Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (64)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 64. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Telefonun yanıp sönen ışığı odayı bir aydınlatıyor, sonra tekrar karanlık çöküyordu. 2 tane okunmamış mesaj olduğu yazıyordu ekranda. Kalbim küt küt atıyordu. Acaba annem ne yazmıştı. Hem sonra annem mesaj yazmayı nerede, ne zaman öğrenmişti. Telefonunu açıp birini aramasını bile ben öğretmiştim bir zamanlar.

Karım yüzükoyun yatıyordu. Tombul götü tümsek yapmıştı ince yorganın altında. Her şeyden habersiz öylece uyuyordu. Cesaretimi toplayıp mesajları açtım. “Seni orospu, oğluma bir şey dersen seni gebertirim, ağzına sıçarım, sen ne biliyorsun, sürtük!” diye yazmıştı ilk mesajında. “Sakın oğluma ağzından bir şey kaçırma. Öbür türlü seni de zamanında kimin siktiğini söylerim millete!” diyordu ikincisinde ise.

Bu son mesaj cinlerimi tepeme çıkardı. Ama bu mesajlardan sonra annemin babamı aldattığına kanaat getirmiştim. Karım halen uyurken saçlarına asıldım, ağzını sıktım. “Amına koyduğumun sürtüğü, bu mesajlar ne böyle, anlat bana!” Dişlerimi sıkıyor, bağırmamak için kendimi zor tutuyordum. Karım yarı uykulu ne olduğunu anlamaya çalıştı önce, karanlıkta yüzümü görünce de, “Kurban olurum, Osman, ne diyorsun sen, kurban olduğum?” deyip duruyordu. Suratına birkaç tokat attım, yatağın üzerine düştü. Işığı açtığımda dudağının kanadığını gördüm. Epey şiddetli vurmuştum anlaşılan o hınçla, ama ben kanı görünce fark ettim bunu.

Karım dudağını tutuyor, ağlıyor, bir şey söylemeye çalışıyor, ama söyleyemiyordu bir türlü. Ona telefonundaki annemden gelen mesajları gösterdiğimde, “Ben görmedim bunları, bilmiyorum!” dedi. Doğru söylediğini biliyordum, ama yine de son mesaj kendimi kaybetmeme sebep olmuştu. Karıma, “Bu ne lan, bu ne?” dedim sinirle. Sonra sesimi kısıp saçlarına asıldım, “Bu ne lan? Annem ne diyor? Kim sikti lan seni? Orospu!” diyerek suratına tükürdüm, yatağa fırlattım.

Karım, “Kurban olurum, ne diyorsun sen? Yok öyle bir şey. Anlattım ya sana. Başka bir şey yok, kimse yok, ben orospu değilim, ama senin anan orospunun önde gideni!” dedi. Bunu duyunca birkaç sert tokat attım suratına gene. Karım yediği tokatlardan bayılır gibi oldu, ama yine de ses çıkarmadı, karşı gelmedi. “Bana istediğin kadar vur, ama gerçek bu. Annenin çok aşığı oldu, başkaları da var!” dedi.

Bir süre sakinleşmeye çalıştım. Karım ise banyoya geçip yüzünü yıkadı. Dönünce de annemle aralarında geçen konuşmaları anlatmaya başladı: “Annen aradı beni. Beni ve kızlarımı tehdit etti, beni eve almayacağını, eğer sen karşı gelirsen seni de evden kovacağını söyledi. Babana da küfürler etti. Beni en çok baban gelin olarak istediği için babana bir sürü küfür etti. Ben de (Osman’a bildiklerimi anlatırım!) dedim. O zaman annen kendini kaybetti. Bana devamlı küfür ediyordu, ben de dayanamayıp telefonu sessize aldım. Mesajları da görmedim!” dedi.

Karıma, “Ne biliyorsun?” diye sordum. Ondan annemin aşıklarını anlatmasını istediğimin farkındaydım. Ama bunu öğrenmek istiyordum. Karım önce, “Boş ver, mutluluğumuz bozulmasın, ben seni çok seviyorum, kurban olurum!” dese de, zorlayarak anlatmasını istedim. Gözlerimden uyku akmasına rağmen karım anlatmaya başladı, ben de dinliyordum:

“Eskiden, yani seninle evlenmeden önceleri annenle pazara giderdik. Yazın sıcak zamanlarda annen üzerine uzun kollu gömlek giyer, ama içine sutyen takmazdı. Yada pardesü giyse bile içine bir şey giymezdi. Düğmelerinin arasından memeleri görünürdü, pazarda erkeklerin ona dönüp baktıklarını kaç kere gördüm. Annene (Abla niye böyle giyindin?) dediğimde, (Kız çok sıcak, ne yapayım!) derdi, ama ben inanmazdım. Sıcaksa bana da sıcaktı. Ben niye o sıcak havada öyle kapanıyordum o zaman. Böyle böyle annen erkeklere gösterirdi kendini. Altına bir etek giyer, bütün götü meydanda. Pazarda erkekler ona laf atardı, bazen eve döndüğümüzde de (Kız pazar da çok kalabalıktı, bazıları götümü yokladı, ama kimdir bilmiyorum!) der gülerdi, bundan memnun olurdu sanki. Benim yüzüm kızarır, ama onun kızarmazdı. Devamlı gittiğimiz bir meyve sebze tezgahı vardı. Tezgâhın başındaki adamla konuşurdu devamlı. Adam buna bazen kaş göz ederdi. Hatta adam birkaç kez bana da işaret vermeye çalıştı, ama ben ağzına sıçtım onun. Annen eve döndüğümüzde çok kızdı bana. Ben de o günden sonra tek gitmeye başladım pazara. O zamanlarda da birkaç sefer özellikle anneni gözledim, adamla çok senli benli görünüyordu… Evlendikten sonra annen bana kaç kere sordu (Oğlum seni nasıl sikiyor, oğlumu doyurabiliyor musun?) diye. Ben çok utanıyordum o bunları söylerken. Sonra bir gün benim çekmecelerimi karıştırmış, senin bana aldığın o ipli külotları, tanga mıdır nedir, onları bulmuş. Bana dedi (Kız, oğlum seni sikerken bunları mı giyiyorsun zilli, şunları ben de bir giyineyim bakalım, yakışacak mı?) diyerek onlardan bazılarını aldı!” dedi.

Şaşkındım. Annem, karım ve kızlarına mayo giydirmeme bile laf etmiş, ama karıma aldığım tangalardan, ip külotlardan giyinmişti. Annem beni ve herkesi fena halde kandırmıştı. Artık ne diyeceğimi, yapacağımı bilmiyordum.

Karım anlatmaya devam etti: “Bu Sermet’le ilişkisinin halen devam edip etmediğini bilmiyorum. Onları birlikte olurken görmedim bir daha, yani cinsel anlamda. Ama devam ettiğini tahmin ediyorum. Annenle onu birkaç sefer yolda konuşurken gördüm. Pek öyle ayaküstü konuşma gibi gelmemişti bana… Sonra şey var, nasıl desem, anneni parkta bir adamla konuşurken gördüm bir gün. Biz evlendikten bir ay kadar sonraydı. Hatta yanımda Esra da vardı, bana da o gösterdi (Anne bak!) diye. Esra gizlice resimlerini de çekti. Annen adamla sarmaş dolaştı resmen. Ben de Esra’yla bir köşeye oturup onları izlemeye başladım. Annen adamın omzuna koymuştu başını, adam da beline sarılmıştı. Konuşuyor, gülüyorlardı. Adam ara sıra annenin kulağına bir şeyler söylüyordu. Belki yarım saate yakın oturdular, sonra da kalktılar. Adamla bir taksiye binip gittiler sonra. Adamın kim olduğunu bilmiyorum, tanımıyorum ben. O gün akşam sen gelmeye yakındı annen uğradı bize. Dayının karısına misafirliğe gittiğini söyledi, ama ben yalan söylediğini biliyordum… Birkaç ay önce de annen bize gelmişti, ablam da bizdeydi, oturup konuştuk. Akşama doğru annen (Markete gideceğim!) diye çıktı, telefonunu bizde unutmuş. Biz de önce anlamadık, sonra telefon çalınca anladık. ‘Güllü’ diye biri arıyordu. Bir iki kere aradı, sonra da bir mesaj geldi. Ablam (Ne yazıyor, şuna bir bakayım!) dedi, ben (Yok abla, şimdi laf eder, açma!) dedim, ama ablam dinlemedi beni, mesajı açtı. (Geçen gün çok güzeldi. Şu dediğimi kabul etsen daha da güzel olur. Sen de çok zevk alacaksın!) yazıyordu mesajda. Ablam da ben de çok şaşırdık. Belki yarım saat sonra annen geldi. (Telefonum sizde mi kalmış?) dedi, ben de ona verdim telefonunu, eve çıktı. Ertesi sabah sen gider gitmez de eve gelip (Benim mesajımı nasıl okursun sürtük!) deyip saçlarıma asıldı, dövdü beni. O zaman zaten aramızdaki kavga büyüdü. Annen o günden beri bana rahat huzur göstermiyor!” dedi.

Annem herkesi kandırmıştı. Telefonundaki ‘Güllü’ diye yazan belli ki aşığıydı. Annemin işi bu noktalara vardırdığını tahmin edemezdim. Ne yapacağımı bilmiyordum, o anda uykusuzluktan başka bir şey de gelmiyordu aklıma. İçimden küfürler savuruyordum. Yatağa uzandım ve uykuya daldım.

Uyandığımda saat öğleye geliyordu. Karım kalkmış, televizyon izliyordu. Yatakta doğruldum. Başım ağrıyordu. Banyoya geçip ılık suyla duş aldım. Karım dilini yutmuş gibiydi. “Ne oldu gene?” dedim sinirle. Karım, “Annenle konuştum…” dedi. “Eee?” dedim. Karım, “Annen bana bağırdı, çağırdı, küfretti!” dedi. Sonra da ekledi, “Ben yalan söylemiyorum Osman, sen de göreceksin. Esra’dan o resimleri istedim. Esra bir şeyler söyledi ama ben anlamadım. Sen arasana onu!” deyince, ben hemen aradım Esra’yı. Sesini duymak hoşuma gitti. Esra bana, “Ya ben anneme söylüyorum anlamıyor bir türlü. Ben mail atarım diyorum, kafası basmıyor kadının!” dedi. Esra’ya, “Annene karşı saygılı ol!” dedim azarlar gibi. Esra ise, “Bakıyorum karına toz kondurmuyorsun!” dedi gülerek. Esra’ya, “Hadi, mailini bekliyorum!” dediğimde, Esra, “Şeyy… ben resimleri gönderdim zaten de, başka bir şey daha var… Daha sonra gene mail atacağım, ama onlara bakarken annem olmasın yanında!” dedi fısıldar gibi ve pat diye kapadı telefonu. Esra’nın bu son söylediğinden hiçbir şey anlamamıştım.

Bir bilgisayar bulmam lazımdı. Aklıma Aydan geldi. Karıma, “Sen aşağı in, ben bilgisayar bulup bakayım!” dedim. Karım, “Ben de kalayım!” dese de, “Gerek yok, sen git!” dedim. Karım gene siyah pardesüsünü giyip, çiçekli parlak bir türbanla bağladı başını. O aşağı inerken ben de Aydan’ı aradım. Aydan, “Çapkın, çok erkencisin bugün!” dedi kahkahayla. Aydan çoktan kalkmış, havuz başında güneşleniyormuş. Ona bilgisayarına ihtiyacım olduğunu söylediğimde, “Tamam aşkım, geliyorum hemen!” dedi.

Odasının önünde bekledim bir süre. Temizlikçiler odaları temizliyordu. O ara karımla beni banyodayken gözleyen kadınla karşılaştım. Beni görünce yanakları pembeleşti. Ona, “Bizim odayı da temizleyeceksiniz değil mi?” diye sordum. “Evet, bu kattan sonra sizin kata gideceğiz. Önce sizin odanızı temizlerim!” dedi. O sırada da üzerinde ip askılı bluz, kısa bir şort giymiş olarak Aydan geldi. Saçları ıslaktı. Aydan temizlikçi kadını görünce, “Hülyacığım, temizledin mi odamı şekerim?” dedi. Demek temizlikçi kadının adı Hülya idi. “Evet abla, tertemiz oldu!” dedi Hülya. Ben Aydan’la içeri geçerken, Hülya da bana bakıyordu.

Aydan’ın yanında mailime bakmak istemiyordum. O nedenle Aydan’ın Laptopunu alıp odama çıktım. Bilgisayarı açtım, internete bağlandım. Mailime girdim. Esra’dan gelen bir mail vardı, açtım. Karımın dediği doğruydu. Esra cep telefonuyla annemin resimlerini çekmişti. Adamı görünce tanıdım hemen. Cemal abiydi. Yani eskiden bir ara babamla ortak olan bizim bir tanıdıktı. Ama sonra babam, Cemal abinin kendisine kazık attığını söyleyip ortaklığı bozmuş, onu da kovmuştu. Bu olay belki 15 sene önce olmuştu. Cemal abi o zamanlar bize çok sık gelip giderdi. Karısı Altın abla da annemin yakın arkadaşıydı. Benden büyük, yatılı lisede okuyan bir oğlu vardı Ömer adında. Kızları İpek benden birkaç yaş küçüktü. Sonradan babamla araları bozulunca da artık bize gelmez olmuşlar, bizimkiler de onlara gitmez olmuştu. Yine de onlardan haber alıyorduk. Ömer okuyup mühendis olmuş, İstanbul’a yerleşmişti. İpek ise erken yaşta evlenip, birkaç çocuk doğurmuştu.

Ama anlaşılan, annemle Cemal abi görüşmeye devam etmişlerdi. Çok canım sıkıldı. Annemle çok samimi oldukları görülüyordu resimlerde. Esra sanki ünlü insanların peşindeki Paparazziler gibi bir sürü resim çekmişti. Annemin nasıl olup da böyle bir şey yaptığını anlayamıyordum. Dayak yemiş gibiydim. Karım Cemal abiyi tanımamıştı. Zaten hepsi hepsi 6 ay kadar sürmüştü babamla ortaklıkları. O yüzden tanımaması normaldi.

Karımı aradım, nerede oduğunu sordum. Karım da, “Otelin bahçesindeki masalardan birinde oturuyorum, burada bir ablayla tanıştım, onların yanındayım, sen de gel hadi!” dedi. Sesi neşeli geliyordu. Karıma, “Ben birazdan gelirim!” diyerek kapadım telefonu. Başka gelen bir mail yoktu. Şimdi kalkıp Esra’yı aramak istemiyordum. Kim bilir ne hınzırlıklar peşindeydi. Ama merak etmiyor da değildim.

Ben bilgisayarı kapatırken odamın kapısı açıldı. Temizlikçi Hülya elinde bir kova, ellerinde kırmızı lastik eldiven, üzerinde pembe önlükle karşımdaydı. Hülya, “Şeyy, odanızı temizleyecektim, ama rahatsız ettiysem sonra gelirim…” dedi. Ona, “Yok, ben çıkıyordum zaten, siz temizleyin!” dedim. Pembe önlüğünün düğmelerini kapatmıştı. Şişman olduğu için önlük ona dar geliyordu. Belini sarmıştı önlüğü, koca memelerini de belli ediyordu. Önlüğün altında uzun çiçekli bir etek vardı, çorapsız ayakları eteğin altından görünüyordu. Parlak beyaz bir türbanla bağlamıştı başını. Yüzü pembe pembe olmuştu. Kapının önünde durmuş çıkmamı bekliyordu.

Çıkmadan önce kapıyı hafifçe iteledim ve “Hülya hanım, geçen münasebetsiz bir şeye şahit oldunuz galiba, sizden özür dilerim!” dedim. O anda zaten pembe olan yanakları daha da kızardı. Göğsü nefes alıp verirken bir inip bir kalkıyordu. “Anlamadım?” dedi Hülya. “Geçen banyodakini diyorum, o sizdiniz, biliyorum, karımla beni gözleyen!” dediğimde, Hülya sanki olduğu yere düşecek gibi sarsıldı. Hiçbir şey demedi, ama kızarmış yanakları çok şey anlatıyordu. Kolundan tuttum, “Senden hoşlandım, burdan gitmeden önce seninle olmak isterim, eğer istersen para da veririm!” dedim. Bunu söylerken kadını orospu gibi gördüğümü hiç düşünmedim, ama Hülya’nın sert sözlerini duyunca kendime geldim. “Ben orospu değilim!” dediğinde, “Seni kırmak istemedim, elbette orospu değilsin, ama senden hoşlanıyorum!” dedim.

Hülya önce biraz sustu, sonra da, “Ben evliyim, üç çocuğum var, bunu yapamam, hem kocam da burda çalışıyor!” dedi. Onun (Hem kocam da burda çalışıyor!) sözü aslında bunun mümkün olabileceğini anlatıyordu bana. “Kocam otelin mutfağında çalışıyor, yapamam!” dedi. O zaman cüzdanımdan bir kartımı çıkarıp verdim ve “Üzerinde cep numaram yazılı, fikrini değiştirirsen ara beni!” dedim. Kapıyı açıp merdivenlerden aşağı indim.

Aydan odasındaydı. Ona, “Bilgisayar biraz daha lazım olacak bana, müsaade edersen tabii?” dedim. Aydan, “Ne demek aşkım, geç içeri konuşalım!” dese de, “Yok, karım aşağıda!” dedim. Aydan, “Erika’nın dostu gelmiş, odalarına geçmişler. Adam senelerce Almanya’da çalışıp emekli olmuş, halen de aktifmiş anlayacağın!” dedi gülerek. Onu bırakıp aşağı indim.

Karım bahçedeki masalardan birinde bir karı koca ve çocukları ile oturuyordu. Adam beni görür görmez ayağa kalktı ve “Azizim buraya geldik, ama kalanların hepsi gâvurmuş meğerse. Ama çok şükür hanımınıza rastladık!” dedi gülerek. Adam adının Rahmi, karısının ise Meryem olduğunu söyledi. İstanbul’dan gelmişler. Rahmi orada inşaat malzemeleri satan biriymiş. Gördüğüm kadarıyla hali vakti epey yerinde bir adamdı. Karısı ise ev hanımıymış, o da karım gibi kapalıydı. Rahmi yaklaşık 50 yaşında, kırlaşmış sakalı olan biriydi. Orta boylu, zayıftı. Kumaş pantolonla gömlek giyinmiş, ayağına da sandalet giymişti. Ayağına giydiği siyah çoraplar sandaletin içinden görünüyordu. Kadın ise 45-46 yaşlarında vardı sanırım. O da karım gibi siyah bir pardesü giymişti, başını da parlak krem renkli bir eşarpla bağlamıştı. Eşarbıyla pardesünün yakası arasından beyaz koynu az da olsa görünüyordu. Pardesünün altındaki iri memeleri de belli oluyordu ayrıca.

İlk gözüme çarpan ise beyaz yüzü ve etli dolgun dudaklarıydı. Ancak dudaklarının üzerinde ve yanaklarındaki alınmamış siyah tüyleri de fark etmiştim. Çocuklar, 9-10 yaşlarında bir erkek ile 12-13 yaşlarında bir kızdı. Havadan sudan epey konuştuk. Rahmi biraz yılışık ve bencil bir tipti. Sürekli kendi konuşuyor, karısının konuşmasına izin vermiyordu. Kadının kocasından bıkmış olduğu her halinden belli oluyordu.

Meryem hanıma ara ara bakıyordum o sırada. Tipik bir Türk kadını, ev hanımıydı. Ama etli ve pembe dudakları her erkeği baştan çıkaracak kadar güzeldi. Ayrıca güzel ela gözleri vardı, siyah tüyleri de olsa bembeyaz tenli, kalın karakaşlıydı. O ara bir ayrıntı çekti dikkatimi. Meryem hanımın pardesüsünün taşlı düğmelerinin hepsi kapalıydı. Ama öne veya arkaya doğru hareket ederken düğmelerin arasından teni görünüyordu. Önce içine giydiği bir bluz olabilir diye düşündüm, ama hayır, bu onun kar gibi beyaz etiydi. Meryem Hanım sıcak havada yanmamak için içine bir şey giymemişti anlaşılan. Sutyeninin üzeri dantelli kısımları da o küçük aralıklardan görünüyordu çünkü.

Yerimde hafifçe kaykıldım. Bu şekilde çaprazımda kalan Meryem hanımın beyaz tenini daha rahat görebiliyordum. Rahmi inşaat sektöründen bahsederken, ben onu dinliyormuş gibi yapıp karısının minik frikiklerini izliyordum oysa. Meryem Hanım benimle ilgilenmiyor, karımla konuşuyordu. Ama ben görmek istediklerimi görüyordum nasılsa. Sonra karımın annem hakkında söyledikleri geldi aklıma. Bu konuda Meryem hanım anneme benziyordu.

Masanın altındaki yarağım sertleşmeye başlamıştı. Kadın benim ona baktığımın farkında değildi. Çocuklar, çocuk havuzuna girmek için yanımızdan ayrılınca, dördümüz yalnız kaldık. Bir süre daha oturduktan sonra yürüyüşe çıktık. Karılarımız önde, biz arkadaydık. Rahmi yanımda ellerini arkasına atmış konuşurken, benim aklım önde yürüyen Meryem’deydi. Pardesüsü dizlerinin altına geliyor, onun altından da tül gibi ince pembe eteği görünüyordu. Ayağında dolgu topuklu, uzun bağcıklı bir ayakkabı vardı, çıplak topukları görünüyordu. Pardesünün inceliğini güneşin ışığı altında daha bir fark ettim. Pardesü beline oturmuştu, sırtını ve götünü sıkıca sarmıştı. Sırtında içine giydiği sutyenin izi belli oluyordu. Oysa asıl bomba aşağıdaydı. İnce pardesünün altındaki götünde külot izi belliydi. Pardesü ve eteğe rağmen külotunun izi anlaşılıyordu. Belli ki Meryem Hanım yazın bu son sıcak günlerinde pişmemek için kendince böyle bir yola başvurmuştu. Etine dolgun bir kadındı. Götünün tombul yanakları bir sağa bir sola sallanıp duruyordu. Rahmi ise bana inşaat sektöründen bahsediyordu o sırada. Oysa benim aklım karısının götündeydi.

Rahmi, “Bu sabah geldik, kısmetse haftaya da döneriz. Bizim bu karı af buyur biraz kafadan rahatsız. Götürmediğim hoca kalmadı. Neler neler yaptık nafile. Sonra bir deli doktoruna götürdüm bunu, kızımın zoruyla. Doktor (Al götür biraz gezdir, değişiklik iyi gelir, yoksa evde kala kala kafayı yiyecek!) deyince korktum. Birader sen söyle bana şimdi, kadın kısmının erkeği olmadan dışarda işi ne? Ben böyle yapıyorum diye suçlu muyum? Yeri gelince dışarı çıkarıp gezdiriyorum, yediriyorum, içiriyorum, bir yediği önünde, diğeri ardında, ama kadının beyni sulanmış. Saçma sapan işler anlayacağın. Baktım olacak gibi değil, zaten benim büyük kız da anasına çok düşkün, bana dedi (Anama bir şey olursa seninle konuşmam!). Ben de aldım geldim karıyı buraya. Bildiğimden de değil ha, burayı büyük kız ayarladı, (Anamı gezdir!) deyip duruyor ha bire. Bu karı milleti böyle birader. Ne yaparsan yap yaranamazsın. Geldiğimiz yer de gâvurların arası. Zaten açtım telefonu kıza verdim veriştirdim!” dedi.

Sonra Rahmi bana, “Azizim senin çocuk yok mu?” diye sordu., Yok desem, Rahmi’nin ne cevap vereceğini az çok tahmin edebiliyordum. Ya ben, ya da karım hakkında aklı sıra abuk sabuk bir şey söyleyip, kendince espri yapacaktı. Onun için, “İki kızım var, ama onları evde bıraktık, ben karımla tek geldim!” dediğimde, “Çok iyi, benim de 7 çocuğum var. Bunlar en küçükleri, diğerleri evde. Zaten büyük kızla oğlanı evlendirdim. Evde 3 tane daha var yani!” dedi. Kendi kendime (İyi sikmişsin karıyı!) dedim.

Bir süre sonra Rahmi, “Azizim burada balona binmek modaymış, ben yarın sabaha yazdırdım adımızı, ama istersen seni de yazdıralım, yengeyle birlikte binersiniz!” dedi. “Olur!” dedim. Resepsiyonda balon turu hakkında broşür görmüştüm, ama ilgilenmemiştim. Resepsiyona geçip adımızı yazdırdım. Anladığım kadarıyla Rahmi’nın paralı biri olduğunu anlamıştı oteldekiler, o yüzden bir dediğini iki etmiyorlardı. O da parasıyla hava atmayı seviyordu zaten.

Yemek saati gelmişti. Sabah kahvaltı da yapmadığımız için karımla ben açlıktan ölüyorduk. Meryem bizimle kaldı, Rahmi ise çocuklarını almak için havuzun oraya gitti. Meryem bu tip yerlere alışık değildi belli ki. Ürkek ve çekingen bir hali vardı. Karımla ikisini masaya oturttum, onlar için de açık büfeden bir şeyler aldım. Tabaklarını masaya koyarken, Meryem teşekkür etti gülümseyerek. O sırada üzerinden hafif bir ter kokusunun geldiğini hissettim. İçinde sutyenden başka bir şey yoktu, ama yine de ter kokuyordu Meryem. Buna rağmen alımlı bir kadındı bana göre.

Yemeklerimizi yerken Rahmi yanında çocukları ile birlikte geldi. Çocuklar açık büfeye aç kurtlar gibi saldırdılar. Birlikte yemeğimizi yedik. Servis yapan garsonlar Rahmi’nin bir dediğini iki etmiyordu, etrafında pervane olmuşlardı adeta. Yemeğin ardından Rahmi bana, “Üstadım ben biraz çıkıp dinleneyim, akşama gene görüşürüz!” diyerek karısını ve çocuklarını alıp yanımızdan ayrıldı. Ben de işle ilgili birkaç telefon konuşması yaptım. Özge’nin sesini duymak hoşuma gitmişti. Onun sıcak ve sevecen sesi içimi ısıtmıştı.

Telefonu kapadığımda, karım, “Gördün mü annenin resimlerini?” diye sordu. “Evet, bizim Cemal abi, babamın eskiden ortağıydı!” dedim. Karım, “Tövbe tövbe!” diyerek başını salladı. Karımın kulağına eğilerek, “Odamıza çıkalım!” dedim. Karım ses tonumdan niyetimi anlamış olacak ki, “Şimdi mi?” diye sordu. “Hadi, soru sorma, yürü!” dedim ben de. Zaman kaybetmeye niyetim yoktu.

Odamız temizlenmiş, toparlanmıştı. Kapıyı kapadım, karımın soyunmasına fırsat vermeden onu banyoya soktum. Lavabodan tutunarak domalmasını istedim. Karım, “Soyunayım mı?” dediğinde, “Gerek yok!” dedim. Pardesüsünü eteklerinden tutup kaldırdım. Altında ince, uzun siyah bir eteği vardı, onu da sıyırdım. Karım lavabodan tutunurken pardesü ve eteğini tuttu aynı zamanda aşağı kaymaması için. Çorapsız bembeyaz bacakları, kalçaları çıktı ortaya. Karım beyaz bir tanga külot giymişti içine. Bu haliyle bile yarağım kazık gibi oldu. Tanga tombul götünün arasına girmişti. Onu tutup sıyırdım bacaklarından. Ben de soyundum bu arada.

Yarağımdan zevk sıvıları gelmeye başlamıştı bile. O ara karımı rahatlatmak için arkasında çöktüm ve dilimi amına dayadım. Deli gibi emmeye başladım amını. Karımın amından hafif bir sidik ve ter kokusu birlikte geliyordu. Amı yalandıkça sulanmaya, karımın inlemeleri de gelmeye başlamıştı. Koku beni rahatsız etmiyordu hiç. Karımın etli amını parmaklarımla araladım iyice. Dilimi alev alev yanan içine soktum. Karım, “Aığmm, ığhh, ayy, ığmm, oğhh, çok güzel, ayy, çok güzel!” diye diye konuşurken, ben kendimi daha çok kaptırmıştım.

Ardından karıma bacaklarını açmasını söyledim. Karım inlemeye devam ederken ayırdı bacaklarını biraz daha. Başparmaklarımla göt deliğini açığa çıkardım. Geçen gün cımbızla deliğin ağzındaki kılları iyice kökünden temizlemiştim. Onun için kıl niyetine bir şey yoktu. Ama deliğin ağzının terlemişti, terle birlikte yoğun bir osuruk kokusu aldım. Karıma, “Bu ne böyle, osurdun mu sen?” diye sorduğumda, “Yemek dokundu mu ne, kaçırdım bir iki sefer…” dedi. O bundan utansa da, benim komiğime gitmişti.

Doğruldum, artık amına girmek için sabırsızlanıyordum. Yarağımı sıvazladım biraz. Karım, ben bir şey demeye kalmadan, bacaklarını az daha açıp götünü oynattı yukarı doğru. Ayakuçlarına basıyordu. Bu şekilde amına rahatça girebilecektim. Ağır ağır karımın iyice ıslanmış, alev gibi yanan amına girdim. Karımdan, “Ağmmm, oğhhh, ığmm!” sesleri gelmeye, amının sıcaklığı yarağımı adeta yakmaya başlamıştı. Taşaklarıma kadar girdim içine. Bir süre o şekilde bekledikten sonra amında yavaş yavaş hızlanarak çalışmaya başladım.

Derken kendimi kaybetmiş gibi şiddetle pompalar halde buldum kendimi. Karımın yüzünde acı mı çekiyor, zevk mi alıyor anlamadığım bir yüz ifadesi vardı, karşımızdaki aynadan görebiliyordum. Bense soğukkanlı bir halde işimi görüyordum. Küçük banyonun içi ‘Şlop, şlop, şlop!’ sesleriyle çınlıyor, karımın tombul ve beyaz göt yanakları her seferinde titreyip duruyordu. “Ağhh, ayy, ığmm, ağhh, uğhh, sik, ayy, sik, oğhh, sik, sik!” demeye başlamıştı karım. Bense bu sözlerle daha da tahrik olmuş ve daha güçlü pompalıyordum şimdi.

Birkaç kez yarağımı tamamen çıkarıp soktum amına. Karım her seferinde daha da zevk alıyor, kendini kasmadan rahatça hareket ediyordu. Bir ara karım, “Osman, yoruldum ben, ayy!” dediğinde amından çıktım. Karım o ara hızlıca hareket edip klozetten tutunarak domaldı. Pardesü ve eteğini kendisi beline topladı. Bu şekilde başı dizlerinin hizasına gelmişti. Bacaklarını ayırınca açık duran amına yeniden girdim. Karımın amı her geçen gün daha da genişliyor gibiydi. Aynı dün gece Erika’da olduğu gibi bu kez karımın amından ‘Zort, zort!’ sesleri gelmeye başladı. Osuruk benzeri bu sesler bir ara o kadar çoğaldı ki, amında bekledim. Karımın amı sanki içine yağ sürülmüş gibi kaygan bir haldeydi. Aldığı zevkle müthiş bir şekilde ıslanmıştı amı. Az sonra tekrar amında çalışmaya başladım. Ama ‘Zort, zort!’ sesleri yeniden gelmeye başladı. Ben de kendimi kasmaya gerek yok diyerek güçlü şekilde pompalamaya devam ettim. Her bir yarak darbemle karım ileri doğru atılıyor, düşmemek için klozetin kenarından daha sıkı tutunuyordu.

Gitgide boşalmaya yaklaşıyordum. Karım ise tiz sesler çıkararak boşalmıştı ve şimdi derinden hırıltılar çıkartıyordu sadece. Son bir güçle pompaladım birkaç kez. En sonunda sarsıla sarsıla boşaldım. Kafam allak bullaktı. Ama şimdi deli gibi boşalırken hepsini unutmuştum. Bir süre daha kaldım karımın amında. Yarağımı çıkardığım zaman döllerim amından taşıyordu. Karım yavaş yavaş doğruldu, “Ay anacığım, böyle de belim ağrıyor, ne olur yatakta yapalım bundan sonra!” dedi. O soyunurken, ben de duşu açıp suyun altına girdim.

Az sonra karım da yanıma geldi, suyun altında birbirimizi güzelce yıkadık. Kurulanıp odaya döndüğümüzde karım yorgun olduğunu söyleyerek yatağa girdi. Bense bir süre televizyon izledim. Sonra aklıma Esra’nın telefonda söyledikleri geldi. Karım gene horlamaya başlamıştı. Mailime girdim. Esra’dan gelen birkaç mail vardı. Büyük bir merakla ilk gönderdiği maili açtım…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri