Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (116)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 116. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Refiye çıktığında bornozuna sıkı sıkı sarınmıştı. “Uhh, rahatladım vallahi, hadi sen de gir yıkan hemen!” dedi. Onun ardından ben de geçtim banyoya. Sıcak ve tazyikli suyun altında yıkandım güzelce. Sıcak su ve buharla mayıştım, rahatlayıp kendime geldim. Ancak bedenim rahatlasa da aklım kasanın içindekilerdeydi. Konya gibi bir yerde titreşimli ve belden bağlamalı plastik yarakları nerden bulmuş, edinmişti Refiye?

Ama bunlardan hariç aklımı meşgul eden başka bir şey de kondomlardı. Ne arıyordu bunlar kasada? Plastik yaraklara takmak için miydi? O ara aklıma Ceren geldi. O gece sabaha karşı yukarıya annesine bakmak için çıkmış, sonra elinde bir kondomla dönmüştü. Bu ne diye sorduğumda da Ceyhun’un olduğunu ve burada unuttuğunu söylemişti. Sonra da kondomu yarağıma takıp güzel bir sakso çekmişti.

Şimdi düşününce bu işte başka bir işin olduğu ortaya çıkıyordu. O kondom Ceyhun’un değildi, Refiye’nindi ve Ceren onu annesi uyurken kasadan almıştı. İlk önce bunun kesinlikle böyle olduğunu düşündüm, ama sonra belki de yanılıyor olabileceğim geldi aklıma. Belki de kondomlar gerçekten de Ceyhun’undu, o Almanya’ya gidince Refiye bulmuş ve kasaya koymuştu.

İlk düşünce ne kadar doğruysa, bu da o kadar doğru görünüyordu. Oğlunun kondomlarını bulması pek tabii mümkündü. Annem de odamda benim porno dergilerimi bulmuştu zamanında. Annem dergileri atmak yerine onlara bakmayı tercih etmişti. Belki Refiye de oğlunun kondomlarını atmak yerine saklamayı uygun görmüştü. Ama ne olursa olsun, kasadan ve içindekilerden Ceren’in haberinin olduğu kesindi. Doğru cevabı bulmam zamanla mümkün olacaktı.

Çıktığımda Refiye giyinmiş, hazırlanmıştı. Uzun, parlak siyah kadifeden bir elbise giymişti. Dün karımın üzerinde gördüğümün bir benzeriydi bu elbise. Zaten o elbise de aslında Refiye’ninkilerden biriydi. Elastik kumaştan yapılan elbise vücut hatlarını ortaya çıkartmıştı. Dolgun memeleri elbisenin altında belirmişti iyice. Karnı ve hafiften çıkıntı yapmış göbeğiyle kalçaları da ortadaydı. Başını sarı siyah desenli büyük bir türbanla bağlamıştı. Çok hafif de makyaj yapmıştı. Dün akşamki halinden bile daha güzeldi.

Yatağın üzerinde epeyce pantolon, gömlek, kazak, iç çamaşırları vs. vardı. “Bunlar ne?” diye sorduğumda, “Senin, sana almıştım daha önceden!” dedi Refiye. Hepsi yeniydi, etiketleri üzerindeydi. Bazıları pahalı, lüks sayılacak markalara aitti üstelik. Evden birkaç parça kıyafet getirmiştim, ama şimdi epeyce yeni kıyafetim olmuştu.

“Hadi şunları giysene, çok merak ediyorum nasıl olacak!” deyince içlerinden seçtiklerini giyindim. Refiye zevkli bir kadındı. Aynada kendime bakınca bir kez daha anladım bunu. Giysiler üzerime tam oturmuştu üstelik. Sonrasında çekmecelerden birini açıp küçük bir parfüm kutusu çıkardı. Oldukça pahalı, lüks bir markaya aitti bu parfüm ve daha önce hiç kullanmamıştım.

Kutunun içinden zarif bir şişe çıkardı, “Yaklaşsana!” dedi ve üzerime sıktı birkaç kez. İlk anda anlamasam da saniyeler sonra koku kendini göstermeye başladı, müthiş bir kokuydu. Refiye gözlerini kapatıp havayı koklarken, “Bu kokuya bayılıyorum!” dedi. Sonrasında sarıldı sıkıca ve yanaklarımı öptü. Kim bilir belki de ölen kocası da bu kokuyu kullanıyordu.

Önü boydan boya fermuarlı penye bir pardesü giyindi. Krem renkli yüksek topuklu ayakkabılarını da giyinince beraber çıktık. Alışveriş merkezlerinden birine gittik. Mağazaları dolaştık ve biraz alışveriş yaptık. Ardından yeme içme katına geçtik. Ortak alandaki masalardan birine oturmuş yemeğimizi yerken, önümüzdeki masaya iki genç kız gelip oturdu. Kızların birini tanımıyordum, ama diğerini görür görmez tanıdım. Cevat’ın otele gönderdiği Zümrüt’tü bu kız.

O geceki halinden çok uzaktı, ama tanımama engel değildi bu. Bebek gibi bir yüzü vardı ve yüzünü unutmamıştım hiç. Götünü sikmek istediğimi söylediğimde beni terslemiş, hatta küfretmişti. Sonrasında ben de ona küfretmiştim. Cevat, Zümrüt yerine Şermin’i göndermişti daha sonra.

Uzun kızıl saçlarının yerinde daha kısa kestane rengi saçları vardı. Beyaz, parlak bir gömlekle siyah kumaş bir pantolon giymişti. Karşısındaki kız da onun gibi giyinmişti. Göğsünde metal bir isimlik vardı, ama uzak kaldığından adını okuyamıyordum. Zümrüt’ün gerçek adı olmadığından emindim. Buradaki mağazalardan birinde çalıştıkları çok belliydi. Öğle yemeğine çıkmışlardı.

Refiye’nin arkasında kalmışlardı, ama yine de fark etmesin diye çaktırmadan bakıyordum. Derken kaçamak bakışlarımı fark etti. Yemeğini yerken onun da bana bakmaya başladığını gördüm. Kızla neşeli sohbetinin arasında ara sıra ciddi bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Belki de beni hatırlamıştı benim onu hatırladığım gibi.

Bir ara kız kalkınca tek başına kaldı masada. Refiye’nin sözlerine cevap verirken ara ara ona bakmadan edemiyordum. Elindeki telefonla ilgileniyordu. Ancak yan gözle bana bakmayı ihmal etmiyordu. Kız gelince masadan kalktı, bizim masaya doğru bir iki adım yaklaştığında isimlikte yazan yazıyı nihayet okuyabildim. Gerçek adı Beyza idi. Çalıştığı mağazanın amblemi de vardı isimlikte, bir kozmetik mağazasında çalışıyordu. Kızla beraber kalabalığın arasına karıştı az sonra.

O gece göt sikme uğruna reddettiğim kız onca zaman sonra bir anda karşıma çıkıvermişti. Hem ismini hem de nerde çalıştığını öğrenmiştim. Gözüm onda kalmışken, Refiye’nin, “Kalkalım mı?” demesiyle kendime geldim.

Kalktık ve birkaç mağazaya daha girip çıktık. Refiye, “Sinemaya gidelim mi?” deyince, “Tamam, gidelim!” dedim. Sinemaya en son karım ve kızlarla beraber gitmiştim. Refiye afişlere baktı bir süre, sonra da, “Şuna gidelim, ben bu kadını çok beğeniyorum!” dedi. Romantik türde bir Türk filmiydi bu. Filmin başlamasına az bir zaman kalmıştı, o nedenle hemen içeri girdik.

Yerimiz önlerdeydi. Günlerden Pazartesiydi ve öğle saatleri olduğundan salonda çok kişi yoktu. Hepsi de arka taraflarda kalmıştı. Refiye ile bize gösterilen yere oturduk. Işıklar kararıp da film başlayınca kolumu omzuna attım, o da bana yaslandı. Çok sevdiğim parfümünün kokusunu çektim içime.

Film beni sarmadı, ilk 10-15 dakika içinde sıkıldım. Ancak filmden sıkılsam da halimden memnundum. Elimin altında onun yuvarlak, biçimli omzunu, kolunu hissetmek çok hoşuma gidiyordu. Omzuma başını koyup yaslandığında ipek eşarbının yumuşaklığını yanağımda hissediyordum. Parfümüyle ise ciğerlerim bayram ediyordu. Tüm bunlara ilaveten dolgun memesini göğsüme yaslamıştı. İnce penye pardesüsü ve kadife elbisesine rağmen sutyeninin yumuşaklığını hissedebiliyordum.

Yarağım ufak ufak hareketlenmeye başladı tüm bunlar bir araya gelince. Külotuma ve kot pantolonuma karşın sinema salonunun karanlığında çadırı dikmiştim. Refiye kendini filme vermiş, büyülenmiş gibi koca ekrana bakıyordu. O anda bendeki değişikliği fark etmiyordu hiç.

Sağ elim omzunda, kolunda geziniyordu sürekli. Kolunun dolgun ve yumuşak etlerine avucumla bastırıyordum. Kalp atışlarım hızlanmaya başlamıştı. Salonda kimse olmasa ve kimse görmese, ekranda film oynamaya devam ederken onu oracıkta, koltukların üzerinde çatır çatır sikmek istediğimi fark ettim.

Bir saat kadar sonra ışıklar yandığında nihayet Refiye durumu anladı. Pantolonumun önündeki şişkinliği gördü. Yanımızdan diğer seyirciler geçerken durumu anlamasınlar diye hemen alışveriş poşetlerinden birini kucağıma koydu. Fısıltılı bir sesle, “Bu halin ne böyle?” dedi. Bunu söylerken şaşkınlığı yüzünden okunuyordu, utanmış gibiydi ayrıca.

Kulağına iyice yanaştım. “Ne bileyim, sana sarılınca birden canım çekti seni!” dedim. Adetliyken benimle birlikte olamamanın verdiği üzüntü ona yetiyordu. Bir de ben böyle söyleyince daha da üzüldü. “Biliyorsun durumumu!” dedi. “Tamam, biliyorum ama elimde değil!” dediğimde bir süre bir şey söylemedi. “Hadi çıkalım!” deyince, “İzlemek istemiyor musun?” dedim. Refiye bu soruma, “Hayır!” dedi kesin ve sert bir sesle.

Önümdeki şişkinliğin inmesi için bir süre daha oturduktan sonra kalktık. Refiye duruma hem üzülmüş, hem sinirlenmişti. Adetli olduğu için kendisini suçladığımı düşünüyordu belki de. Oysa böyle bir şey yoktu. Sivri, yüksek topuklu ayakkabıları ile mermer zemine sert sert basarak yürüyordu. Çıkan ‘Tak tuk’ sesleri koca katta yankılanıyordu.

Anlamsızca dolaştık bir süre. Sonra, “Benim tuvalete gitmem lazım!” deyince, “Tamam sen git, ben beklerim!” dedim. O gidince mağazaların vitrinlerine bakındım. O ara arkamdan bir kadının, “Osman Bey?” demesiyle geriye döndüm. Günün ikinci sürprizi tam karşımdaydı. İnternetten tanışıp siktiğim Moldovalı Natalya karşımda duruyordu.

Elinde birkaç alışveriş torbası vardı. “Ben gördüm seni. Yanında bayan vardı, onun için gelmedim yanına!” dedi kendine has kırık Türkçesiyle. Uzun siyah bir etek giymişti, üstünde ise çiçekli uzun kollu bir bluz vardı. Sarı saçları omuzlarına dökülüyordu yine. Ayağındaysa siyah yarım botlar vardı.

“Nasılsın, iyi misin?” diye sordum. “İyiyim, sen nasılsın, aramadın hiç?” dedi sitem eder gibi. Cep telefonunu vermiş, ne zaman istersem arayabileceğimi söylemişti, ama o geceden sonra ne aramış ne sormuştum. Arada kaynayıp gitmiş, hatta unutmuştum Natalya’yı. “Kusura bakma, iş güç, arayamadım!” deyince, “Hadi hadi, siz Türkler hep aynısınız!” dedi gülerek.

“İzinli misin?” diye sorduğumda, “Niet!” dedi Rusça. Sonra da, “Benim hanım var, onunla geldim alışverişe!” dedi elindeki torbaları gösterip. O bunu söylerken mağazadan bir kadın çıktı ve elindeki torbayı uzatarak, “Şunu alsana!” dedi Natalya’ya. Natalya torbayı alırken kadın bana baktı ve “Aaa, Osman Bey, merhaba, nasılsınız?” dedi gülümseyip. Bir başka sürpriz daha karşımdaydı, ama bu kadının kim olduğunu bilmiyordum.

“Merhaba!” dedim utana sıkıla. Ardından, “Kusura bakmayın, çıkartamadım sizi?” dediğimde, kadın gayet kibar ve alttan alır bir şekilde, “Ben Fikriye, geçen sabah görmüştüm sizi, Ayşe Hanım’ın görümcesiyim!” dediğinde bende jeton anca düştü. “Çok özür dilerim, kusura bakmayın!” dedim ayıbımı kapatmaya çalışarak. “Ne demek, estağfurullah, olur böyle şeyler!” dedi gülümseyerek.

Demek Natalya Fikriye hanımın yanında çalışıyor, onun hasta ve yatalak kaynanasına bakıyordu. Dünyanın ne kadar küçük olduğunun bir kanıtıydı bu durum. Fikriye Hanım ile Ayşe Hanım karşılıklı oturuyorlardı. O gece Natalya’yı eve bıraktığımda tam karşıdaki villanın bahçesinde Ayşe hanımın kullandığı cipi görmüş, Natalya’ya orada oturanları tanıyıp tanımadığını sormuştum. Natalya da hiç düşünmeden Ayşe hanımın adını vermişti.

“Nasılsınız, iyi misiniz, Özge nasıl?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim. Özge’nin annesinden fena bir dayak yediğini, yüzünün gözünün morardığını söyleyemezdim elbette. “İyi, nasıl olsun!” dedim herhangi bir şey çaktırmamaya çalışarak. “Aradım ama ulaşamadım kendisine, selamlarımı iletirsiniz!” dediğinde, “Ne demek, tabii ki!” dedim.

Ayşe hanımdan hariç Fikriye Hanım da Özge ile görüştüğüne göre durum oldukça ciddi demekti. Özge her ne kadar Ahmet’i sevmediğini söylese de, Ahmet’in ailesinin Özge’yi pek sevdiği belliydi.

Fikriye hanımı o gün ayaküstü görmüştüm ve aklımda yer etmemişti, ama şimdi daha dikkatle baktığımda gayet hoş ve zarif bir kadın olduğunu fark ettim. Uzun boyluydu. Dizlerinin altına inen krem renkli bir pardesü giymişti. Pardesünün altından kahverengi eteğinin uçları görünüyordu. Bordo renkli yüksek topuklu çizmeleri ile zaten uzun olan boyu daha da uzamıştı. Başındaki desenli türbanı ve elinde tuttuğu çanta da bordoydu ve oldukça pahalı bir markaydı. Yüzünde çok hafif bir makyaj vardı. Yüzündeki ve alnındaki çizgiler ona ayrı bir hava ve güzellik katıyordu. Bu haliyle en fazla 40 yaşında gösteriyordu.

Natalya’ya bakarak, “Siz tanışıyorsunuz galiba?” dediğinde, Natalya, “Da, Osman bey eski arkadaş benim!” dedi. Natalya bir yabancı olarak bunu söylemekte herhangi bir sakınca görmemişti, ama Fikriye hanımın yüzündeki ifade tam tersini işaret ediyordu. Zoraki bir gülümsemeyle, “Ne güzel!” dedi. Evli bir erkekle, yabancı, yalnız bir kadının ne tür bir arkadaşlık yaptığını düşünüyordu muhtemelen. Belki de beni yanında çalışan yabancı kadınla karısını aldatan biri olarak görüyordu.

Konuyu değiştirmeye çalışıp, “Ayşe Hanım nasıl, Mümtaz Bey nasıl?” diye sordum. “İyiler sağ olun, aslında yengem de gelecekti benimle, ama başka bir işi çıkmış, gecikeceğini söyledi!” dedi gülümseyen yüzüyle. Fikriye Hanım, “Bir gün buluşalım ailecek, eşinizle de tanışmak isterim!” dediği sırada bir anda Refiye bitiverdi yanımda. Tam konuşmanın üzerine denk gelmişti. Beni iki kadınla konuşurken görmenin verdiği şaşkınlık ve siniri yüzünde görebiliyordum.

“Eşim Refiye!” diyerek kendisini tanıştırdığımda, Fikriye Hanım, “Merhaba, biz de tam sizden bahsediyorduk!” dedi gülümseyerek. Fikriye Hanım Refiye’yi Özge’nin annesi sanmıştı. Refiye sinirden uzun deri cüzdanını koparırcasına sıkarken hiçbir şey söylemedi karşılık olarak. Bir Fikriye hanıma, bir Natalya’ya bakıyordu.

Refiye’nin gelmesi ile oluşan soğukluğu benim gibi Fikriye Hanım da fark etmişti. “Peki, bize müsaade, iyi günler!” diyerek yanımızdan ayrılırken, “İyi günler!” dedim. Onlar giderken Refiye’nin siniri bana yönelmişti. “Kim bunlar?” dedi dişlerini sıkarak. “Özge’nin bir arkadaşının halası, öbürü de yanında çalışan hizmetlisi!” diye cevap verdim. Sonra da, “Çok ayıp ettin insanlara!” dedim. “Başlarım senin ayıbına!” dedi sinirli sinirli. O sırada yanımızdan çocuğuyla geçen bir kadın bakışlarını bize yöneltti.

Daha önce Refiye’yi kıskançlık ederken hiç görmediğimden şimdi bu hali çok tuhaf geliyordu. Kendi yatağında Elif’le sikişmeme sesini çıkartmazken, iki kadınla ayaküstü konuştuğum için kıyameti kopartacaktı nerdeyse. “Sakin olsana, derdin ne senin?” dedim, ama beni dinlemeden hızlı hızlı yürüyordu. Kolundan tutup, “Nereye gidiyorsun, beklesene!” dediğimde, “Bırak beni, eve gidiyorum!” dedi. Çok güzel başlayan günümüz bir anda bombok hale gelmişti.

Garaja inip arabaya bindik. Kapıları kapatır kapatmaz Refiye sinirden kendinden geçmiş bir halde, “Hangisini siktin daha önce, kapalı karıyı mı, yoksa hizmetçisini mi?” dedi. “Sen manyak mısın, bu nasıl konuşma?” dedim, ancak Refiye beni dinleyecek halde değildi.

“Tabii, beyefendi ne de olsa genç, yakışıklı. Kalkıp sadece bana bakacak hali yok. Adetliyim diye daha şimdiden gözünü elin karılarına kızlarına dikmiş bile!” dedi sinirden titreyen sesiyle. “Refiye kendine gel. Aptal aptal konuşma, sana dedim, kadın Özge’nin bir arkadaşının halası, istersen aç telefonu sor!” dedim. Ancak Özge’nin adının geçmesi ateşin üzerine benzin dökülmüş gibi Refiye’nin sinirini ve kızgınlığını artırdı.

“Haa, tabii bir de Özge Hanım var. Onu unuttuk. Beyefendinin genç aşkı, tabii. Salaklık işte, nasıl unuttum bunu. Ne zamandan beri o götçünün arkadaşlarının akrabaları ile görüşmeye başladın sen? Artık o götçü de sana yetmez oldu demek ki, arkadaşlarına falan sulanmaya başladın!” dediğinde sinirimden ağzının ortasına bir tane vurmamak için kendimi zor tuttum.

Arabayı çalıştırıp yola koyulurken içimden (Ya sabır, ya sabır!) diyordum sürekli. Ancak Refiye’nin açılan çenesi pek kapanacağa benzemiyordu. “Ana kız nikâhımın içine sıçtılar. Dün senin için kavga ettiklerini bilmiyorum sanki!” dedi elini çantasına götürürken. Bu sırada Özge ve Özlem’e epey bir küfür savurdu. İnce sigaralarından birini çıkardı ancak çakmağını bulamıyordu bir türlü. Uzattığım çakmağımı elinin tersiyle iterken sonunda çakmağı buldu ve sigarasını yaktı.

Elleri titriyordu sinirinden. Parmaklarının arasındaki sigara da düştü düşecek gibiydi. Üst üste birkaç derin nefes çektikten sonra, “Beni ilerde indir!” dedi. “Nerde, nereye gidiyorsun?” diye sordum. “Sana ne, nereye istersem giderim! Sen de koş git o karıların peşinden!” dedi. Bunları söylerken ağlamaya da başlamıştı.

“Refiye abartma lütfen, iki kadınla ayaküstü konuştum, merhabalaştım sadece, ne var bunda?” dedim, ama Refiye beni dinleyecek durumda değildi. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı iyice. “İndir şurada!” deyince, “Nereye gideceksin?” dedim bileğinden kavrayarak. “Hüsniye’nin yanına!” dedi bileğini kurtarmaya çalışırken. “Sen manyak mısın, Hüsniye burada oturmuyor!” dedim ve gaza bastım. “Ben taksiyle giderim, indir beni!” dediyse de onu dinlemedim.

Yengem ve Hüsniye’nin oturduğu binanın önüne gelene kadar hiç konuşmadık. Refiye arabadan indi, binadan içeri girene kadar bekledim orada. O gözden kaybolunca sürdüm arabayı. Ancak nereye gideceğimi hiç bilmiyordum.

Trafikte öylece araba sürdüm bir süre. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşünüp durdum. Hiç beklemediğim, ummadığım bir tepkiyle karşılaşmıştım. Kafam allak bullak bir haldeydi. Son birkaç gündür yaşananların üzerine tuz biber ekmişti bu durum. Daha evliliğimin ilk gününde kavga etmiştim.

İşe mi gitsem diye düşündüm, ama gitmek istemiyordum hiç. O sırada telefonum çaldı. Sabit bir numaraydı. Açınca karşıdan Hüsniye’nin sesi geldi. Nasılsın, iyi misin muhabbetinden sonra, “Merak etme, Refiye iyi, sinirleri bozulmuş biraz. Gelsene bize, konuşmuş oluruz!” deyince, “Şimdi gene kavga başlatır filan, boş ver!” dedim, ama Hüsniye ısrar edince, “İyi, tamam, geliyorum!” dedim ve geri döndüm.

10-15 dakika sonra yengemin dairesinin önündeydim. Zile bastım. Az sonra Hüsniye açtı kapıyı. “Hoş geldin, buyur!” dedi gülümseyerek. Beni gördüğüne çok sevinmiş gibiydi. Siyah, dizlerinin üzerine gelen dar bir etekle, açık pembe V yakalı bir bluz vardı üzerinde. Bluzun altından siyah sutyeni belli oluyordu. Derin V yaka ise memelerinin çatalını meydana çıkartmıştı. Ayağında yüksek topuklu ayakkabıya benzer terlikler vardı.

Salona geçtim, ancak Refiye görünmüyordu. “Refiye nerde?” diye sorunca, “Gel!” diyerek önüme geçti ve koridora yöneldi. Yüksek topuklu terlikleri ile takır tukur sesler çıkarta çıkarta ve fena halde götünü sallayarak yürüyordu. Götünün dolgun yanaklarının siyah eteğin altında sağa sola sallanışlarını fark etmemek mümkün değildi. Külot giymemiş gibiydi Hüsniye. Bu manzara karşısında yarağım ister istemez sertleşirken, arkadaki odalardan birinin kapısını açtı.

Açılıp yatak haline getirilmiş bir koltukta yatıyordu Refiye. Derin bir uykudaydı. Bir süre izledim kendisini, ama beni fark edecek halde değildi. Ara ara ufak horultular çıkartıyordu. Hüsniye, “Sinirleri çok bozulmuş, anlattı bana meseleyi. Merak etmene gerek yok, ilaç verdim. Daha birkaç saat uyanmaz!” dedi. Kapıyı kapatırken, “Hımm, kokun da çok güzelmiş!” dedi gülerek. “Refiye’nin hediyesi!” dediğimde, “Zevkli kadındır bilirim, erkeğinin güzel görünmesi için her şeyi yapar!” dedi. Aynı şekilde götünü çalkalayarak önümden salona geçti.

“Otursana, çekinmene gerek yok!” dedi koltuğu işaret ederek. Koltuğa otururken, “Yengem nerde, görünmüyor?” dedim. “Size gitti, annenle beraber işleri mi ne varmış, baban gelip götürdü sabahtan!” diye yanıtladı. Refiye’yi saymazsak, ki o da horul horul uyuyordu, evde ikimizden başka kimse yoktu. Hüsniye karşıma geçip bacak bacak üstüne attığında kaymak gibi bacakları ve kalçaları açığa çıktı. Çok rahat davranıyordu. Bu rahatlığı teşhirciliğinden ileri geliyordu.

Sarı, dalgalı ve uzun saçlarının uçları ile oynarken, “Refiye biraz kıskançlık yapmış, haksız da sayılmaz hani!” dedi. Hüsniye de Refiye gibi mi düşünüyordu bu konuda bilmiyordum. “Kıskançlık yapacak bir şey yok ortada. Tanıdığım iki kadınla merhabalaştım, hepsi bu!” dedim.

Hüsniye saçlarının uçlarıyla oynarken üstteki bacağını da sallamaya başlamıştı hafifçe. “Ben onu demiyorum!” deyince, “Sen neyi diyorsun?” dedim. Sırtımı yasladım koltuğa iyice, onun gibi bacak bacak üstüne attım. Hüsniye, “İnsanın senin gibi genç, yakışıklı kocası olunca değil başka kadınlardan, dişi sinekten bile kıskanır!” dedi. Hüsniye’nin amacı yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu bu sözleriyle. Yengem evde yoktu, Refiye de uyuyordu.

Hiç beklemediğim bir zamanda elime altın bir fırsat geçmişti ve bunu kaçırmaya hiç niyetli değildim…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!