Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (115)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 115. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Refiye ile nikâhımız Ceren’in odasında kıyıldı. Benim şahidim Haşim abi iken Refiye’ninki yengesi Emel Hanım ile Hüsniye idi. Refiye mor renkli üzeri parıldayan taşlarla süslü uzun, tek parça ve kapalı abiye bir elbise giymiş, başını da aynı renkte ve yine taşlarla süslü bir türbanla bağlamıştı. Elbisesi vücudunu sarmış ve vücut hatlarını ortaya çıkarmıştı. Ancak o gece sadece Refiye’nin değil diğer pek çok kadının ve kızın da kıyafetleri vücut hatlarını cömertçe sergiler haldeydi. Yüzünde çok hafif bir makyaj vardı. Oldukça gergin olduğu her halinden anlaşılıyordu. Benim de ondan geri kalır yanım yoktu bu konuda.

Nikâhın ardından kadınlar salona geçerken, biz Ceyhun’un odasında oturduk erkekler olarak. Misafirler beni tebrik ediyor, kimisi dul bir kadın olan Refiye ile evlendiğim için sevaba girdiğimi söylüyordu. Bunlardan biri de Haşim abi idi. Bana takılıp, “Senin cennetteki yerin şimdiden hazır Osman!” diyordu gülerek.

Odayı yeniden düzenlemişlerdi, yatak kaldırılmış, kanepe ve koltuk konulmuştu içeriye. Kızlar bize hizmet ediyor, yemek ve içecek getiriyorlardı. Özge ortalarda görünmüyordu. Ceren ve Ecmel ile birkaç kız daha vardı getir götür işlerine bakan. Her birinin kaçamak bakışları üzerimdeydi.

İlerleyen saatlerde misafirlerin pek çoğu gitmiş, yakın akrabalarla kalmıştık. Annemin isteğiyle salona geçtim. Refiye aynı gergin ve heyecanlı halini sürdürüyordu. Annem, “Hadi oğlum, geç karının yanına otur!” deyince Refiye’nin yanına oturdum. Onca kadının arasında bayram çocuğu gibi kalmıştım. Her birinin gözü üzerimdeydi. Aile içinde sayılabilecek, küçük bir nikâh olmasına rağmen kadınlar ve kızlar süslenip püslenmiş, kendilerini güzel göstermek için ellerinden geleni yapmışlardı. Onlar beni incelerken ben de onları incelemekten geri kalmıyordum…

Emel Hanım Refiye’nin aksine sakin, hatta keyifli görünüyordu. Muhasebe müdürlüğünün yanı sıra güzellik uzmanı olduğunu da öğrenmiştim. Yüzünde oldukça güzel bir makyaj vardı. Açık pembe bir ruj sürmüştü dudaklarına. Üzerinde de vişne rengi Refiye’ninkine benzer parlak bir elbise vardı. Başını da aynı renk taşlı bir türbanla sıkıca bağlamıştı. Elbisesi vücut hatlarını açığa çıkarmış, dolgun memeleri elbisenin altından tüm haşmetiyle belli oluyordu. Adım attıkça da kalçaları ve iri götü elbisenin parlak kumaşının altında kendini gösteriyordu.

Refiye’nin kendisinden küçük iki kız kardeşi yani baldızlarım ve onların çocukları da salondaydı. Bu gece onları ilk kez görüyordum, tabii onlar da beni ilk kez görüyordu ve bakışlarını devamlı üzerimde hissediyordum. Ablalarıyla evlenen bu genç adamı tanımaya çalışıyorlardı.

Bursa’da yaşayan kardeşinin adı Rukiye idi. Refiye’nin bir küçüğüydü ve o da ablası gibi kapalıydı. Refiye’ye çok benziyordu Rukiye. Kara kalın kaşlı, beyaz tenli güzel bir kadındı. Kızı ve oğlu ile gelmişti. Oğlu 3-4 yaşlarında vardı ve çok sevimliydi. Kızı ise lise çağındaydı. Rukiye ablasının nikâhında şık görünmek için elinden geleni yapmıştı. Uzun, siyah eteğinin üzerine dar ve vücudunu saran beyaz bir gömlek giymiş, başını kırmızı bir türbanla bağlamıştı. Emel Hanım gibi güzel bir makyaj vardı yüzünde. Muhtemelen onun makyajını da Emel Hanım yapmıştı. Gömleğin altından ince askılı beyaz atleti belli oluyordu, yüksek topuklu terlikleriyle parke zemin üzerinde yürürken çıkardığı ‘Tak tuk’ sesleri iç gıdıklayıcıydı.

İstanbul’dan gelen küçük kız kardeşinin adı ise Raziye idi. 3 kardeşin de adları birbiriyle uyumluydu. Ancak o ablaları gibi kapalı değil, başı açık ve modern görünümlü bir kadındı. Orta boylu, balıketiydi, ama oldukça güzel bir yüzü vardı. O da iki kızı ile birlikte gelmişti. Raziye uzun tek parça siyah bir elbise ile yerini almıştı bu gece. Elbisesi dekolte olmasa da vücudunu sıkıca sarmıştı.

Rukiye ve Raziye ablalarına karşı çok saygılı davranıyordu, aynı saygıyı bana karşı da gösteriyorlardı. Konuşmaları ve hareketleri ölçülü ve ağırbaşlıydı. İstanbul’dan gelen diğer iki abisinin eşleri de kapalıydı. Refiye’den büyüktü ikisi de, oldukça soğuk ve suratsızlardı.

Görümcelerinin kendisinden genç bir adamla evlenmesini onaylamadıklarını düşünüyordum. Onlar tek gelmişti, yanlarında çocukları yoktu.

Annemin sandığından aldığım takıları takmıştım Refiye’ye. Kalın ve uzun altın kolye elbisesinin üzerinden de olsa boynunu süslüyordu. Kalın, iki burma bilezik de bileklerinde oldukça güzel görünüyordu. Yeşil taşlı broş üzerine vuran ışığın altında göz kamaştırıcıydı.

Bu takılardan babamın haberinin olmadığı bakışlarından anlaşılıyordu. Annem bunları nerden bulmuş, almıştı bilmiyorum ama babamdan gizli bir iş çevirdiği belliydi. Bir ara takıları anneme Refiye’mi verdi nikâhta kendisine takılması için diye düşünmüştüm, ama onun da bu takıları ilk kez gördüğü belli oluyordu.

Annem halinden son derece memnun gülümsüyordu. Yaşına aldırmadan giydiği turkuaz renkli tek parça elbisesi aynı diğerlerininki gibi vücudunu açığa çıkarmıştı. Götü ve memeleri bariz şekilde belirgindi. Ancak ne kendisi ne de babam bu durumdan rahatsızdı.

Yengem ve Hüsniye bir an için birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Yengem de aynı annem gibi yaşını dikkate almadan kendini genç bir kız gibi gösterme derdine düşmüştü. Dizlerinin altına gelen siyah eteğinin üzerine dar bir beyaz gömlek giymiş, başını kırmızı bir şalla bağlamıştı. Gömleğin üst düğmesini kapatmamış, beyaz koynunu göstermekten çekinmiyordu.

Refiye’nin nikâh şahitliğini de yapan Hüsniye gecenin başı açık birkaç kadın misafirinden biriydi. Kına gecesine giderken giydiği mini eteğinin yerini bu kez uzun siyah bir pantolonla saten bir gömlek almıştı. Ancak pantolon kalçalarını ve götünü sıkmıştı iyice ve götü tüm haşmetiyle meydandaydı.

Zaman ilerlerken Özge nihayet göründü. Yüzünde oldukça yoğun ama güzel bir makyaj vardı. Annesinin dayağıyla oluşan morlukları büyük ölçüde kapatmıştı bu makyaj. Bana bakmamaya çalışıyor, gözlerini kaçırıyordu sürekli. Koyu mavi, parlak taşlarla süslenmiş elbisesi vücuduna tam oturmuştu. Son zamanlarda aldığı kilolarla göbeği hafiften çıkıntı yapmıştı. Siyah, taşlarla süslü bir türban bağlamıştı. Dik ve dolgun memeleri, götü elbisenin altından fırlayacakmış gibi dursa da, Özge neşeli, keyifli görünmüyordu. Sabah yediği dayağın etkisinde olduğu ortadaydı.

Bir ara Ecmel’in yanındaki kızla bana bakıp kıkır kıkır güldüğünü gördüm. Rukiye’nin kızıydı bu. Esra’nın yaşlarında, belki biraz daha gençti. İçeriye servis için gelip giderken de kaçamak bakışlarını yakalamıştım. Artık eniştesi olmuştum, diğerleri gibi o da beni merak ediyordu. Ecmel uzun, yapılı vücuduyla diğerlerinin arasından hemen ayrılıyordu. Gerçekte erkek arkadaşının elini bile tutmasına izin vermeyen bu kızın bilgisayar karşısında tam bir fahişe gibi davrandığını öğrenmiştim Esra sayesinde.

Ceren annesinin yeniden evlenmesini çoktan kabullenmiş ve onaylamıştı. O nedenle rahat ve sakin davranıyordu. Kırmızı renkli tek parça, kapalı bir elbise giymiş, başını aynı renk taşlı bir türbanla bağlamıştı. Elbisenin dizden aşağısı bol iken, üst kısmı olabildiğince dardı ve genç, körpe bedenini sarıp sarmalamıştı. Elbisenin altında külotunun izi sanki kalemle çizilmiş gibi belli oluyor, görünüyordu. Ceren bu durumdan rahatsız değildi. İçerdeki odaya hizmet etmek için gelip gittiğinde zaman zaman öne doğru eğilip kalkmış ve o anlarda odadaki tüm erkeklerin bakışlarını üzerinde toplamıştı. Aralarında babam, Haşim abi ve hatta amcamın olduğu erkekler grubu Ceren’in elbisenin altından dışarı fırlamış gibi duran götüne kilitlenmiş, onu izlemişti.

Teyzem ve Elif de vardı misafirler arasında. Elif çoğu zaman olduğu gibi sakin ve durgundu. Âdeti olmadığı halde o da süslenip püslenmiş, güzelce giyinmişti. İki küçük oğlunu da güzelce giydirmişti. Teyzem annemden büyük olmasına karşın ondan geri kalmak istememiş gibi güzelce giyinmiş, takmış, takıştırmıştı. Eniştemin sonradan işleri açılmış, para içinde yüzer olmuştu. Eniştem varyemez dedikleri türden bir adam olmasına karşın teyzem son senelerde süsüne püsüne düşkün olmaya başlamış, kollarını kalın bileziklerle doldurmuştu. Bu gece de aynı şekilde her iki kolu şıkır şıkır bileziklerle doluydu. Kalın bir burma bilezik de Refiye’ye takmıştı. Her ne kadar imam nikâhı olsa da, gelen misafirler ve akrabalar da takı takmıştı.

Gelenler arasında amcamın kızı Selma abla ile kocası Remzi abi de vardı. Selma abla her zaman olduğu gibi siyah çarşafının içindeydi. Çoğunlukla sessizdi. Gözleri ara ara Refiye’nin ve benim üzerimde geziniyordu. Remzi abi ise babam ve amcamla sohbete dalmıştı.

Nikâh şahidim olan Haşim abi biraz erken ayrılmış olsa da, karısı Kamer abla buradaydı. Annemle çok yakın ve sıcak davranıyorlardı birbirlerine. Annemin onunla lezbiyen bir ilişki yaşadığını, annemi bu işlere bulaştıranın Kamer abla olduğunu söylemişti Refiye. Gözlerim herkesten çok Kamer abla üzerindeydi. Ona bakınca Refiye’nin sözleri beynimde yankılanıyordu. O, Haşim abi, annem ve babam eş değiştiriyordu. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum ama elimden gelen bir şey yoktu.

Kayınvalidem Şaheser anne de keyifle gülümsüyordu, Refiye’nin suratsız yengeleri ile hemen kaynaşmıştı. Sabah kızının yaptığı hır gürü çoktan unutmuş gibiydi. Nikâh için özenli bir şekilde giyinmişti. Köylü halinden eser yoktu. Yüzünde makyaj olmasa da kıyafetiyle en az 10 yaş gençleşmiş gibi görünüyordu. Bu keyifli haline inat yengem yani dayımın karısı ile değil yan yana gelmek birbirlerinin yüzlerine bile bakmadıklarını fark ettim. Aynı erkeğe âşık olmuşlar, sevmişlerdi. Bu nedenle aralarında soğuk rüzgârların esmesi çok normaldi.

Fatma ve Şefika abla ile Medine yan yana oturuyorlardı. Keyifli bir sohbete dalmış görünen Fatma ve Şefika ablaya inat Medine çok sessiz ve sakindi. Belki de salondaki en sessiz kişi oydu. Yanındaki kadınlar diğerleri ile konuşup sohbet ederken o başını önüne eğmişti. Dün gece babam çatır çatır sikmişti kendisini. Ama şimdi babam onun yüzüne bile bakmıyor, sanki Medine’nin kim olduğunu bilmiyor, tanımıyor gibiydi. Annemin de Medine’ye karşı davranışları aynı babamınki gibiydi. “Bu kız da kim, nerden gelmiş böyle?” der gibi bir hali vardı. Oysa Medine’nin dün gece kocasının koynuna girip altına yattığını çok iyi biliyordu.

Gündüz vakti Aysel’in yanında oturan Nurcan şimdi de karşımda oturuyordu. Aysel gelememiş, ama o Aysel’i temsilen gelmişti. Diğer kadınlara kıyasla daha sade ve süssüz görünse de o da özenmiş bezenmiş, güzel giyinmişti.

Saat gece yarısına doğru gelirken, Ceren, “Hadi resim çekilelim!” deyince bir hareketlilik oldu. Eline aldığı dijital bir makine ile Refiye ile yan yana otururken pek çok resmimizi çekti. Bunu yaparken bir fotoğrafçı edasıyla, “Anne şöyle dur, şöyle bak…” gibisinden şeyler söylüyor, Refiye de, “Böyle mi kızım, şöyle iyi mi…” diyordu heyecanla. Bazı resimlerdeyse Refiye ile el ele tutuşmamızı istemiş, biz de onca insanın içinde utanarak da olsa dediğini yapmıştık. Elif’in çocuklarını Refiye’nin kucağına verdiler. Bu haldeyken de pek çok resim çekildi. Annem, “Rabbim size de böyle çocuklar nasip etsin!” diyordu bu sırada.

Bizden hariç diğer kadınlar ve kızlar da epeyce resim çekildi. Nikâh gecesinden güzel bir hatıra peşindeydi her biri. Fotoğraf çekilme işi bittiğinde kadınlar tek tek Refiye ile vedalaştılar. Uzun süren duygulu vedalaşma faslı bittikten sonra annem yengemle beraber yanında Refiye olduğu halde üst kata çıktı. Artık gerdek zamanı gelmişti. Babam kalan birkaç erkek misafirle beraber aşağı inmişti. Kadınları ve çocuklarını evlerine, kalacakları yerlere götürmek için minibüs ayarlamıştı.

Evden ayrılırlarken her birinin bakışları yine üzerimdeydi. Az sonra Refiye ile çatır çatır sikişeceğimi düşündüklerinden adım gibi emindim. Zihinlerinde benimle ve Refiye ile ilgili müstehcen fikirlerin gezindiğini tahmin edebiliyordum. Özellikle Rukiye’nin bakışlarını fark ediyordum. Bu konuda diğerlerinden bir adım öndeymiş gibi görünüyor, kızına çabuk olmadığı için kızarken, “Hadi kızım, insanlar bizi bekliyor, işleri var!” diyor ve bu sırada bana bakıyordu. İşimin ne olduğunu iyi biliyordu Rukiye. Ablasını hayvan gibi sikecektim. Çok büyük ihtimalle ablasıyla daha önce pek çok kez sikiştiğimi bilmiyordu. Benim Refiye’nin yatağına ilk kez gireceğimi düşünüyordu, bunun doğru olmadığını bilse kim bilir neler düşünürdü?

Nihayet hepsi gidince bir süre salonda tek başıma oturdum. 10 dakika kadar sonra annem ve yengem aşağı indi. Annem beni kenara çekip fısıltılı ama keyifli bir sesle, “Hadi yavrum göreyim seni, iyi becer şu karıyı da bize bir torun versin!” dedi. Ardından da, “O macunu ne yaptın, evde mi bıraktın yoksa?” diye sordu. “Yok, getirdim ama arabada kaldı…” deyince annemin ağzı kulaklarına vardı. “İn aşağı, al getir hemen!” dedi neşeyle.

Oflayıp puflayarak aşağı indim ve arabadan kavanozla beraber bavulumu alıp çıktım yukarı. Annem elimdeki kavanoza bakıp, “Okunmuş macundur bu. 4-5 kaşık ye güzelce. Sonra da karının koynuna gir!” dedi ve sırtıma ufak bir yumruk vurdu. Karımla gerdeğe gireceğim zaman da sırtıma böyle bir yumruk indirmişti. Yengem annemin sözlerine, “Beline kuvvet aslanım!” diyerek katılırken bir yumruk da o indirdi sırtıma. Onlar da gidince koca evin içinde Refiye ile tek kalmıştım.

Refiye yukarda, yatak odasında beni bekliyordu. Ama erkenden yanına gitmek istemiyordum. Bir sigara yaktım. Ancak birkaç nefes çektikten sonra sıkılıp söndürdüm. Kavanozu alıp mutfağa geçtim. Bir kaşık alıp daldırdım içine. Ama annemin dediği gibi 4-5 kaşık yiyemedim, bir kaşık anca yiyebildim.

Salonun ışığını kapatıp ayaklı lambayı yaktım. Merdivenlerden yavaş yavaş çıktım. Yatak odasının kapısı kapalıydı. Kapıyı açıp içeri girince Refiye’yi yatağa girmiş gördüm. Komodinin üzerindeki gece lambasının zayıf ışığı içeriyi loş bir şekilde aydınlatıyordu. Sırtını yatak başlığına dayamış ellerini yorganın üzerinde kenetlemişti. Üzerinde beyaz, ince ip askılı saten bir gecelik vardı. Geceliğin ön kısmı oldukça dekolteydi, memelerinin çatalı tüm haşmetiyle görünüyordu. Dalgalı kızıl kestane saçları omuzlarına dökülüyordu.

Başını kaldırdı, üzgün hatta ağlamış gibi görünüyordu. Oysa bu anı ikimiz de çok istiyor, bekliyorduk. Yatağın üzerine oturup elini tuttum, “Neyin var, ne oldu?” diye sordum. “Yok bir şey, ne olsun?” dedi başını eğerek. “Nedir bu halin peki, bir şey mi oldu? Annem mi bir şey söyledi?” dedim. “Yok, bir şey olduğu yok. Kimse bir şey demedi. Sadece biraz duygulandım hepsi bu!” dedi. Gözyaşları burnunun ucundan atlas yorganın üzerine damlıyordu.

Bir süre sessiz kaldık. Bana, “Bugün yaşananlardan haberin var mı?” diye sorunca, “Evet, var. Özlem bir densizlik yapmış!” dedim. Bir süre konuşmadı, ardından, “Moralim bozuldu, tam en mutlu günümde böyle olması çok bozdu moralimi. Halen aklımdan çıkmıyor…” deyince elini tutup öptüm birkaç kez. “Üzme kendini, boş ver. Takma kafana, sen mutlu ol yeter. Bunlar da geçer, merak etme, üzme kendini!” dedim.

Kalkıp üzerimi çıkartmaya başlamışken, Refiye, “Osman, yanlış anlamazsan senden bir ricam var…” dedi titreyen bir sesle. “Nedir bir tanem?” dedim. “Şey, bu gece, yani bizim zifaf gecemiz biliyorum ama… Bu geceyi, yani nasıl desem, bu gece yapmasak o işi, sana sarılıp uyumak istiyorum, yani eğer kabul edersen…” dedi utangaç bir sesle.

Refiye bu gece, yani gerdek gecemizde sikişmek istemiyordu. Onun yerine bana sarılıp uyumak istiyordu. Önce garipsedim, ama özellikle son iki gündür yaşadıklarım, gördüklerim ve duyup öğrendiklerimden sonra geceyi sakin geçirmenin benim için de iyi olacağını düşündüm. Üstelik karımla zevkli ama yorucu iki müthiş sikişme yaşamıştım. Şimdi Refiye ile bir üçüncüsünü yaşayacak gücüm de pek yoktu.

Yanağından öptüm ve “Tamam, sen nasıl istersen!” dedim. Gülümsedi ve yorganı çekip yanına uzanmam için yer açtı. Soyundum ve yanına uzandım. Sarıldık birbirimize. “Seni çok seviyorum, ne olur bırakma beni, seni çok seviyorum!” dedi birkaç kez üst üste. “Ben de seni çok seviyorum, bu bırakma laflarını da bırak, söyleme böyle, seni bırakacağım falan yok!” dedim. Daha sonra hiç konuşmadan birbirimize sarılı halde derin ve tatlı bir uykuya daldık…

Uyandığımda saat 08:00 olmuştu. Refiye yanımda horlaya horlaya uyuyordu. Bir süre onu seyrettim. Ağzı yarı açık halde, olan bitenden habersiz tatlı uykusuna devam ediyordu. Saçlarını okşadım, ipek gibi yumuşacıktı saçları. Artık resmen karım olmuştu, ikinci karımdı. Bense onun ikinci kocasıydım. Benden 10 yaş büyük olmasına rağmen bunu dert etmemiş, benim için oğluyla kavga etmeyi göze almıştı. Beni sevdiğinden kuşku duymuyordum.

Ancak yine de geçen gece izlediklerimin anısı çok tazeydi. Babamla sikişmiş, annemle lezbiyen bir ilişkisi olmuştu. Nikâh şahitliğini yapan Hüsniye ile de geçmişte lezbiyen bir ilişki yaşamıştı. Fotoğraflar ve videolar gözümün önüne gelip duruyordu.

Ayrıca hakkında bilmediğim kim bilir daha neler vardı. Hem bütün bunların üzerine dün Aysel’in söyledikleri tuz biber ekmişti. Refiye’nin bir bebek aldırdığını, bebeğin babasının kim olduğunu ısrarla söylemediğini anlatmıştı Aysel. Olan bitenden annemin de haberi vardı üstelik. Aklıma ilk gelen bebeğin babasının babam olabileceğiydi, Refiye ondan mı hamile kalmıştı? Her şey arapsaçına dönmüş, kördüğüm olmuş vaziyetteydi. Tüm bunların ortasında kalmıştım, bu düğümü çözmem gerekiyordu, ama bunu yaparken dikkatli olmam gerekliydi.

Refiye’yi uyandırmamaya çalışarak kalktım, üzerimde külotum ve atletim vardı, o halde aşağıya indim. Dün gece kalabalık bir misafir topluluğunun doldurduğu salonda gezindim, etrafa, eşyalara baktım. Artık benim ikinci evimdi burası. İçgüveysi olarak gelmiş olsam da, benim evimdi. Masanın ve sehpaların üzerinde dün geceden kalma tabaklar, bardaklar, fincanlar duruyordu. Tıpkı karımla evlendiğim zamanki gibi bir manzaraydı bu.

Arabadan alıp getirdiğim bavulum kapının yanındaki vestiyer dolabının önünde duruyordu. Evden yanımda getirdiklerim sadece bu bavuldakilerdi. Bunun haricindeki her şey Refiye’ye aitti. Canım sıkıldı. Evlenmeden önce, “Bu evi kiraya verelim, biz başka evde oturalım!” demiştim Refiye’ye. Ama kabul etmemişti. “Evimiz varken neden kirada oturalım?” demişti.

Mutfağa geçtim. Kavanoz tezgâhın üzerindeydi halen. Dün gece bir kaşık anca yiyebildiğim macundan annemin dediğinden de fazlasını yedim. Sabahın o saatinde tadı çok güzel gelmişti.

Yukarı çıktım. Refiye uyumaya devam ediyordu, ne zaman kalkacağı da belli değil gibiydi. Odanın sessizliğini çıkardığı horultulu sesler bozuyordu. Yeniden yatağa girdim ve dolgun vücuduna sarıldım. Kalın yorganın altında sabah serinliğine inat sımsıcak vücudunun ateşi ile ısıttım kendimi. Kendine gelir gibi oldu, yavaşça benden yana döndü.

“Kalktın mı?” dedi uykulu bir sesle. Gözlerini zor açıyordu. Bense o sırada saten geceliğin altından dışarı taşan memelerini avuçluyordum. Artık daha fazla sabredecek, dayanacak halim kalmamıştı. Dün geceyi boş geçirmiştim, ama sabahı ıskalamak istemiyordum. “Saat kaç?” diye sordu Refiye. “Sekizi geçiyor!” dediğimde, “Ben kahvaltı hazırlayayım!” dedi doğrulmaya çalışarak.

“Bırak şimdi kahvaltıyı, gel şöyle, çok özledim seni!” dedim ve boynunu, yanaklarını öpmeye başladım. O sırada elleriyle omuzlarımdan tutup hafifçe geriye itince, “Ne oldu, niye böyle davranıyorsun?” dedim. “Şey, sana dün gece söyleyemedim nikâhın heyecanıyla, ama şey, ben adetliyim!” deyince şaşırdım.

“Ne zaman oldun?” diye sorunca, “Dün oldum, normalinden erken aslında. Nikâhın stresiyle olacak herhalde bütün dengem altüst oldu. Her şey üst üste geldi. Birkaç gün sürer bitmesi!” deyince oflayıp pufladım. Yani adeti bitene kadar ilişkiye giremeyeceğimiz anlamına geliyordu bu sözleri. Dün gece de aslında bu yüzden sarılıp uyumayı teklif etmişti.

İkinci kez dünya evine girmiş ama henüz gerdeğe girememiştim. Girmeme de daha birkaç gün vardı. Karımla adetli olduğu zamanlarda sikişmezdim, daha doğrusu ben istesem de o istemezdi. Birkaç kez adetliyken götünden sikmek istemiştim. Önce, “Tamam.” dese de sonrasında canı çok yandığından daha işin başında caymıştı. Özge’yi adetliyken götünden sikmiştim, ama o da bir kereye mahsus bir durumdu. Şimdi kalkıp da Refiye’ye bunu söyleyip incitmek de istemediğimden mecburen bu duruma katlanacaktım.

Refiye, “Kusura bakma, çok özür dilerim, böyle olmasını istemezdim. Bu en mutlu gecemizde sana kendimi veremedim, ne olur kızma…” dedi titreyen bir sesle. “Tamam, ne kızması, insanlık hali, yapacak bir şey yok sonuçta. Mecbur biz de bekleriz!” dedim gülerek ve dudaklarının kenarından öptüm.

“Kimse biliyor mu peki bunu?” diye sordum. “Sadece Ceren biliyor, dün kendisinden ped istedim. Kimseye söyleme dedim. Onun dışında bilen yok!” dedi. “İyi, tamam!” dedim ve bir süre birbirimize sarılı halde kaldık. Refiye, “Ben kahvaltı hazırlayayım!” diyerek kalktı. Saten geceliğinin üzerine yine saten bir sabahlık giyip aşağı inerken ben de yeniden gözlerimi kapayıp uykuya daldım…

Refiye mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamıştı. Kendini bana veremediği için üzülüyor, hatalı görüyordu. Kendini affettirebilmek istiyordu. Kahvaltımı yaparken bana tezgâhın üzerindeki kavanozu gösterip, “Bunun ne olduğunu sen biliyor musun, nerden gelmiş, kim koymuş anlamadım?” dedi. “Biliyorum, benim. Annem verdi, kuvvet macunu var içinde!” deyince, “Ay tövbe tövbe, yani şu annemin de bazen tuhaf tarafları var yani!” dedi gülerek. Peşinden de, “Senin ihtiyacın var mı ki böyle macunlara filan?” diye sorunca, “Sence var mı?” diye soruyla karşılık verdim. Küçük bir kahkaha attı. Ardından da, “Birkaç gün sabret, sana bundan kendi ellerimle yediririm!” dedi bir gözünü kırparak.

Kahvaltı sonrası güzel bir Türk kahvesi yaptı. Kahvemi içerken, “Bu yengelerin bana biraz soğuk geldi. Beni pek sevmediler herhalde. Sana karşı da öyleler mi?” diye sordum. “Yok, ikisi de beni çok sever. Onların yapıları öyledir biraz, soğuk görünürler. Yoksa aslında ikisi de şeker gibidir. Sana karşı da bana nasıllarsa öyle davranırlar, o konuda şüphen olmasın. Onların soğukluğu bize değil de Emel’e karşı. Onunla hiç geçinemezler. Harun abim ilk karısını Emel için boşamıştı ya, onun için sevmezler onu!” deyince, bilmediğim yeni bir şey öğrenmenin verdiği şaşkınlıkla, “Hadi ya, abin karısını Emel için mi bırakmıştı?” dedim.

Refiye bunu daha önce söylememişti. Abisinin ilk karısıyla geçinemeyip boşandığını sonra da yeniden evlendiğini söylemişti sadece. Oysa şimdi durumun farklı olduğunu öğreniyordum. “Ne bileyim, belki yanlış anlarsın diye o zaman söylemedim sana. Emel abimin ilk karısı Hamiyet yengemin yakın bir akrabasıdır aslında. Anneleri teyze çocuğudur. Bir düğünde tanışmışlar abimle. Emel o zamanlar genç kız, çok da güzel. Abimin gönlünü çelmiş anlayacağın. İlişki yaşamışlar, Ecmel’e hamile kalmış. Sonra tabii Hamiyet yengem de biz de öğrendik olanı biteni…”

“Hamiyet yengem evi terk edip çocuklarla gitti. 2 oğlu var abimin ondan. O zaman annemle babam sağdı. Çok uğraştılar yengem eve dönsün diye ama yengem kabul etmedi. Çok dediğim dedik, otoriter bir kadındı. Tükürdüğünü yalamazdı hiç, dönmedi eve, abime boşanma davası açtı…”

“Hamiyet yengemin ailesinin durumu iyiydi. Maddi durumu iyi olunca abimi tek kalemde sildi. Ama daha sonra hiç evlenmedi, çocuklarını büyüttü, evlendirdi. Beni çok sever, halen daha görüşürüz, ararız birbirimizi. Eğer Emel olmasa muhakkak gelirdi nikâha ama Emel olunca mecburen gelemedi. Neyse, Emel’le abim evlendiklerinde Emel’in karnı burnundaydı. Yani anlayacağın Emel’i yuva yıkan kadın olarak gördükleri için onu hiç sevmediler. Anca bayramlarda seyranlarda o da abilerimin zoruyla görürler.” dedi.

Emel Hanım Refiye’nin abisini baştan çıkarmış ve evliliğinin bitmesine sebep olmuştu. Ama şimdi aynı durum kendisi için de geçerliydi. Kocası onu başka bir kadınla aldatıyordu. Yuva yıkan kadının yuvası olmaz dedikleri durumun bir örneğiydi belki de bu durum.

Ben yeniden bu konuyla ilgili konuşmak isteyince, lafı ağzıma tıkayıp, “Ya bırak şimdi yengelerimi, Emel’i falan. Bizden bahsedelim, olmaz mı?” dedi gülümseyerek. “Olur, niye olmasın?” dedim keyifle.

“Balayına nereye gidelim?” diye sorunca, “Balayı mı?” dedim şaşırarak. “Evet, balayı. Neden şaşırdın ki?” dedi. “Yok, yani ne bileyim, sen istemiyorsun diye biliyorum, ondan. Yoksa başka bir sebebi yok!” dedim. “Canım istemiyorum, ama hepten istemiyorum demedim ki hiçbir zaman. Sadece şu aralar olmaz, sonra gideriz diye düşünmüştüm. Yoksa senin öyle bir niyetin, isteğin yok mu?” dedi ciddi ve soğuk bir ses tonuyla.

“Yok, olur, tamam. Ne zaman istersen gideriz, problem değil!” dedim, ama Refiye’nin bakışlarından alındığını, kırıldığını görebiliyordum. Bir süre sessiz kaldık. “Yurtdışına gidelim mi?” diye sorunca, “Yurt dışı mı?” dedim kahvemden son yudumu alırken. “Evet, yurtdışı. Mesela İspanya. Çok güzeldir, denizi de çok güzel olur, çok da temiz!” dedi gülümseyerek.

“Sen daha önce gitmişsin anlaşılan!” dedim. “Evet, gitmiştim!” dedi neşeyle. Rahmetli kocası ile pek çok yer gezmiş, tatile gitmişti. Şimdi daha evliliğimizin ilk gününde bunu anlatıyor olması moralimi bozsa da sesimi çıkartmadım. Ancak Refiye de yaptığı hatanın farkına vardı hemen ve “Çok özür dilerim, yani seni üzmek istemedim. Tabii sen nasıl istersen, yani nereye istersen gideriz. İlla yurt dışı olacak diye bir şey yok. Yani senin de oraları görmeni isterim. Çok özür dilerim!” dedi elini elimin üzerine koyup okşarken. “Tamam, önemli değil. Bakarız sonra…” dedim, kalktım masadan ve salona geçtim.

Az sonra Refiye yanıma geldi, yine özür diledi. “Tamam, boş ver. Unuttum ben, sen de kapat artık!” dedim. Sessiz kaldı bir süre, ardından, “Şey, Osman, o sana verdiğim çantayı ne yaptın?” diye sordu. O sormasa benim de aklıma geleceği yoktu. “Arabanın bagajında, yukarı çıkarmadım!” dedim. “İyi yapmışsın, kimseye demedin değil mi?” deyince, “Demedim demedim de, sen şu işin aslını astarını anlat hele, nedir bu çantanın sırrı?” dedim merakla.

Refiye başını omzuma yaslarken anlatmaya başladı. “Rahmetli eşim ölünce yüklü bir tazminat aldım. Sana da demiştim zaten, sen de biliyorsun. Buraya yerleştikten bir süre sonra beni bir bankadan aradılar. Mehmet sağken o bankada bir kasa kiralamış. Bana bununla ilgili hiçbir şey söylememişti, haberim yoktu. Bankadaki kasadan epey bir para, altın vs. çıktı. Bunları nerden, ne zaman almış hiç bilmiyorum. Birkaç tane de tapu çıktı, İstanbul’da ve Konya’da dairelerin, arsaların tapuları. Paraların bir kısmı vergiye gitti, kalanı da bana verdiler. İşte çantanın sırrı bu…” dedi.

Gerçekten ilginç bir durumdu. Kocası Refiye’den gizli olarak bir bankada kasa kiralamış içini paralarla, altınlarla ve tapularla doldurmuştu. “Çocukların haberi var mı peki?” diye sorunca, “Yok, onlar da bilmiyor!” dedi. “E nasıl oldu peki, onlar da mirasçı değil mi, sen tek başına nasıl aldın bunları?” dedim.

Refiye, “Bende vekâletname vardı, onu verdim, o sayede aldım. Çekindim onlara söylemeye. Çünkü babalarından kalan epey bir mal mülk, para zaten var. Bir de bunu söylemek istemedim. Belki ilerde söylerim, ama şimdilik gizli kalmasını istedim… Hem paralardan hariç asıl merak ettiğim şey bu tapular. İstanbul’da 4 daire var, burada da 6 tane. Ne zaman almış, kaça almış, kimden almış hiç haberim yok. Zaten tapular halen Mehmet’in üstüne. Çocuklar olmadan kendi üzerime alamam. İlerde mecburen haberleri olacak ama bu işi açıklığa kavuşturmam lazım. Daha bu daireler nerededir, boş mu, dolu mu, kim oturuyor, kim oturmuyor onu bile bilmiyorum. Seni haberdar etmemin sebebi de bu aslında. Benim adıma bu işi yapmanı istiyorum Osman. Bu dairelere bak lütfen, kontrol et, ne olur. Hem bu paralar, çanta filan sende kalsın, benim onlarla bir işim yok şu anda. Dün gece takılanları da al, istersen bankaya koy, istersen ihtiyacın varsa kullan…” dedi.

“Tapular nerde peki, çantanın içine baktım ama tapu filan yoktu!” dedim. “Dur getireyim, onları yatak odasındaki kasada saklıyorum!” dedi. “Yatak odanda kasa mı var?” dedim şaşırarak. “Evet!” dedi gülerek, ardından kalktı ve yukarı çıktı.

Evlendiğim kadının bilmediğim tarafları açığa çıkıyordu tek tek. Oldukça heyecanlıydım, Refiye çantayı bana vermiş, para ve altınları istersem kullanabileceğimi söylemişti. Az sonra elinde rulo halinde bir deste kâğıtla geldi. Bahsettiği tapulardı bunlar.

Her birine baktım tek tek. Dediği gibi İstanbul’da 4, Konya’da 6 daire vardı. Ama bundan hariç iki de arsa tapusu vardı. Biri 25, diğeri yaklaşık 15 dönümlük iki koca arsa daha doğrusu tarlaydı bunlar. Rahmetli kocası ne dolaplar çevirmişti kim bilir?

Refiye de bu konuda benimle aynı fikirdeydi. “Mehmet benden habersiz bir takım işlere girişmiş, ama ne olduğunu bilmiyorum. Ben kadın başıma bunu öğrenemem, sen erkek olarak bunu yapabilirsin. Artık kocamsın, sana güvenebilirim. Lütfen Osman, şu işi hallet. İçim içimi yiyor, bu işi çöz lütfen…” dedi.

İkinci evliliğim daha ilk andan büyük bir sürprizle başlamıştı. “Tamam, hallederim. Çantayı da merak etme, içindekilere dokunmam, aynı rahmetli kocan gibi bankada kasaya koyarım, anahtarını da veririm sana!” dediğimde, sıkıca sarıldı.

Refiye çantanın sırrını söylemiş olsa da dün Aysel’in evinde konuşulanlarla ilgili bir şey söyleme ihtiyacı hissetmemişti. İstanbul’daki lüks daireler, bu binadaki iki ayrı dairesi, bankadaki paralar… Bunları bildiğimi bilmiyordu. İçimden bir ses belki ilerde söyler derken, bir başka ses de şimdiye kadar söylemediyse bundan sonra da söylemez diyordu. Aysel’in tehdidini kendisine nasıl söyleyeceğimi ise hiç bilmiyordum. Bir çıkış yolu bulmam gerekliydi. Ancak evliliğimin ilk gününde kafamı bu düşüncelerle doldurmak, kendimi germek, daha fazla sıkıntıya sokmak istemiyordum…

Dünden kalan güzel parfümünün kokusunu alıyordum. Saçlarını okşadım. Adetli de olsa onu istiyordum. Birkaç gün bekleyecek, sabredecek halde değildim. Üstelik sabah yediğim birkaç kaşık macun da içimi kıpır kıpır etmeye başlamıştı.

Refiye’ye baktım göz ucuyla, “Seni çok istiyorum!” deyip dudaklarını öptüm. “Ben de çok istiyorum, ama biliyorsun…” dediğinde, “Biliyorum, ama sabredecek halde değilim!” dedim. Dudaklarıma ıslak bir öpücük kondurdu, “Bekle o zaman!” dedi gülümseyerek ve ardından ayağa kalkıp önüme geçti. Üzerindeki saten sabahlığı ve geceliği çıkarttığında muhteşem vücudu ile karşımdaydı.

Sutyen takmamıştı. Silikonlu da olsa dolgun ve dik memelerini kendi kendine avuçluyor, gülen gözlerle bakıyordu. Altında beyaz, pamuklu bir külot vardı, külotu da yavaşça tutup sıyırdı bacaklarından. Külotun içine yapıştırdığı pedin üzerinde bir miktar kırmızılık vardı, kurumuş adet kanının lekesiydi. Olduğu yerde dans eder gibi yapıyordu, sanki striptiz yapıyormuş gibiydi bu haliyle.

Benimse yarağım git gide kalkmaya başlamıştı. Üzerimde atlet ve külot vardı sadece. Daha fazla bekleyemeyeceğimi anlayınca bir çırpıda külotumu çıkarttım. Refiye karşımda ufaktan ufaktan dans ederken ben de yarağımı okşayıp sıvazlıyordum.

Refiye’nin bakışları yarağımdaydı. Benimse gözlerim vücudunda geziniyordu. Karşımda sağa sola dönüyor, memelerini, götünün yanaklarını, amını okşuyor, zaman zaman da götünü dönüp domalıyordu. Bembeyaz, güneş görmemiş vücudunda, amının üzerinde ve kasıklarında kıldan, tüyden eser yoktu. Bir manken gibi tertemiz, pürüzsüz cildiyle her erkeğin yarağını tavana dikecek haldeydi. Hafiften göbeği çıkmış, karnında ve kalçalarında çatlaklar oluşmuş gibiydi, ama bunların hiçbiri o yaştaki bir kadın için kusur sayılamazdı.

Yavaş yavaş yaklaştı, ellerimi kalçalarına, götünün yanaklarına attım. Parmaklarımın ucundan her yanıma onun bedeninin ateşinin yayılmaya başladığını hissediyordum. Refiye de dokunuşlarımla hafiften ürpermiş, gözleri kapalı halde, “Immm, uhhh…” diye inilti çıkarmıştı. Amı benim için yasak bölgeydi, ama vücudunun geri kalan kısmına istediğim gibi dokunabilirdim.

Az sonra minik dansını sona erdirdi ve dizlerimin üzerine oturdu. Dudaklarımız buluştu birden, deli gibi öpüşmeye başladık. Ellerim vücudunun kıvrımları üzerinde geziniyor, memelerini avuçluyor, göt yanaklarını yoğuruyordu. Kalbimin atışları hızlanmıştı. Refiye gözlerini kapatmış ve kendini tamamen bana teslim etmiş haldeydi. Her iki dudağını emiyor, içime çekiyordum. Dillerimizin ucu küçük dokunuşlarla birbirine değerken aldığımız zevki, keyfi sonuna kadar hissediyorduk.

Dudaklarından sonra yanaklarını, boynunu öptüm, vakumladım, dilimin ucuyla yalayıp temizledim. Refiye’nin elleri sırtımda gezinirken kasıklarıyla sağ bacağım üzerine baskı yapmaya başlamıştı. Amına yarağım giremeyecek olsa da bacağımı kasıklarında, amının üzerinde hissetmenin verdiği zevki yaşamak, bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.

Kendini oyuncak bir atın üzerindeki çocuk gibi ileri geri sallıyordu. Bense memelerini avuçluyor, meme uçlarını parmaklarımla ufaktan sıkıyor, dişliyor, emiyordum. Elleri sırtımda, saçlarımda gezinirken hareketleri hızlanmaya başladı. Göt yanaklarını hamur gibi yoğuruyordum. Memelerine aç bir bebeğin annesinin memesine saldırması gibi yumulmuştum. “Ihhh, ahhh…” sesleri eşliğinde Refiye adetli olduğu halde boşalmaya son sürat gidiyordu.

Kendinden geçmişti, gözlerini kapatmış kendini zevkin akışına bırakmıştı. Çıplak bacağımda amını, terlemeye başlamış kasıklarını hissettikçe yarağım tavan yapıyordu. Kendini bana daha çok yaklaştırdıkça yarağım çıplak etine değiyor, karnı ile göbeğim arasında gidip geliyordu. Refiye kalçamın üzerindeydi artık. Ata binen bir jokey gibiydi, amına sürten kalçam onu zevke taşıyor, doyuma ulaştırıyordu. Bütün ağırlığını bacağımın üzerine veriyordu. Bacağımı kasıklarının arasında mengene gibi sıkıyordu. Altımızdaki koltuk sağlam da olsa, gıcırtılar, ayaklarının parke zeminde kaymasından kaynaklı sesler çıkartıyordu.

Ve derken beklenen son geldi. Refiye iniltiler, hızlı ve güçlü nefes alışverişleri ile birlikte boşalmıştı. Yumuşak göt yanakları taş gibi sertleşmiş, vücudu katılaşmış bir haldeydi. Ağzımı açabildiğim kadar açmış, memelerini yutmaya çalışıyordum bu anlarda. Her ne kadar yarağımı kullanamıyor olsam da, onu boşaltabilmiştim. Refiye adetli halinin verdiği azgınlıkla amına yarak girmediği halde zevkin doruklarına çıkmıştı.

Yavaş yavaş kendine geldi. Bir şey söylemeden kalktı bacağımın üzerinden. Bacağımın üzerinde amının ve terli kasıklarının bıraktığı ıslaklık vardı. Yarağım kazık gibi olmuştu. “Ağzına alsana!” dedim Refiye’ye. Tek kelime etmeden önümde dizlerinin üzerine çömeldi, bir elini dizime koyarken diğeriyle yarağımı kavradı. Az sonra dudaklarını, dilini yarağımda hissettim. Yarağımın kafasını dondurma gibi emiyordu. Saçlarını okşuyordum, Refiye başını aşağı yukarı, sağa sola oynatarak güzel bir sakso çekiyordu.

Dün karımın yaptığının bir benzerini hatta daha iyisini yapıyordu Refiye. Yarağımı boğazının en derinlerine kadar alıyor, bir süre o halde bekliyor ardından başını kaldırıp indirerek saksoya devam ediyordu. Yarağım ağzının sıvıları, tükürüğü ile ıslanmıştı iyice. Yarağımın kafasına ağız dolusu tükürüğünü bırakıyor, sonra onu iştahla emiyor, yutuyordu. Yuttuğu tükürüğü sonra tekrar bırakıyor devir daim yapan bir makine gibi işliyordu. Karım gibi çikolata sürmesine, kullanmasına gerek kalmadan bu işi sadece tükürükle yapıyordu Refiye.

Bacaklarımı iki yana ayırdım iyice. Taşaklarımı löp bir yumurtayı ağzına atar gibi alıyor, emiyor, vakumluyordu. Terlemiş kasıklarımda dilini gezdiriyordu. Yumuşacık saçlarını kavradım sıkıca, hırıltılı iniltiler çıkartmaya başlamıştım. İkinci karımın muhteşem saksosu eşliğinde boşalmaya gittikçe yaklaşıyordum.

Salonun serinliğinde ateşler içinde yanıyordum. Boşalmak üzereyken Refiye’yi geriye doğru ittim. Birdenbire koltuğun üzerinde oturur vaziyetteyken Refiye’nin şaşkın bakışları arasında boşalmaya başladım. Döllerim yarağımın kafasından bir volkandan patlayan lav gibi yukarı doğru fışkırıyor ardından karnıma, kasıklarıma akıyordu.

Yarağımı sıvazlayıp son kalan döllerimi akıtırken Refiye yanıma oturdu ve sıkıca sarıldı. Boynumu, dudaklarımı öpüyor, “Seni çok seviyorum!” deyip duruyordu. Elimi omzuna attım, bir süre o halde kaldık.

Refiye, “Bugün ne yapalım, biraz dışarı çıkalım mı?” diye sorunca, “Olur, çıkalım!” dedim. “Ben banyo yapayım…” dediğinde, “Ben de geleyim!” dedim, ancak, “Olmaz gelme, benim başka işlerim de var!” dedi gülerek. “İyi, sen git, ben sonra yıkanırım!” dedim. Refiye yukarı çıkarken bir süre daha koltukta oturdum. Yere attığım külotumla vücuduma bulaşan döllerimi sildim.

10 dakika kadar sonra yukarı çıktım. Refiye ebeveyn banyosunda yıkanıyordu. Sıcak suyun buharı kapının aralığından odaya geçiyordu. Aynalı dolap kapaklarından birinin aralık olduğunu fark ettim. Daha önce hep kapalı gördüğüm kapağı açık görünce meraklandım. Kapağı açınca içinde büyükçe bir çelik kasa olduğunu gördüm. Refiye’nin bahsettiği çelik kasa dolabın taşıyamayacağı kadar büyük ve ağırdı, yere monte edilmiş ve dolap kapağı ile gizlenmişti. Anahtar ve şifre ile açılabilen kasanın da kapağı açık, aralıktı. Daha da büyük bir meraka kapıldım.

İçerde su akmaya, Refiye yıkanmaya devam ediyordu. Kasanın kapağını açtım yavaşça. İçinde gördüklerim ise çok ilginçti. 2 raflı kasanın üst rafında bir miktar para vardı. Paradan hariç birkaç altın kolye ile şeffaf plastik küçük bir kutunun içinde de altınlar ve bilezikler duruyordu. Dün gece takılan para ve takılar da diğerlerinden ayrı olarak rafın bir tarafına gelişigüzel konmuştu. Şeffaf, kapaklı bir dosyanın içinde de kâğıtlar, evraklar vardı ayrıca. Bunlar neyin nesiydi kim bilir?

Ancak bunlardan ayrı olarak benim için asıl sürpriz olan şeyse kasanın alt rafında bulunanlardı. Bunların ilki titreşimli plastik bir yaraktı. Ten renkli, uzun ve damarlı plastik yarak ince bir kablo ile bir kumandaya bağlıydı. Kumandanın düğmesine bastığımda plastik yarak olduğu yerde vızıltılı bir sesle hareket etmeye başladı. Yarak bir süre arı gibi vızıldayarak çalıştıktan sonra düğmesine basıp kapattım.

Onun yanında ikinci bir sürpriz duruyordu, bu da belden bağlamalı plastik bir yaraktı. İkinci karımın ilginç fantezilerinin olduğu çok açıktı. Annem ve Hüsniye ile lezbiyen bir ilişki yaşadığını öğrenmiştim, o nedenle gördüğüm belden bağlamalı yarak bende bir şok yaratmasa da şaşırttı. Siyah deri kayışlı, külot gibi giyilebilen, ten renkli büyük ve kalın bir yaraktı bu. Lezbiyen ilişki esnasında birbirlerini bunu giyerek sikiyorlardı belki de.

Yarağın yanında ise dün gece annemin sandığında gördüklerime benzer külotlar ve sutyenler vardı. Değişik renk ve desenlerde ip külotlar ve tangaların yanında şeffaf ve dantelli sutyenler koymuştu buraya Refiye. Çamaşırların yanında birkaç kutu prezervatif ile üzerinde masaj yağı ve kayganlaştırıcı krem yazan birkaç kutu vardı ayrıca. Rafın arka taraflarında ise CD’ler vardı, üzerlerinde yazı veya başka bir şey yoktu. Boş mu dolu mu oldukları belli değildi.

Kapadokya tatilinde tanıştığım Aydan’ın bir benzeri çıkmıştı Refiye. Aydan değişik fantezileri olan bir kadındı, Refiye de öyleydi. Ancak aralarındaki fark Aydan benim için bir geçmişe ait bir anı iken, Refiye’nin karım olmasıydı. O sırada banyodaki suyun sesi kesildi, kasanın ve dolabın kapaklarını önceki gibi aralık bıraktım.

Tüm bunlar ne anlama geliyordu? Öğrenmem gerekenlerin arasına yeni şeyler eklenmişti…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!