Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (120)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 120. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Refiye’nin bakışlarından o anda ne düşündüğünü çıkartamıyordum. Herhangi bir tepki vermiyordu. Sadece o şekilde sessizce durmuş bizi izliyordu. Gözleri bir bana bir Hüsniye’ye yöneliyordu.

Tabii Hüsniye Refiye’nin arkasında olduğundan habersizdi. Müthiş saksosuna devam ediyordu. Yarağımı boğazının en derinlerine kadar sokup çıkartıyor, emiyor, yalıyordu sürekli. Ancak bir ara yarağımı emmeyi bıraktı ve başını kaldırıp baktı bana. Yüzümdeki ifadeden bir şeyler anlamış olacak ki geriye dönüp baktı bu kez.

“Refiye!” dedi yüksek sesle. O ana kadar sessiz sessiz duran Refiye, “Allah belanızı versin!” diyerek yattığı odaya geri dönünce birbirimizin yüzüne baktık. Hüsniye, “Osman sen git daha fazla gerginlik olmadan. Ben onunla konuşurum!” dedi. “Ne konuşacaksın?” diye sordum. “Ben hallederim sen merak etme. Daha fazla gerginlik olmasın. Sen burada kalırsan Refiye daha da sinirlenir, ben bilirim onun huyunu. Sen git, ben ararım seni sonra!” dedi. “İyi tamam. Öyle diyorsan öyle olsun. Ama bana bir şey ver de içeyim, kafam kazan gibi!” dedim.

Dizlerime sıyrılan pantolonumu ve külotumu çektim. Yarağım halen sertliğini koruyordu ve Hüsniye’nin ıslak saksosuyla yağlanmış gibi parlıyordu salonun loş karanlığında. Ayağa kalkıp üstümü başımı düzeltirken Hüsniye de giyiniyordu. Tatlı sarhoşluğun üstüne böyle bir durumla karşılaşınca gerildim. Evliliğimizin daha ikinci gününde böyle bir olayla karşılaşmıştım ve ne yapacağımı da bilmiyordum.

Az sonra Hüsniye mutfaktan bir soda getirdi. “Sen iç bunu, ben Refiye’ye bakayım!” dedi ve içeriye gitti. Sodayı içtim yavaşça. Viskinin yarattığı sarhoşluğu en azından bir nebze olsun azaltmalıydım. Durup içeriyi dinledim bir süre, ama hiçbir ses gelmiyordu. Çıktım evden. Salonun loş karanlığından koridorun aydınlığına çıkınca gözlerim kamaştı. Tavandaki güçlü, parlak ışık gözlerimi alıyordu. Üstüne bir de sarhoşluk ve mide bulantısı eklenince asansörün kapısına çarptım.

Düğmeye basıp asansörün gelmesini bekledim. O ara binanın alt katlarından kadın ve çocuk sesleri geliyordu. Az sonra asansör gelince bindim. Düğmeye bastım, asansör ağır ağır inmeye başladı. İki kat sonra durdu asansör ve kapısı açıldı. Küçük bir kız çocuğu ile genç bir kadın göründü.

Kız içeri girmeye çalışınca, annesi, “Ecrin hayır, biz sonra bineriz!” dedi. Ama kız, “Ya anne hadi!” dedi sevimli bir ses tonuyla. Geriye çekildim ve “Buyurun lütfen!” dedim. Kadın tanımadığı, yabancı bir erkekle aynı asansörde olmak istemiyordu, ama küçük kızının bu durumdan haberi yoktu. Kız içeri girince annesi de mecburen bindi asansöre ve sırtını bana döndü.

Dizlerine kadar inen krem renkli bir pardesü vardı kadının üzerinde, altında ise kırmızı bir kot pantolon. Yüksek topuklu krem renkli bir ayakkabı giymişti. Başını ise desenli büyük bir türbanla bağlamıştı. Üzerinden güzel bir parfüm kokusu yükseliyordu, öyle ki küçük asansörün içini birkaç saniyede kaplamıştı bu koku. Kadının kalın baldırlarına yapışık gibi görünüyordu kırmızı kot pantolon. Elinde siyah, parlak bir çanta tutuyordu. Kalın yüksek topuklu ayakkabılarıyla uzun olan boyu daha da uzamıştı.

Kız elinde tuttuğu bebeğini bana gösterip, “Baaak, babam aldı bunu!” dedi gülümseyerek. Çok sevimli bir kızdı. “Ne güzel bebek. Bana verir misin?” diye sordum. “Olmaz, babam bunu bana aldı!” dedi neşeyle. “Kaç yaşındasın sen?” diye sordum. Kız, “Dört!” deyince annesi yan gözle baktı kızına, “Beş oldun ya kızım, geçen ay kutlamadık mı doğum gününü?” dedi. Bunun üzerine küçük kız, “Eveet, beeş!” diyerek parmaklarıyla da işaret yaptı.

Bu sırada asansör giriş katına gelmişti. Kadın kapıyı açıp dışarı adım atacakken yengemle teyzem belirdi birden. Yengem şaşkınca, “Osman, sen ne arıyorsun burada?” derken, teyzem, “Oo, benim oğlum buradaymış!” diyerek sarıldı bana sıkı sıkı. Teyzemin iri, yumuşak memelerini göğsümde hissediyordum. Teyzemin sarılması biterken sıra yengeme gelmişti. “Nasılmış benim aslan oğlum?” diyerek o da sarıldı sıkıca.

Teyzeminkilerden sonra yengemin dolgun memelerini hissettim göğsümde. Bu arada kadın karşısında cereyan eden olayın ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi kenarda durmuş bizi izliyordu.

Yengem sarılmayı bırakıp, “Hilal, bak bu benim oğlum, yani aslında yeğenim de, oğlumdan daha ötedir benim için!” dedi. O ana kadar varlığımdan rahatsızmış gibi davranan kadın benim kim olduğumu öğrenince birden gülümseyerek baktı bana. “Nereye böyle, bu cimcimeyi de almışsın yanına?” diye sordu yengem. “Annemlere gelmiştim, şimdi de eve gidiyorum…” dedi kızının elinden tutarken. Yengem, “Bana bak, Osman bıraksın seni!” deyince, “Yok, eşim dışarda, sağ olun!” dedi kadın, yani Hilal. Sonra, “Hayırlı akşamlar!” dedi üçümüze birden ve kızının elinden tutup kapıdan çıktı.

Yengem, “Nereye oğlum, sen ne arıyorsun burada, Refiye nerde, kadını evde bırakıp buraya mı geldin?” dedi heyecanla. “Yok, yukarda. Hüsniye hanımın yanında…” dedim. Daha dakikalar önce bana sakso çeken Hüsniye’den şimdi hanım diye bahsediyordum.

Teyzem, “Nereye oğlum, gel yukarı, oturalım, konuşalım!” dediğinde, “Yok teyze, biraz işlerim var, sonra gelirim…” dedim. Yengem de, “Oğlum karını daha ilk günden yalnız bırakma, gel hadi bizimle. Bırak şimdi işlerini filan!” deyince, “Yok yenge, başka zaman. Şimdi onlar kadın kadına dedikodu yapıyorlar. Ben de sıkılırım bu tip muhabbetlerden…” diye yanıtladım. Yengem, “İyi, tamam sen bilirsin. Ama en kısa zamanda geleceksin bana, ona göre. Yoksa bu kulağını çekerim!” dedi ve kulağımı hafifçe çekti gerçekten de.

Yengem asansöre binerken, “Sabriye, hadi bu meret yukarı çıkmadan bin!” dedi teyzeme. Teyzem, “Sen çık, ben gelirim!” deyince, yengem, “İyi be, ne bok yersen ye!” diyerek asansörün kapısını kapatıp yukarı çıktı. Asansör yukarı çıkarken teyzem yeniden sarıldı sıkıca, altın bileziklerle dolu kolları sırtımda geziniyordu. Üzerindeki ince açık gri pardesünün altındaki iri memelerini hissettim yine göğsümde. Sanki özellikle bu şekilde sarılıyor, beni kendine bastırıyordu. O anda yarağımın hafiften sertleştiğini fark ettim.

Teyzem yanaklarıma iki ıslak öpücük kondururken, “Elif’i niye arayıp sormuyorsun oğlum?” dedi. “Teyze biliyorsun bu evlilik işleri filan…” derken kesti sözümü, “Oğlum biz bu kızı niye boşattık kocasından. Genç yaşında dul kalsın diye mi. A benim salak oğlum. İki yaşlı dul karıyı aldın, tamam bir şey demedik ama böyle de olmaz…”

“Bugün annen babanla konuştuk zaten, oradan geliyoruz. Bu nikâhınızı en kısa zamanda yapacağız. O kız daha ne kadar öyle kalacak. Ara sor o kızı, bir dışarı çıkar, o çocuklarıyla ilgilen, onlara babalık yap. O ibne kocasından bir hayır görmedik senelerce, anca bizi sömürüp durdu. O çocuklarını ne arıyor, ne soruyor pezevenk…”

“Oğlum biliyorsun ben ta en başından beri senin kızımla evlenmeni istiyordum. Elif zaten senelerdir sana sevdalı. Ha, sen o zaman istemedin, Elif benim bacımdır dedin, ablamdır dedin istemedin. Kız da gitti ibnenin birine kaçtı o sinirle, üzüntüyle. Ama şimdi işler değişti yavrum, zaman değişti. O kızı yalnız bırakma, her zaman ara, halini hatırını sor. Görmesen bile ara sor en azından. O seni seviyor oğlum, hem de çok seviyor. Aldın iki kartlaşmış karıyı gözün başka bir şey görmez oldu!” dedi.

Teyzem bana sitem ediyordu, ama haklıydı. Refiye’nin evinde siktiğim günden beri Elif’i ne aramış ne sormuştum. Nikâh gecesi de somurtkan bir suratla oturmuş, hiç konuşmamıştı. Teyzem kulağıma yanaştı ve fısıltılı bir sesle, “Oğlum ben her şeyi biliyorum. Benim haberim, iznim olmasa o kız öyle bir şey yapar mı sanıyorsun sen?” dedi. Refiye’nin evinde olanlardan bahsediyordu. Anneminki gibi mavi gözlerini birkaç saniye boyunca hiç kırpmadan baktı bana.

“Tamam mı oğlum, anlaştık mı?” dedi omuzlarımdan tutup. “Tamam teyze, anlaştık. Ararım ben şimdi onu!” dediğimde yeniden yanağıma ıslak bir öpücük kondurdu. “Söz mü?” diye sorunca, “Tamam, söz!” dedim. Teyzem asansöre binerken ben de kapıdan çıktım. Dışarının serin ve temiz havasını çektim ciğerlerime. Viskinin etkisi yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Bir sigara yaktım ve derin birkaç nefes çektikten sonra söndürdüm. Arabaya bindim ve teyzeme verdiğim sözü yerine getirmek için Elif’i aradım.

Birkaç kez çaldıktan sonra açıldı telefon. Elif benim aramamı beklemiyordu. Sesindeki heyecanı anlamamak mümkün değildi. Biraz havadan sudan konuştuk, çocuklarını sordum. “Müsait bir zamanda dışarı çıkalım, güzel bir yemek yiyelim…” dedim. “Sen bilirsin…” dedi heyecandan titreyen sesiyle. Biraz daha konuştuktan sonra kapattım telefonu.

Arabayı daha yeni çalıştırmıştım ki telefonum çaldı. Artık tanıdığım sabit numara vardı ekranda. Hüsniye’nin aradığını zannederken telefonu açınca Refiye’nin sakin sesi geldi kulağıma. “Canım, yengenle teyzen geldiler. Bırakmak istemiyorlar beni, sağ olsun Hüsniye de öyle. Ben biraz daha kalırım burada. Senin için mahsuru var mı hayatım?” deyince, “Yok, ne mahsuru, sen keyfine bak…” dedim. “Tamam canım, ben haber veririm sana!” diyerek kapattı.

Anlaşılan Hüsniye’nin konuşması işe yaramıştı yada Refiye yengemle teyzemin yanında durumu çaktırmak istemiyordu. Refiye’nin bizi yakalaması belki de iyi olmuştu. Aksi halde yengem ve teyzem bizi o halde görebilirdi. Refiye’nin bizi görmesinden daha büyük problem olurdu bu durumda.

Bir süre nereye gitsem, ne yapsam diye düşünüp durdum. Evin anahtarları Refiye’deydi, eve gidemezdim. Karnım acıkmıştı üstelik. Sonra aklıma Zümrüt geldi. Daha doğrusu gerçek ismiyle Beyza. Hem onu görmek, hem de bir şeyler yemek için çalıştığı alışveriş merkezine sürdüm arabayı…

Bir şeyler yedikten sonra çalıştığı kozmetik mağazasına gittim. Birkaç müşteri vardı ve hepsi kadındı. Rafların arasında gezinirken bir taraftan da onu görmek için bakınıyordum. Sonunda kasada durduğunu gördüm. Müşterilerden biriyle ilgileniyordu. Kadının işlemi bitince kasaya yöneldim. Zümrüt, yani Beyza önündeki deftere bir şeyler yazıyordu. “Af edersiniz, erkek parfümleri ne tarafta acaba?” dediğimde başını kaldırdı.

Beni görür görmez hafiften irkildiğini, tedirgin olduğunu fark ettim hemen. Kısa bir duraksamanın ardından, “Şu ilerde, solda!” dedi soğuk bir sesle. “Teşekkür ederim!” diyerek oraya geçtim. Bir deodorant alıp kasaya gittim yeniden. Yanında kimse yoktu. Deodorantı alıp işlem yaparken, “O gece için özür dilerim!” dedim fısıltılı bir sesle. Hiç cevap vermedi bu sözüme.

“Kendimi affettirmek istiyorum!” dedim bu kez. Ancak Beyza, “9,90. Kart mı, nakit mi?” dedi karşılık olarak. “Nakit…” dedim ve cüzdanımı çıkardım. İçinden parayla birlikte kartımı da alıp uzattım. Beyza kartımı elinin tersiyle itip parayı aldı, fişi kesip verdi. “Teşekkür ederiz!” dedi yine soğuk bir sesle. Bu sırada arkama bir kadın gelmişti, bu yüzden başka bir şey diyemeden çıktım mağazadan. Beyza’nın beni aramasını umut ediyordum, ama arar mıydı bilmiyordum.

Mağazaların vitrinlerine baka baka ilerlerken telefonuma bir mesaj geldi. Refiye göndermişti. “Seni görmek istemiyorum, eve gelme sakın!” diye yazmıştı. Canım sıkıldı. Aradım kendisini, birkaç kez çaldıktan sonra meşgule attı. Yeniden aradığımdaysa kapatmıştı telefonu. Yengemi aradım bu kez, Refiye’yi sordum. “Çıktı oğlum, sana haber vermedi mi?” dedi şaşırmış gibi. “Yok!” dedim ve kapattım. Yeniden Refiye’yi aradım ama gene kapalıydı telefonu.

Bir süre boş boş gezindim öylece. Telefonum çalınca Refiye arıyor mutlaka diyerek bir heyecanla açtım telefonu. Ama arayan Refiye değil Hüsniye’ydi. “Refiye aradı mı?” diye sordu ilk önce. “Yok, ama mesaj gönderdi. Beni görmek istemiyormuş, eve gitmemi de istemiyor. Aradım ama açmadı, sonra da kapattı telefonunu!” dedim. Hüsniye’nin güçlü nefes alışverişlerini duydum bir süre.

“Zamana bırakmamız lazım. Refiye sana dediğim gibi çok kıskanç bir kadındır ve fazlasıyla kıskançlık yapıyor şu anda da. Hamile kalabilmem için seninle yatmama ses etmezken bu işi zevk için yapmamızdan nefret ediyor. Neyse, yapacak bir şeyimiz yok…” dedi.

“Bu durum ne kadar sürecek peki, ne kadar daha böyle davranacak?” diye sorduğumda, “Bilmiyorum, ama senin açından fazla uzun sürmez. Ama beni ne zaman affeder onu bilmiyorum. Seni ayarttığımı düşünüyor. Zaten daha önce de bu konuda kapışmıştık. Sen bu gece hiç eve gitme bence, otele falan git, yada Özlem’in yanına…” diyerek yanıtladı.

“Özlem’in yanına gidemem. Daha ilk günden kavga ettiğimizi anlar, aynı şekilde annemin yanına da gidemem. Mecburen bir otel filan bulmam gerek…” dedim. “Bilmiyorum hayatım. Yani biraz sıkıntı olacak senin için, ama uzun sürmez bu durum. Seni çok seviyor, senden ayrı kalamaz. Merak etme, birkaç güne kadar her şey düzelir. Hem o şekilde bizi görmesi de iyi oldu. Öbür türlü Kamer anneyle teyzen bizi iş üstünde yakalayacaktı!” dedi kahkahayla ve sonra da kapattı telefonu.

Kendime geceyi geçirebileceğim bir yer bulmam gerekiyordu. Yeni karım evliliğimizin ikinci gününde beni evden atmıştı. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Hangi otele gitsem, nereye gitsem diye düşünüp dururken aklıma Melahat geldi. Daha Pazar günü Aysel’in evinde kolumdan tutup, “Ben senin karınım!” diyerek kendisini ihmal ettiğimi söylemiş, onda kalmam için ısrarcı olmuştu.

Arabaya atlayıp Melahat’ın evine doğru yola çıktım. Binanın önüne geldiğimde Melahat’ın giriş kattaki dairesinin ışıklarının yandığını gördüm. Buraya gelmeyeli epey olmuştu, üstelik kirasını ben ödediğim halde. Melahat taşındığında binanın bir iki dairesinde oturan vardı, ama şimdi nerdeyse bütün daireler dolmuştu. Her birinin ışıkları yanıyordu.

Zile bastım. Birkaç saniye sonra zilin yanındaki hoparlörden Melahat’ın, “Kim o?” diyen sesi geldi. “Benim, Osman!” dediğimde, “Osman?” dedi heyecanla ve o anda demir kapı cızırdadı. Kapıyı açıp içeri geçerken Melahat’ın daire kapısı açıldı bu kez. Melahat kapının önündeydi. “Misafir kabul ediyor musun?” diye sordum. “Ne misafiri, sen ev sahibisin!” dedi gülümseyerek ve içeri geçmemi işaret etti.

Kapıyı kapatırken, “Hayırdır, hangi rüzgâr attı seni böyle?” diye sorunca, “Anlatırım…” dedim. Melahat yılların kurduydu, insan sarrafıydı. Bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Salona geçtiğimde bir sürpriz bekliyordu beni. Salonda bir kadınla iki kız çocuğu vardı. Kadın çekyatta otururken kızlar ayağının dibinde oturmuş oyun oynuyordu. Kadın beni görünce tedirgin oldu ve ayağa kalktı. Kadının yüzü tanıdık geliyordu, ama nerden olduğunu çıkartamıyordum. Ama sonra Cumartesi günü Keriman’ın evinde gördüğüm kadın olduğunu anladım. Bir akşam vakti Melahat’ın evinde ne arıyor diye düşünmeden edemedim.

Arkamdan gelen Melahat, “Nermin, bak sana bahsettiğim eşim, Osman!” dedi. Kadın ürkek bir sesle, “Hoş geldiniz…” deyince, “Hoş bulduk!” dedim. Yerde oyun oynayan kızların biri 4-5 yaşlarında iken diğeri 2-3 yaşlarında görünüyordu. İkisi de sarı saçlı ve çok sevimliydi. Nermin bana yan gözle ve çekinerek bakıyordu. Keriman’ın evinden sonra burada da karşılaşmıştık.

Kısa bir sessizliğin ardından Melahat, “Osman az gelsene…” diyerek bana seslenince kalktım. Melahat beni yatak odasına sokup, “Hayırdır, ne oldu?” diye sordu. “Karım evden attı, gidecek bir yerim yoktu, sana geldim!” dediğimde gülmemek için kendini zor tuttu. “Ne yaptın da evden attı?” diye sorunca, “Beni arkadaşıyla bastı!” dedim gülerek. Melahat, “Tövbe tövbe!” diye başını sağa sola salladı birkaç kez.

Başını örtmemişti. Uzun, dalgalı ve kumral saçları beline dökülüyordu. Parmak uçlarımı saçlarında gezdirirken, “Sen bırak şimdi beni, bu kadın ne arıyor burada?” diye sordum. “Sorma, şerefsiz kocası dövmüş. Bu da bıçak çekmiş o sinirle, herifi elinden yaralamış. Sonra da çocuklarını alıp kaçmış. İki büyük kızı var, onlar bir akrabasında kalıyor. Bu küçükleri de bunlar. Aysel hocanın yanına geldi bugün. O da benim yanıma yerleştirdi…” dedi.

“Peki ben nerde kalacağım, bu kadın buradaysa…” derken kesti sözümü ve “Sen boş ver onu. Bu evin kirasını sen veriyorsun, o değil. Hem devamlı kalmayacak zaten, bakarsın yarın öbür gün barışır kocasıyla, çeker gider!” dedi. Sonra da, “Aç mısın, bir şeyler yer misin?” diye sordu. “Yok, sağ ol, doyurdum karnımı!” dedim. “İyi o zaman, çay koyayım ben…” diyerek mutfağa geçince ben de salona geri döndüm.

Nermin orta yaşlı, 34-35 yaşlarında gösteriyordu, ama aklımda kaldığı kadarıyla Tuğba onun 27 yaşında olduğunu söylemişti. Çok küçük yaşta evlenmiş ve dört kız çocuk doğurmuştu. Hatta Keriman onun yine hamile olduğunu söylemişti. Kocası erkek çocuk doğurana kadar onu sikmeye, hamile bırakmaya devam edecekti.

Orta boylu, etine dolgun bir kadındı. Uzun çiçekli bir basma etek giymişti Nermin. Üzerinde ise uzun kollu yeşil bir bluz vardı. İri ve dolgun memeleri bluzun altında kendini belli ediyordu. Geçen gün Keriman’ın evinde gördüğümde üzerinde örgü bir yelek vardı ve memelerinin bu kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Hafif çıkıntı yapmış göbeği de belli oluyordu aynı zamanda. Ne de olsa hamileydi. Başını beyaz ve kenarları işlemeli büyük bir türbanla bağlamıştı.

Melahat çay koyup yanımıza döndüğünde havadan sudan konuştuk. Ancak ne Nermin ne de ben daha önce karşılaştığımızdan bahsetmedik. Nermin daha 2-3 gün önce ev sahibinin evinde gördüğü adamın yanına sığındığı kadının kocası olduğunu öğrenmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Bu her halinden belli oluyordu. Kaçamak bakışlarını görüyordum. Ben de aynı şekilde onu yeniden görmenin şaşkınlığı içindeydim. Belki onun kadar değilse bile şaşkındım.

Çaylarımızı içerken servis işini Nermin yapıyordu. Bense onun dolgun ve genç vücudunu inceliyordum. Bir ara mutfağa giderken eteğinin götünün arasına girdiğini gördüm. Etek koca göt yanaklarının arasında kalmış sanki bir mengenenin arasındaymış gibi sıkışmıştı. Göt yanakları adım attıkça löpürdüyordu.

Tabii yanımda oturan Melahat da benim gördüğümü görmüştü. Koluma hafifçe dokunup kızların duyamayacağı bir sesle, “Hişş, ne yapıyorsun?” dedi bir gözünü kırparak. “Ne yapayım, elimde değil!” dedim gülerek. Melahat’ın buna cevabı, “Ben senin karınım, o değil. Sen benim götüme bakacaksın, onunkine değil!” dedi sinirlenmiş gibi. Nermin yeniden salona döndüğünde eteğini düzeltmişti.

Bir süre daha oturmaya devam ettik. Nermin’in çekingen, ürkek hali yavaş yavaş kaybolmaya başlamış gibiydi. Kocasından dayak yediği için buraya sığınmış biri gibi değil de, dedikodu yapmaya gelmiş gibiydi ve hafif doğulu şivesiyle konuşuyordu Melahat’la. Gözü karardığında kocasına bıçak çekip onu yaralayan bir kadından ziyade kendi halinde birine benziyordu bu haliyle.

Ben de bu sırada yerdeki kızlarla oyun oynuyordum. Büyüğünün adı Şeyma, küçüğününki ise Seda idi. İkisi de çok şeker ve güzeldi. Kızların sarı saçlarına bakılırsa anneleri de büyük ihtimalle sarı saçlıydı. Nermin’in başına örttüğü büyük türbanının altında sarı saçları olduğuna emindim.

Kızların uykusu geldiğinde saat gece 12’ye geliyordu. Melahat, “Nermin şu çekyatı açalım da kızlar yatsın, sen de bunda yat!” deyince, “Olur abla, sen nasıl istersen!” dedi. Melahat, “Osman sen de içeri geç, ben de birazdan gelirim…” dediğinde, “Tamam!” dedim. Ne de olsa Melahat benim karımdı. Aysel’in uyduruk nikâhıyla evlenmiştik. Nermin bu sırada göz ucuyla bakıyordu bana. Kendisi kocasının dayağından kaçıp buraya sığınmıştı ve yanına sığındığı kadının birazdan kocasıyla çatır çatır sikişeceğini de iyi biliyordu. “Allah rahatlık versin…” dedi çekingen bir sesle. “Size de!” dedim ve yatak odasına geçtim.

Çok ilginç bir gün olmuştu benim için. Güne ikinci karımın evinde uyanmıştım. Sevişmiş, kahvaltı yapıp gezip tozmuş, alışveriş yapmıştık. Hatta alışveriş poşetleri halen arabanın bagajındaydı. Ama sonra işler ters gitmeye başlamıştı. Önce Natalya ve Fikriye Hanım yüzünden bir kıyamet kopmuştu. Bu kıyameti Hüsniye ile yaşadığım güzel bir sikiş takip etmiş, ama sonra yeniden sahneye Refiye çıkmış ve işler berbat olmuştu. En sonunda gün bitip de yeni güne girerken Melahat’ın evindeydim.

Refiye’yi arasam mı diye düşündüm, ama sonra vazgeçtim. Hüsniye onu benden daha iyi tanıyordu, birkaç güne her şey düzelir derken haklıydı belki de. Çırılçıplak soyunup yatağa girdim. Beş dakika kadar sonra Melahat geldi. Kapıyı kapatır kapatmaz, “Soyundun mu?” diye sorduğunda üzerimdeki yorganı kaldırdım. Melahat çıplak vücuduma bakıp, “Aferin, işte hep böyle ol!” dedi gülerek ve ardından soyunmaya başladı.

Siyah uzun eteğini sıyırıp çıkardığında beyaz, dolgun kalçaları ve bacakları çıktı ortaya. Üzerindeki çiçekli gömleğini yukarı kaldırıp döndü kendi etrafında birkaç kez. Siyah bir tanga giymişti ve tanganın ipli arkası göt yarığının içinde kaybolmuş gibiydi. Önce tangasını ardından uzun kollu gömleğinin düğmelerini tek tek açıp çıkartırken kendi kendine dans ediyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Sanki bana striptiz yapıyordu. Gömleği çıkardığında beyaz atleti ile kaldı. Sutyen giymemişti ve atletin altından iri, sarkık memeleri tüm haşmetiyle belli oluyordu. Atletini de başının üzerinden çıkardığında memeleri löpürdedi tıpkı Nermin’in götünün yanakları gibi. Aklım halen onun götünün arasına giren eteğindeydi.

Bembeyaz ve yaşına rağmen genç görünen vücuduyla karşımdaydı Melahat. Amının üzeri ve etrafı tertemizdi yine. Bacaklarında, kollarında kıldan ve tüyden eser yoktu. Küçük striptiz şovuna ve mırıldanmaya devam ediyordu. Memeleri sallandıkça memelerinin üzerindeki çiçek dövmeleri sanki gerçek bir çiçeğin rüzgârda sallanması gibi sallanıyordu. Bir elini amına atıp yoğururken diğeriyle de memelerini avuçluyordu. İri, sarkık memelerinin etli ve koyu kahve uçlarını emiyor, beyaz meme başlarını yalıyordu.

Yıllarca kerhanelerde çalışmış, binlerce yarak yemiş ve erkek tanımıştı. Bunun dışında porno filmlerde oynamış ve yine porno dergilere poz vermişti. Feleğin çemberinden geçmiş bir kadındı. Çıplak vücuduna bakarken jilet izlerinin olduğu kollarını, bıçak yaralarını ve karnındaki sezaryen izine de bakıyordum.

Sırtını döndü bana ve götünün yanaklarını avuçladı. Onları hamur gibi sıkıp yoğururken bir taraftan da hafif hafif öne doğru eğilip domalıyordu. Sonunda iyice domalmış bir hale geldiğinde bacaklarını ayırdı iki yana. Sağ elini amına atmış ovalarken geniş ve derin bir çukuru andıran göt deliği göt yanaklarının arasında belirdi. Bir süre bu halde dizlerini kırıp doğrularak kendince dans etmeye devam etti. Bense film izler gibi izliyordum.

Sonunda kendi kendine yaptığı dans sona erdiğinde, “Hoşuna gitti mi?” diye sordu. “Çok!” dedim. Melahat ışığı söndürmeden önce küçük bir gece lambasını prize taktı. Lambayı söndürünce odanın içi küçük lambanın sarı renkli ışığıyla dolarken yanıma uzandı. “Kadın yattı mı?” diye sordum. “Bilmiyorum, ben açtım çekyatı. Yatarsa yatar…” dedi. “Hayırdır, kadının gelmesinden pek hoşlanmamışsın herhalde?” dediğim zaman, “Yok, hoşlanmamak değil de… Bunlar doğulu, sağı solu belli olmaz bunların. Kocası da zaten dayısının oğluymuş. Bakarsın yarın öbür gün herif benim kapımı keser, sen benim karımı alıkoydun, senin yüzünden oldu da diyebilir. Olmayacak şeyler değil bunlar…”

“Ee, ne olacak peki, kadını gönderecek misin?” diye sordum. “Yok, ne göndermesi. Aysel hoca bir şey demeden yapamam. Kadından yana sıkıntım yok, ama kocası yada akrabaları filan bir pislik yapabilirler, yoksa kadının da çocukların da bana zararları yok!” dedi başını göğsüme koyup. Memelerini karnımda, etimde hissediyordum. Hüsniye’den sonra Melahat ile güzel bir sikiş yaşayacaktım, ama öncesinde bir süre o şekilde kalıp hasret gidermek istiyordum. Ancak Melahat benim gibi düşünmüyordu herhalde ki sol elini yarağıma atmıştı yorganın altından.

Yarağımı sıvazlarken, “Senin şu milli forma işi ne oldu?” diye sordum. Başını kaldırıp, “Ne milli forması?” dedi, ama hemen sonra, “Haa, şu mesele mi?” dedi gülerek. “Sorma, güya kadın bugün oğlunu getirecekti. Ama sonra bu Nermin meselesi ortaya çıkınca öyle kaldı. Garibim bugün milli olacaktı şu kadın gelmese. Neyse o yoksa sen varsın. Zaten bana öyle acemiler değil, senin gibi uzmanlar lazım!” dedi göğsümü öperken.

Melahat bu şekilde yarağımı sıvazlayıp beni öpmeye başlamışken daha fazla tepkisiz kalamazdım. Dudaklarına yumuldum. Her iki dudağını emerken Melahat’ın maharetli eli yarağımı kazık gibi yapmıştı bile. Sağ elim memelerinde geziniyor, onları sıkıp yoğuruyordu. Dilimi ağzının içine soktuğumda Melahat sıcak ve ıslak diliyle karşılık verdi buna. Hemen ardından da ağzını araladı ve dilini çıkardı dışarı. Küçük, sarı lambanın ışığında dillerimiz adeta birbiriyle kenetlenmiş gibiydi. Yarağımın amıyla buluşmasından önce dillerimizin sikişiyle zevke geliyorduk. Engel oluşturan üzerimizdeki yorganı açtım iyice, çıplak vücudum odanın serinliğiyle ilk anda üşüse de sevişmenin sıcaklığı baskın çıkmaya başladı.

Memelerini deli gibi sıkıp yoğururken bir taraftan da karnını okşuyordum. Karnındaki ameliyat izini parmak uçlarımda hissediyordum. 54 yaşındaydı, ama yaşına rağmen kaymak gibi pürüzsüz ve kadife gibi yumuşak bir teni vardı Melahat’ın. Ve sonuçta uyduruktan bir nikâhla da olsa karımdı, benim helalimdi. Hiç düşünmeden beni evine almış, gece vakti dışarda kalmamı önlemişti.

Melahat’ın ucuz ve dandik çift kişilik yatağından hafif gıcırtılar gelmeye başlamıştı bile. Zaman zaman yatağın yaylarından tok seslerin geldiği de oluyordu. “Kadın şimdi işkillenmesin, biraz beklese miydik?” dediğimde Melahat, “Siktir et kadını, sen onu bırak benimle ilgilen!” dedi ve ardından dudaklarıma yumuldu. Kontrolü ona bıraktım. Melahat üzerime uzanıp dudaklarımı emmeye başladı bu kez. Her iki dudağımı vakumluyordu resmen. Ara ara, “Hımm, hımm…” sesleri çıkartıyor, aç bir kurt gibi saldırıyordu.

“Hişş, sakin ol. Bak kadın duyabilir!” dediğimde, “İstersen onu da çağırayım aramıza?” dedi sinirle. Gülerek, “İyi olur!” dediğimde hiç cevap vermedi ve dudaklarımı emmeye devam etti. Ellerim sırtında, belinde ve göt yanaklarında geziniyordu bu sırada. İri memeleri çıplak göğsümün üzerinde baskı oluşturuyor ve sallanıyordu. Uzun saçları yüzümü yalıyordu sürekli ve lambanın zayıf ışığını görmeme engel olan bir perde oluşturuyordu. Karanlık bir odadaydım sanki ve Melahat’ın sıcak ve şiddetli nefesini yüzümde hissediyordum saçlarından ayrı olarak.

O dudaklarımı emerken ben de boş durmayıp göt yanaklarını sıkıp yoğurdum. Birkaç şaplak attığımdaysa ummadığım kadar ses çıktı. Melahat, “Ses yapma diyorsun, ama sen ses yapıyorsun!” dedi dudaklarımı emmeyi bırakıp. “Ne bileyim bu kadar ses çıkacağını?” dediğimde, “Benim götüm halen taş gibidir, sen ne sandın beni?” dedi küçük bir kahkahayla. Yılların orospusuydu Melahat, ama bu yaşında bile sevdiği erkekle birlikte olabilmenin açlığını çekiyordu.

Melahat yeniden dudaklarıma yumulmak istediğinde onu omuzlarından tutup durdurdum. “Bırak şimdi öpmeyi, ağzına al biraz da!” dedim. “İyi, tamam!” dedi saçlarını sırtına atarak ve ardından ayakuçlarıma doğru kaydı dizleri üzerinde. Dörtayak üstüne domalmış halde yarağımı ağzına aldığında tarifsiz bir zevk dalgası gezindi vücudumda. Melahat’ın yoğun ve müthiş saksosu Hüsniye’ninkini aratmıyordu, hatta onunkinden bile iyiydi.

Yarağımı gırtlağına kadar sokup çıkartıyordu. Lambanın sarı ışığında yarağımın ağız boşluğunu doldurduğunu görüyor ve bundan büyük mutluluk duyuyordum. Melahat’ın ıslak ve sesli saksosu zaten sertleşmiş yarağımı daha da şişirmiş ve sopa gibi yapmıştı kısa sürede. Yarağımdan akan zevk sıvıları onun tükürüğüyle birleşip taşaklarıma doğru akıyordu. Melahat’ın başı aşağı yukarı kalkıp indikçe yarağım ağzının içinde makinenin içindeki piston gibi gidip geliyordu.

Bütün bunlar olurken altımızdaki yataktan sesler gelmeye de devam ediyordu. Melahat’la iki kez sikişmiştim şimdiye kadar. İlki Aysel’in evinde olmuştu. Aysel’in nikâhının ardından onun yatağında gerdeğe girmiştik. İkinci sikişmemiz ise bu evde, evi tuttuğum gün olmuştu. Ayaküstü yaptığımız o sikişin üzerinden uzun zaman geçmişti ve o zamandan beri Melahat’ın eline erkek değmemişti.

Melahat öpüşme faslı gibi sakso faslını da uzatmak istiyordu, ama artık buna son vermesi gerektiğini söyledim. Yoksa ağzına patlayacaktım. Melahat, “İyi tamam!” diyerek doğrulurken yarağım füze gibi havaya dikiliydi. Melahat yatağın üzerinde ayağa kalktı, ayaklarını kalçalarımın yanından bastırdı yatağa iyice. Bu sırada yatağın yayları gıcırdamıyor sanki feryat ediyor, avaz avaz bağırıyordu.

“Nerden aldın bu amına koyduğumun yatağını?” dediğimde, “Param buna yetti, ne yapayım?” dedi. Sonra da işer gibi çömelirken yarağımı kavradı sağ eliyle ve amına soktu. Amı senelerce sikile sikile genişlediğinden öyle çok uğraşmasına gerek yoktu. Ayrıca Melahat amını iyi tanıyordu. Onun nerde olduğunu iyi biliyordu. Karım bazı zamanlarda bu şekilde üste çıktığında yarağımı amına hizalamak için biraz uğraşmak zorunda kalıyordu. Oysa Melahat çok deneyimliydi.

Yarağımın kafası amının dudaklarıyla buluşurken saniye bile geçmeden amının derin ve geniş boşluğuna girivermişti. Amı sımsıcaktı ve ıslak yarağımı kaplamıştı bu sıcaklık. Hemen ardından Melahat ellerini göğsüme attı, dizlerini de yatağa dayadı. İleri geri yaylanmaya başladığında yarağım amına girip çıkmaya başlamıştı.

“Immm, oğhh, uhhh, ağhhh, ıhhh…” sesleri dökülüyordu dudaklarından. Yatağın yaylanmaları ve gıcırdamaları da son sürat devam ediyordu yine. İri memeleri sallanıyordu bu hareketleriyle. İki elimle kavradım memelerini ve okşamaya, yoğurmaya başladım. Etli uçlarını parmak uçlarımla sıkıyordum. Melahat ise iniltilerini devam ettiriyor, atın üstündeki jokey gibi yaylanmayı sürdürüyordu.

Zaman zaman duruyor, kendini kasar gibi hareketler yapıyordu. Bu anlarda karnının etlerinin, kalçalarının sertleştiğini görüyordum. Birkaç saniyelik bu duraklamaların ardından yine aynı hızla ve şiddetle yaylanmaya devam ediyordu. Yarağım taşaklarıma kadar amındaydı. Bir ara şiddetli bir, “Offf…” sesi çıkardı Melahat. “Yavaş ol!” dediğimde, “Sen karışma!” dedi ve ardından ellerini göğsümden çekip dik bir hale geldi.

Bu şekilde götünü sağa sola, ileri geri sanki bir daire çiziyormuş gibi hareket ettirmeye başladı. Derin ve geniş amının içinde kaybolan yarağım da bir kalem gibi daire çiziyordu bu sırada. Melahat’ın iniltileri devam ederken benden de inlemeler, zevk sözcükleri çıkmaya başlamıştı. Yatağın şiddetli gıcırdamaları eşlik ediyordu inlemelerimize. Ellerim Melahat’ın karnında, kalçalarında ve memelerinde geziniyordu. Sallanan iri memelerini avuçlayıp sıkıyordum durmadan.

Melahat bir süre sonra ellerini kalçalarıma atarak kendini biraz daha geriye yasladı. Sürekli olarak ileri geri yaylanıyordu. Yarağımı amının içinde hapsetmişti. “Uhh, çok güzel, çok iyi, işte böyle, devam et, devam et…” deyip duruyordum. Refiye’nin ortaya çıkmasıyla beraber Hüsniye’yi ikinci kez sikme şansını kaçırmıştım, ama şimdi Hüsniye’nin yerini Melahat almıştı. Melahat’ın uzun saçları hareketleriyle birlikte sallanıyordu tıpkı memeleri gibi. Memelerini avuçlamayı bırakmış şimdi onların sallanışlarını sinema izler gibi izliyordum.

Melahat’ın hareketleri gittikçe hızlanmaya başladığında dudaklarından iniltilerle karışık hırıltılar çıkmaya başladı. Boşalmaya yaklaşıyordu gitgide. Yatağın gıcırtıları bu anlarda öylesine artmıştı ki içerdeki Nermin’in duymaması mümkün değildi. Eğer üst katta da yatak odası varsa oradakilerin de duymaması aynı şekilde mümkün değildi. Ama bunların hiç birini önemseyecek, düşünecek halde değildik. Sikişmenin olağan ve doğal zevkini sonuna kadar yaşıyorduk. 54 yaşındaki bir kadınla 30 yaşındaki bir adamın onca yaş farkına rağmen birbirlerine duydukların özlemin ve sevginin işaretiydi inlemelerimiz ve çıkan sesler.

Melahat’la beraber ben de boşalmaya yaklaşıyordum. Her yerim, kaslarım gerilmeye başlamıştı. Melahat’ın karnının etleri, kalçaları kasılıp duruyordu sürekli. Saniyeler içinde şiddetli bir boşalmanın verdiği zevk her yanımı kapladı. Coşkun bir dere gibi döllerimin Melahat’ın amına aktığını, amını suladığını hissediyordum. Melahat’ın hareketleri yaylanmadan çok zıplamaya dönüşmüştü. Şiddetli ve tok ‘Şlop, şlop, şlop…’ sesleri terli kasıklarımızdan odanın içine yayılıyordu. Yatağın gıcırtıları son sürat devam ederken dudaklarımızdan istemsizce çıkan iniltiler, ahlamalar ve ıhlamalarla küçük oda bir konser salonuna dönüşmüştü adeta.

54 yaşında, yıllarca kerhanelerde çalışmış bir kadın sevdiği genç adamla sikişirken zevk almış, boşalmış, mutlu olmuştu. Bunun benim için gurur verici olduğunu düşünüyordum. Odanın serinliğine karşın ter içinde kalmıştık. Yorgun ve bitkin bir durumdaydık aynı zamanda. Melahat yavaşça sol bacağını kaldırdı, ardından sağ bacağını da kaldırınca işer gibi çömelmiş bir hal aldı. Melahat’ın etli, şişmiş ve sarkık amının dudaklarını bir gölge gibi gördüm küçük lambanın sarı zayıf ışığında. Yarağım döllerim ve amının zevk sıvıları ile kaplanmıştı.

Az sonra Melahat yanıma uzanmış, başını göğsüme koymuştu. Derin ve hırıltılı nefes alışverişlerinin arasında birkaç kez şiddetle öksürdü. Oda öksürük sesleriyle çınlarken, “Ayyy, ahhh… Çok güzeldi, çok teşekkür ederim…” dedi ve çıplak göğsümü öptü. Islak yarağım ışığın altında parlıyordu. Kafası şişmiş ve büyümüş gibiydi sanki.

“Nermin duymuş mudur?” diye sordum. “Duyduysa duydu, ne yapalım. Sonuçta sen benim kocamsın, o da biliyor bunu. Benim evime gelen kendisi. Hem ne demişler, misafir umduğunu değil bulduğunu yer… Kaç zaman sonra sana kavuşmuşum, değil Nermin içerdeki Aysel hoca olsaydı bile aynısını yapardım…” diyerek yanıtladı.

Saçlarını okşadım. Terli alnını öptüm uzun uzun. Sürprizlerle dolu bir günü geride bırakmış, Melahat sayesinde yeni güne güzel bir açılış yapmıştım. İkimizin de gözlerinden yorgunluk akıyordu artık. Yorganı çektim üzerimize ve tıpkı gerçek bir karı koca gibi sarılıp derin ve tatlı bir uykuya daldık…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!