dar gömleği ile gösteriyordu kendini. Bembeyaz biçimli bacakları ile çok güzeldi o da. Ablası Gonca, annem, yengem, Refiye ve Ceren kısacası hepsi oynayıp kurtlarını dökmüştü. Rabia ve Elifnur da çok güzeldi, hele Elifnur boyalı, koca bir bebek gibiydi sanki.

Sonraki klasörde ise Antalya tatilimize ait resimler ve çektiğimiz videolar vardı. Otelde, şehirde gezerken ve plajda çekilmiş resimler ve videolardı bunlar. Esra, bana ve karıma fark ettirmeden epey bir resmimizi çekmişti, bunları yeni görüyordum. Remziye ve kızı Buse’de vardı pek çok resimde. Remziye’yi görünce aklıma geldi, kim bilir şimdi neler yapıyordu? Kızı Buse’nin bakire amını bozmuştum. Onun da bende ayrı yeri vardı. Ana kız ikisini de özledim bu resimleri görünce. Remziye’yi ilk fırsatta aramaya karar verdim.

Esra klasöründe başka da bir şey yoktu. Ama Esra gibi bir kız için bu normal bir şey değildi. Onu bu bilgisayarda porno film izlerken görmüştüm. Sonra bana yazdığı mailde (İnternette bol bol porno film izliyorum!) demişti. Ayrıca Özge’nin de porno sitelere girdiğini yazmıştı. O zaman bu bilgisayarda kim bilir başka neler neler vardı? Laptopta yaptığımın aynısı burada da yaptım. Az sonra haklı olduğum çıktı ortaya. Esra klasörünün içinde gizli bir klasör belirdi.

Tıklayıp açtım. İçinde pek çok klasör vardı. İlkine girdim. Bir sürü resim ve film dosyası vardı. Ve tahmin ettiğim gibi bunlar porno resimler ve filmlerdi. Esra internetten baktıklarını buraya kaydetmişti anlaşılan. Filmlerin çoğu 3-5 dakikalıktı, gencecik kızların sikiştiği filmlerdi. Bir sonraki klasör de bunlar gibi resim ve filmlerle doluydu. Bir sonrakinde ise sadece resimler vardı. İlkini açınca bu kez farklı bir şeyle karşılaştım.

Resimde, annem Cemal abi ile beraber oturuyordu. Esra’nın bana mailde gönderdiği resimlerden daha fazlası vardı burada. Cemal abinin eli annemin belindeydi. Esra birkaç ‘Hafif’ resim göndermişti bana, ama daha ağırlarını elinde tutmuştu. Annemle Cemal abi iki liseli sevgili gibiydi sanki. Konuşup gülüyorlardı. Esra onlara fark ettirmeden çekmişti bunları. Canım sıkıldı bunları görünce. Annem bir de kalkıp bana bunların karımın iftirası olduğunu söylemişti, ama bu resimler pek öyle iftira gibi durmuyordu.

Sonraki klasörde de birçok resim ve bir video dosyası vardı. İlk resme tıklayıp açınca gözlerim fal taşı gibi açıldı. Bu Antalya’da otel odasında karımın kendi makinemle çektiğim resimlerinden biriydi. Karımın resimlerini çekmiştim ilk başta, sonrasında da sikişmemizi kameraya kaydetmiştim. Tüm resimlere baktım hızlıca, evet, bunlar o resimlerdi. Karımın ilk baştaki itirazlarına karşın ben istemiş ve çekmiştim bunları. Ama sonra karımın da hoşuna gitmişti. Peki, Esra nerden, nasıl bulmuştu bunları? Karım resimlerde eteğini kaldırmış, altında ip külotu ile kalmıştı. İp külotun ön kısmı amını zar zor kapatabilmişken, arka kısmı göt yanaklarının arasında kaybolmuştu.

Video dosyasına tıklayıp açınca da tahmin ettiğim şey çıktı ortaya. Sikişmemize ait görüntülerdi. Aklım almıyordu bunu bir türlü. Esra kalkıp annesi ile sikişmemize ait görüntüleri bilgisayarına kaydetmiş ve belki de zaman zaman bunları izliyordu. Karımla o gece yaşadığım sikişme görüntülerini izledim bir süre. Kendi kendimize porno film çekmiş gibiydik karımla. Esra, annesinin zaman zaman ona dediği gibi küçük bir şeytandı. Nasıl olmuş da bunları eline geçirmişti? İhtiyatsız davranmıştım, ama yapacak da bir şeyim yoktu.

Bir sonraki klasöre geçince, Esra’nın bana mailde gönderdiği çıplak resimleri ile karşılaştım. Bembeyaz teni, dipdiri memeleri, hafiften kıllı pembecik amıyla az önceki can sıkıntımı uçurdu bir anda Esra. Annesinin ve ablasının giysilerini, külot ve sutyenlerini giydiği resimlerine bakınca, elimi yarağıma atıp okşamadan edemedim. Yanımda olsa hayvan gibi sikeceğimden emindim Esra’yı.

Yatak odamızda, bizim yatağımızda çektiği resimler beni benden almaya yetti. Amını parmakladığı, memelerini avuçladığı resimlerini görünce derin bir iç geçirdim. Esra gibi bir çıtır dururken onun 59-60 yaşındaki anneannesini sikmiştim. Oysa Esra körpecik, açılmamış bir gül goncasıydı. Özge’nin kıyafetlerini giyip türbanlarını, şallarını taktığı resimleri ise daha da seksi idi, her bir resmine baktım uzun uzun. Resimlerin devamında ise benim ona mail ile gönderdiğim yarağımın resimleri vardı. Bunları aslında ablası Özge için çekmiştim, ama sonra Esra’nın gönderdiklerine karşılık olarak ben de bunları göndermiştim. Demek Esra bunları da kaydetmiş, kim bilir zaman zaman bakıp amını parmaklayıp kendini tatmin ediyordu. Yarağımı sıvazladım, 31 çekmemek için zor tutuyordum kendimi.

Esra’nın bu gizli klasörü hazinelerle doluydu. Bir sonraki klasörde ise bazı kız arkadaşları ile bir evde görünüyordu. Ve bu kızlardan biri Elifnur idi. Elifnur uzun, koyu mavi ince bir etekle beyaz renkli dar bir gömlek giymişti. Başını da eteği ile aynı renk bir şalla bağlamıştı. Esra ise uzun, siyah bir tayt giymiş, üzerinde ise kalçalarına gelen açık renk bir tunik vardı. Ama taytı sanki külotlu çorap gibi görünüyor, altındaki beyaz bacakları, kalçaları belli oluyordu. İki kız daha vardı aynı yaşlarda görünen. Biri uzun, siyah saçlıydı. Oldukça güzel bir yüzü vardı, ince, narin hatlıydı. Üzerine yapışık gibi duran mavi bir kot pantolonla, beyaz kısa kollu bir tişört giymişti. Diğeri de Elifnur gibi kapalıydı. Beyaz, keten bir pantolonla açık mavi bir tunik giymiş, belini ise ince bir kemerle bağlamıştı. Başını desenli bir türbanla bağlamıştı. Gizli klasörde ne işi vardı böyle bir resmin. Merakla diğerlerine bakmaya başladım.

Resimleri değişe değişe çekmişlerdi. Bir odada toplanmışlar, Türk kahvesi ve sigara içiyorlardı. Esra’nın sigara içtiğini bilmiyordum. Üstelik üzerinden hiç koku da almamıştım, ama bu resimlerde kırk yıllık tiryaki gibi çekiyordu sigarasını. Her biri pek keyifliydi resimlerde. Elifnur hepsinden uzun ve yapılı vücudu ile tek kişilik bir koltukta bacak bacak üstüne atmış oturur vaziyetteydi. Hanım ağa gibiydi. Resimler arasında ilerledikçe işin rengi değişmeye, gizli klasörde olmasının sebebi ortaya çıkmaya başladı.

Manzara müthişti. Esra ortadaki sehpadan tutunarak domalmıştı, taytını ve altındaki külotunu dizlerine kadar indirmiş, amını ve götünü sergiliyordu. Makineyi elinde tutan da onun peş peşe resimlerini çekmişti. Kaliteli makine ile çekilen resimlerde Esra’nın bütün hünerleri ortadaydı, amı ve götü koca ekranı kaplamıştı. Bembeyaz göt yanaklarının arasındaki hafif kıllı göt deliğine, pembecik amına baktım uzun uzun. Bir elim halen yarağımdaydı bu sırada.

İlerlemeye devam edince, bu kez Elifnur çıktı meydana. O anda da yarağım patlayacak gibi oldu. Kare kare ilerlerken Elifnur da gömleğinin düğmelerini açıyordu tek tek. Sonunda gömleğin önü tamamen açıldığında, beyaz renkli ve memelerini kapatmakta zorlanan sutyeni ile kalmıştı. Karnı, koynu, göbeği un gibi beyazdı. Bir sonraki resimde ise, iki elini memelerine atmış ve sutyenden dışarı çıkartmış halde objektife bakıyordu. Gülen gözlerle memelerini avuçlamıştı. Pembe meme başlarının ortasında etli birer üzüm tanesi gibi ve yine pembe meme uçları vardı. Meme uçlarında tomurcuklar vardı aynı zamanda. Her biri anlaşılan bir şekilde kendini teşhir etmişti. Acaba sırada kim vardı?

Bu kez sıra siyah saçlı kızdaydı ve pantolonunu indirmiş haldeydi, beyaz slip külotu ile kalmıştı. Bir sonrakinde ise külotunu dizlerine indirmişti. Amının incecik ve pembe dudakları görünüyordu. Amının yarığında bir miktar siyah kıl vardı. Sanki bilerek o şekilde bırakmış gibiydi. Bacakları ve kasıkları ise kılsız, tertemizdi. Yüzü görünmüyordu ama bu resimlerde.

Sonrasında ise sıra kapalı kıza gelmişti. O da aynı Esra gibi sehpadan tutunarak domalmıştı. Beli lastikli keten pantolonunu dizlerine indirmişti. Bembeyaz kalçalarında alınmamış bir miktar siyah tüy vardı. Pamuklu külotu götünün yarığına kaçmıştı sanki. Sonraki resimde ise külotunu da indirmişti. Amında ve kasıklarında da bir miktar kıl vardı alınmamış. Amının hafiften kararmış gibi görünen dudakları etli ve büyüktü. Bakire olmadığına emindim bu kızın. Aynı şekilde göt deliğinin ağzı da hafiften genişlemiş ve kıllıydı. Kızılımsı küçük bir sivilce vardı göt deliğinin ağzında.

Dört kızın kendi aralarında oynadıkları bir oyundu bu anlaşılan. Kendilerini fotoğraflamışlardı. Kendilerinden başka kimsenin görmeyeceğinden emindiler belki de bu resimleri çekerken, ama işte ben görmüştüm. Yarağımı sıvazladım bir süre. 31 çekmemek için kendimi zor tutuyordum halen.

İlerlemeye devam edecekken bir ses duydum. Şaheser anne mi uyanmıştı acaba? Yatak odasının kapısını açınca onun horul horul uyuduğunu gördüm. Sonra sesin merdiven boşluğundan geldiğini anladım. Kapının deliğinden baktım. Siyah çarşaflı bir kadının merdivenlerden çıktığını gördüm, yüzü görünmüyordu. Elinde siyah bir çanta tutuyordu.

İyi de kimdi bu gece vakti? Bu saatte ne demek oluyordu bu? Büyük bir merak kapladı içimi. Bu arada binanın demir kapısının aralık durduğunu gördüm. Kadın kapatmayı mı unutmuştu, yoksa başka birisi daha gelecek diye mi böyle bırakmıştı? Salonun penceresinden baktım dışarı, perdeyi ve tülü aralayarak. Bahçe kapısından içeri bir adamın geçtiğini gördüm. Koşar, ama sessiz adımlarla kapıya geldim yine.

Binanın giriş kapısını kapatıp merdivenlere yönelen adam Kerim’di…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!