Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (87)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 87. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Ben sifonu çekerken, annemin, “Nasıl kızım, oldu mu?” diye sorduğunu duydum. Buna Elif’in ne cevap verdiğini ise duyamadım. Ancak annemin, “Ohh, çok şükür!” demesinden Elif’in ‘Evet’ dediği anlaşılıyordu. Kulağımı kapıya dayadım. Bir süre ne konuştuklarını net duyamadım, fısır fısır konuşuyorlardı çünkü. Ancak bir ara Elif’in ağzından ‘Hikmet’ lafının çıktığını işittim. Annemin buna, “Sen ne dedin?” diye sorduğunu duydum biraz da sertçe. Elif’in ne söylediğini ise yine duyamadım.

Biraz sonra dolap kapaklarından birinin açılıp kapanma sesi geldi önce, sonrasında da oda kapısının kapanma sesi izledi bunu. İçeri geçtim. Elif yataktan kalkmış, giyinmek üzereydi. “Annem bizi mi dinlemiş?” diye sorduğumda yüzü kızardı. Annemin kapının önünde olacağından haberi vardı anlaşılan Elif’in. Annem Elif’i hem zorla koynuma sokmuştu, hem de sikişmemizi kapının önünde durup dinlemişti. Bu durum canımı sıkmıştı, ama karşımda Elif’i çıplak bir halde görmek sıkıntımı unutturuyordu.

Elinden tuttum ve “Yıkanmayacak mısın?” diye sordum. “Şey, teyzem bekliyor…” dedi çekingen halde. “Bırak beklesin!” diyerek onunla banyoya girdim. Siyah çorapları ve ayakkabılarını gösterip, “Şunları çıkar!” dedim. Elif dediğimi yaptı yavaşça, şimdi anadan doğma bir halde karşımdaydı. Az önce sikişmiştik, artık karı koca olmuştuk. Ama Elif utangaçlığını, çekingenliğini üzerinden atamıyordu bir türlü.

Ona, “Yarağımı ağzına al!” dediğimde yüzü kızardı. “Utanma hadi, yap dediğimi, evlendiğimizde zaten yapacaksın, alış şimdiden!” dedim. Bu sözlerim onu yaralamış gibiydi, ama doğrusu buydu, hiç ses etmedi. Nasıl yapacağını bilemedi önce, “Dizlerinin üzerine çök!” dedim emir verir gibi. Elif ise, “Kapıyı kapat…” dedi usulca. Ben kapıyı kapatırken, o da dizlerinin üzerine çökmüş haldeydi.

Bir eliyle yarağımı tutarken yavaşça yaklaştı ve ağzına aldı yarağımı. Yarağımın kafasına değen dili içimi titretmeye yetti. Nazikçe, usul usul yarağımın kafasına dil darbeleri atmaya başladı. Sağ eliyle yarağımı okşayıp, taşaklarımı sıkıyordu hafifçe. Utangaçlığını üzerinden atıyordu azar azar. Zaman zaman taşaklarımı çok sıkıyordu, ama yine de keyif alıyordum. Saçlarını okşarken hafiften inlemeye başlamıştım.

Dilleme faslının ardından bu kez de dudaklarını kullanarak emmeye başladı yarağımın kafasını. Ara ara dişleri değiyordu kafasına yarağımın, ama etli dudaklarını hissetmek çektiğim acıyı unutturuyordu bana. Evet, Elif atmıştı artık çekingenliğini. Yarağımı ağzının derinlerine sokup çıkarmaya başlamıştı. “Oğmm, ığmm…” sesleri eşliğinde sakso çekerken, yarağımdan akan zevk sıvıları ile ıslanan ağzından da sesler geliyordu.

Saçlarını çekmeye başlamıştım aldığım zevkle. Her yanım zevk dalgaları ile titremeye başlamıştı. Usta bir şekilde sakso çekiyordu Elif bana. Başını arkasından tuttum az sonra ve bastırmaya başladım. Yarağımı ağzının, boğazının derinlerine sokmak istiyordum iyice. Elif kendini kurtarmaya çalışıp başını arkaya atıyordu, ama ben engel oluyordum buna. Yarağımı sokup çıkardım ağzına, ağzını sikiyordum resmen.

Elif boğuk sesler çıkartırken son bir gayretle kendini geriye attı. Ben de bıraktım, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Yarağımın sıvıları ağzını, dudaklarını iyice ıslatmıştı, çenesi sıvılardan parlıyordu. “Osman derdin ne senin?” diye sordu eliyle ağzını silerken. Ona, “Böyle sakso çekmeyi nerden öğrendin? Hikmet’e de çekiyor muydun?” diye sordum.

“Tövbe tövbe, deli misin Osman, neler diyorsun sen?” dedi. “Bırak şimdi tatavayı. Çok güzel yapıyordun!” dedim gülerek. Elif ayağa kalkarken, “Teyzem gösterdi!” dedi dediklerime kızmış şekilde. Annemin bu konularda bilgili olmasına hem şaşırıyor, hem de kızıyordum. Sessiz kaldım. Elif gene, “Teyzem gösterdi, ben ne bilirim böyle şeyleri!” dedi tepkiyle.

Elinden tuttum yeniden, “Tamam kızma, çok zevk verdin bana, ben de kendimi kaybettim, kızma!” dedim ve kapalı dudaklarını öptüm uzun uzun. “Şöyle gel!” dedim ve ona klozetin kenarlarından tutunup domalmasını söyledim. Elif dediğimi yaparken yarağımı sıvazladım bir süre. Bembeyaz göt yanaklarını okşadım, siyah kıllarla kaplanmış göt yarığını çıkardım ortaya. Az önce siktiğim amı halen aralık şekildeydi, amındaki ıslaklığı fark ettim.

Elif başını önüne eğmişti iyice. Yarağımı göt yarığına sürttüm aşağı yukarı. Kıllı, sikilmemiş bakire göt deliğine bastırdım yarağımın kafasını. Elif başını yana çevirip, “Osman yapma, oradan olmaz, yapma…” dedi birkaç sefer. “Kocana hiç vermedin mi götten?” diye sordum. Elif soruma kızdı ve bir anda doğruldu, “Saçma sapan konuşma, öyle şey mi olur? Sen bilmiyor musun bunun ne kadar günah olduğunu?” dedi sinirle.

“Tamam kızma, domal hadi…” dedim. Elif başını sağa sola sallarken yeniden domaldı klozetin kenarlarından tutunarak. “Bacaklarını aç biraz daha!” dedim ve götünün yanaklarına iki küçük tokat attım. Elif bacaklarını ayırınca, kalkık yarağımı amına sokmaya başladım yavaşça.

Kaygan ve ıslak amı kolayca aldı yarağımı içine. Amının içine akıtmıştım döllerimi kısa zaman önce, içi oldukça suluydu. Yavaş yavaş gidip gelmeye başladım. Bir süre devam ettim, ama bu şekilde ağır ağır yaparken zevk almıyordum. Göt yanaklarını tuttum sıkıca ve sertçe pompalamaya başladım. Elif’in beyaz, dolgun ve yumuşak göt yanakları löpür löpür sallanmaya başlamışken kasıklarım göt yanaklarında patlayıp sesler çıkartıyordu. Daha önce bu banyoda Refiye’yi sikmiştim ve şimdi Elif’i sikiyordum.

Banyonun içi Elif’in löpürdeyen göt yanakları ve kasıklarımızdan çıkan seslerle çınlıyordu. Elif sessizce başı öne eğik vaziyette durmaya devam ediyor, ama bu arada sikişin şiddetinden siyah saçları da dalga dalga sallanıyordu. Amının ıslaklığından kaynaklanan osuruk benzeri sesler çıkmaya başladı amından. Yarak darbelerimle beraber sesler bir azalıp bir çoğalıyordu.

Az önce boşalmama rağmen sanki sikişmemiştim Elif’le. Gittikçe sert sikmeye başladım. Her bir yarak darbemle Elif’in göt yanaklarında, etlerinde suyun üzerindekine benzer dalgalanmalar oluşuyordu. Ve bu görüntü de beni daha çok azdırıyordu. Bembeyaz, güneş yüzü görmemiş teni, buna karşın siyah tüylü bel çukuru ve kıllı göt yarığıyla Elif’in vücudu beni benden alıyordu.

Bir ara Elif’in eli kaydı ve başını klozetin kapağına sertçe vurdu. “Ağhh…” diye bir inilti kopartırken, “Tamam, gel böyle, tamam…” diyerek amından çıktım ve onu belinden tutarak kaldırdım. Elif’in kızarmış yüzünde küçük ter damlacıkları vardı. Onu bu kez de lavabo dolabından tutundurarak domalttım.

Böyle daha rahattı. Yeniden amına girdim ve aynı şekilde pompalamaya başladım. Karşımızdaki aynadan birbirimizin yüzünü görebiliyorduk. Elif nispeten dik bir şekilde duruyordu bu kez. Ellerini dolabın kenarlarına koymuştu sıkıca. Saçlarını tutup sol omzunun üzerine attım, yüzünü daha net görebiliyordum şimdi.

Ben pompaladıkça terlemiş kasıklarımızdan tok ve şiddetli ‘Şlop, şlop, şlop!’ sesleri gelmeye başlamıştı yine. Osuruk benzeri sesler de kesilmeden devam ediyordu bu arada. Elif kendini kasıyor, ses çıkartmamaya çalışıyordu. Ama buna karşın yüzünün şeklinden aldığı zevki görebiliyordum. Kısa aralıklarla dudaklarını ısırıyor, kimi zaman da dilini çıkarıp alt ve üst dudaklarını emiyordu. Gözleri bir açılıp bir kapanıyordu.

Memeleri deli gibi sallanırken, ben de boşalmaya gittikçe yaklaşıyordum. Ellerimi iki yanından geçirdim ve memelerini avuçladım, sıktım, yoğurdum. Bir süre boşalmamak için kendimi tuttum, ama dayanamadım ve ikinci defa amına boşaldım Elif’in. İlkinde amı ile buluşmayan ne kadar dölüm kaldıysa hepsini akıttım amcığına. Gidip gelmeye devam ettim bir süre daha. Amından çıktığımda yarağımın ve kasıklarımın kızardığını fark ettim. Aynı şekilde Elif’in göt yanakları ve kasıkları da kızarmıştı.

Suyu açtım ve duşun altına girdim, Elif’e elimi uzatıp, “Hadi gel!” dedim. Elif içinde jakuzi de olan büyük duş kabininin içine dikkatli adımlarla girdi. Kabinin camını çektim, suyun altında güzelce birbirimizi yıkadık. Gerçek bir karı koca gibiydik. Yıkandıktan sonra da aynı havluyla kurulandık. Elif, “Bu Refiye abla da çok zengin, baksana şu banyosuna…” dedi banyoyu başıyla işaret ederek.

İçeri geçtik ve giyinmeye başladık. Elif yine önceki kapalı ve bol kıyafetlerini giymişti. Refiye’nin aldığı saten gecelik, tanga ve çoraplarla beraber, annemin verdiği ayakkabıyı bir torbaya koydu. Beraber aşağı indik. Annem ve Refiye yan yana oturmuş çay içiyor, konuşuyorlardı. Annemin yüzünde güller açarken, Refiye’ninki ise pembeleşmişti bizi görünce.

Annem, “Ohh, çok şükür bugünleri de gördüm!” derken kalktı ve Elif’in yanaklarından öptü hararetle. Onu bırakıp beni de öptü. Elif’e, “Kızım artık ben senin teyzen değil, annenim. Bundan sonra bana anne dersin, tamam mı güzel kızım!” dedi onun yanağını avucuyla okşarken. Elif ise bir şey demeden annemin elini öpüp başına koydu, sonra da televizyon izleyen çocuklarının yanına geçti, onlara sarıldı sıkıca.

Refiye kendiliğinden kalkıp mutfağa geçerken, annem öne doğru eğildi ve bir elini ağzına götürüp fısıldar gibi, “Aslanım bu karının evini yatağını kullandık, ses etmiyor ama anlaşılan bunun da amı sulanmış. Ben Elif’le çıkarım, sen kalıp bu karıya da bir pompala istersen!” dedi gülerek. Annemin benimle böyle konuşması canımı sıksa da bir şey demiyordum.

O sırada Refiye elinde bir çay ve bir tabak Bisküvi ile yanımıza döndü. Konuşmadan çay ve Bisküviyi önüme koyarken, annem, “Ye aslanım, ye benim tosunum, yorulmuşsundur, ye de biraz gücün kuvvetin yerine gelsin!” dedi yine gülerek. Bu sırada Refiye’nin yüzü daha da pembeleşti.

Annem bu kez yüksek sesle, “Biz çıkalım oğlum, sen kal istersen biraz daha!” derken bir gözünü kırptı. Çok istesem de kalamayacaktım. İşlerim vardı ve Şevkiye’yi yurda bırakmam gerekliydi ayrıca. Nedendir bilmem o kadına karşı içimde bir şeyler hissetmeye başlamıştım. “Benim biraz işlerim var, onları yapıp akşama uğrarım!” dediğimde, o ana kadar sessiz kalan Refiye, “Sen bilirsin…” dedi.

Annem ve Elif’i teyzemlerin binasının önünde indirdim. Karımı aradım, telefonumu sonradan sessize almıştım ve beni defalarca aradığı için duymamıştım. “Kurban olduğum, neredesin? Niye açmıyorsun? Ne oldu? Bir şey mi var?” diye birkaç soru sordu peş peşe. “Yok bir şey, işlerim vardı biraz. Bir şey yok, sen keyfine bak!” dedim.

Karımın sesinden endişeli hali kolayca anlaşılıyordu. Karım, “Ablam geldi, onunla oturuyorum ben de…” deyince, “Selam söyle!” dedim. “Şey, sana sürpriz yapacaktım, ama neyse, annem de geldi. Dün gelmiş, ablamda kalmış…” deyince şaşırdım. Demek ki kayınvalidem sonunda ortaya çıkmıştı. Kayınvalidemin arkadan, “Damadıma selam söyle kızım!” dediğini duydum. Karımın, “Bak annemin selamı var!” sözü geldi peşinden. “Sen de selam söyle!” dedim.

“Hastaneye getirmiş babam, ama o dönmüş köye. Annem biraz kalacak burada, hastanede kontrolleri varmış. Köye sonra dönecek…” deyince, “Tamam kalsın, bizde de kalsın!” dedim. “Söyledim ben zaten, ama rahatsızlık vermeyeyim deyip duruyor. Neyse sen erken gel!” dedi. “Bilmiyorum, işlerim var, geç gelebilirim!” dedim. Karım biraz mırın kırın etti, ancak sonra, “İyi tamam, sen bilirsin!” diyerek kapadı telefonu.

İşyerine gittim. Özge yoktu, Şevkiye erken çıktığını söyledi. Karım söylemedi, ama Özge belki de anneannesinin geldiğini öğrenince çıkıp gitmişti. Biraz işlerimi hallettim. Çalışanlar Kübra hanımın işleri için mesaiye kalacaklardı, ama ben istemedim kalmalarını. Onlar da çıkış saati gelince, “İyi akşamlar!” diyerek ayrılırken, ben Şevkiye ile tek kaldım dükkânda.

Daha dün işe girmiş olmasına rağmen çabuk ısındığını fark ettim Şevkiye’nin. Ancak yine de, “Şevkiye hanım, gel bakalım şöyle, biraz konuşalım…” dediğimde, önce biraz tedirgin davrandı. “Korkma, korkma, işle ilgili konuşalım!” dediğimde ise, “Olur…” dedi başını öne eğerek. Karşımdaki koltuğa otururken ellerini dizlerinin üzerinde birleştirmişti. Bana bakmaya çekiniyordu.

“Nasıl, memnun musun? Çocukların bir yamuğu yok değil mi?” diye sordum. “Yok, çok şükür, hepsi de iyi insanlar!” dedi. “İyi, bak bir şey olursa çekinme bana söyle!” dedim. “Tamam, söylerim…” dedi. Sonra da aldığım giysiler için yine teşekkür ve dua etti. Çıkış saati olmasına rağmen, “Kahve yapayım mı?” diye sordu. Teklifini geri çevirmedim ve “Olur, ama sen de kendine yap bir tane, beraber içelim!” dedim. Bir şey demeden kalktı ve içeri geçti.

Az sonra elinde bir tepsi ile girdi içeri, kahvemi masama bırakırken kendisi de gene karşımdaki koltuğa oturdu. “Yurttan memnun musun?” diye sordum. “Çok şükür, başımızı sokacak yerimiz var sonuçta…” dedi. Azla yetinmesini bilen, kaderci biriydi Şevkiye. Bunda sekiz çocuk annesi olmasının ve yaşadıklarının da etkisi vardı.

Bir süre sessiz kaldık. Şevkiye, “Şey, sen, yani Özge şey dedi… Sen onun annesiyle evliymişsin…” dediğinde şaşırdım. “Bakıyorum hemen öğrenmişsin!” dedim gülerek. “Yok, yani, Özge kendi dedi, ben sormadım…” dedi başını öne eğerek. “Olsun canım, istersen sorabilirsin de!” dedim.

“Çocuğunuz olmuyormuş?” dedi ürkekçe. Anlaşılan Özge gene çenesini düşük tutmuştu. “Evet, kısmet olmadı henüz. Biz senin kadar şanslı olamadık!” dedim. Şevkiye’nin yüzünün kızardığını fark ettim, “Şey, kader bizimki…” dedi bana cevap vermek anlamında.

“İnşallah olur!” dedi kahvesinden bir yudum alırken. Ben susarken o konuşmaya başladı bu kez. “Ben aslında 16 defa hamile kaldım. 8 kere düşük yaptım, 8 tanesini doğurdum…” dediğinde, kendi kendime (Kocan geceleri boş geçirmemiş anlaşılan!) dedim. 16 defa hamile kalmıştı ve bunu kendisi söylüyordu.

Şevkiye o anda karşımda bir kadın değil de, kocaman bir am gibi göründü bana. Evet, bir kadın değil de sadece amdan ibaretti sanki. 16 defa hamile kalmıştı, kocaman, etli, sulu ve tüylü bir am görüyordum ona baktığımda. Yaşayan, nefes alıp veren, yemek yiyen, su içen bir amdı Şevkiye. Bir süre bakakaldım ona öylece.

Şevkiye, “Kocam çok severdi çocuk. Bir de bizim ailede de öyledir. Bizde beşten az çocuğu olana iyi gözle bakılmaz…” dedi. Kahvemi içip boş fincanı tabağa koyarken, ona, “Benim hanım amcaoğlunun karısıydı. O rahmetli olunca töre gereği onunla evlendim. Ee, doğal olarak hanımın biraz yaşı var. Onun için hamile kalması da biraz zor oluyor. Bakalım ilaç falan kullanmaya başladı…” dediğimde, “Bizde de var o töre. Aslında beni kaynımın alması gerekliydi töremize göre, ama eltim istemedi. Bir de kaynım korktu aslında. Bu kocamın vurulmasından sonra cesaret edemedi. Hem sekiz tane çocuk, hele ki dördü sakat olunca hiç istemedi…” dedi.

Pardesünün altında koca memeleri bütün haşmetiyle kendini belli ediyordu. Kara kalın kaşlı, esmer güzeliydi. Yüzüne bakınca anlaşılıyordu bu. Her ne kadar yanaklarında, dudaklarının üzerinde siyah tüyler olsa da, güzel bir kadındı. Kaynı onu almamakla hata etmişti bana göre.

Bir süre başını önüne eğdi. O böyle dururken ceketimin cebinden bir miktar para çıkardım. Yanına geçip, “Şevkiye hanım, şunu al…” dedim. Şevkiye elimdeki parayı görünce, “O ne?” diye sordu. “Senin, maaşından ayrı. Dilber’e ne maaş veriyorsam sana da aynısını vereceğim. Bana kimliğini ver, hemen sigorta girişini de yapalım. Ama önce şunu al…” diyerek parayı uzattım yine.

Şevkiye, “yok, alamam, olmaz!” derken, “Niye?” diye sordum. “Olmaz, zaten beni aldın işe. Üst baş da aldın. Çocuklarıma yurtta bakıyorlar zaten. Ben alamam…” dedi. “Bedava mı çalışacaksın yoksa?” dedim şaşkınca. Bir şey demeden susuyordu Şevkiye. O zaman elini tuttum ve parayı tutuşturdum eline.

Şevkiye elini çekmek istedi, ama ben bırakmadım. Parayı almaktan çok elimin eline değmesinden utanmıştı, yüzü kızardı. Ama başka çarem yoktu. Çalışmaktan az da olsa nasırlaşmış ellerini hissetmek bile beni etkilemeye yetmişti. O anda üzerine atılıp elbiselerini yırtmak ve çatır çatır sikmek istedim. Ama bunun olmayacağını biliyordum. Kalkıp koltuğuma otururken, Şevkiye de boş fincanımı alıp çıktı dışarı.

Annemin karım için dedikleri geldi aklıma sonra. Acaba Remzi abi konusunda doğru söyleyen kimdi? Annem mi, yoksa karım mı doğru söylüyordu? Bilmiyordum bunu. Hem kayınvalide durup dururken neden çıkıp gelmişti?

Ben bunları düşünürken, Şevkiye’nin, “Şeyy, çıkmayacak mıyız?” demesiyle kendime geldim. “Ha, tamam, hadi çıkalım…” dedim ve dükkânı kapadım. Şevkiye yine arka koltuğa oturacakken, “Şevkiye hanım, gel öne otursana!” dedim. Bu sözler ağzımdan öylesine çıkmıştı. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilmiyordum. Elini tutmamdan ötürü utanmıştı, şimdi ön koltuğa oturur muydu acaba?

Ama Şevkiye beni şaşırttı ve “Tamam!” diyerek kapıyı açıp ön koltuğa oturdu yavaşça. Doğrusu çok sevinmiştim buna. Utangaç davranıyordu Şevkiye. “Yurtta senin çocuklarla kim ilgileniyor? Çocukların sakatlığı ne peki? Anlatsana!” dedim. Maksat konuşmak, onu rahatlatmak, kendime yakınlaştırmaktı. “Çok şükür öyle akıl sağlıkları ile ilgili bir sıkıntı yok. Ama işte, sakat dediklerimde boy kısalığı, bir de iç hastalığı var. Yani sık sık, kolayca hasta olabiliyorlar. Ama şey, asıl sıkıntım bir keresinde doktor demişti. Kızlarımın çocuk sahibi olması zormuş. Düşük yapma durumları varmış. Ben de 8 defa yapmıştım zaten. Ama kızlarımın düşük yapma ihtimali daha çokmuş…” dedi. Gözleri nemlenmişti, eliyle gözlerini sildi bir süre.

“En büyük kızım çok şükür sağlam, bir şeyi yok onun. O ilgileniyor çocuklarımla. Kendisi de orada kurs görüyor zaten!” dedi. “Diğerleri kaç yaşında peki?” diye sorduğumda, “Şey, en büyüğü 20 yaşında, ondan sonrakiler de 18, 16, 13, 11, 6, 4, bir de 2,5 yaşında!” dedi. Anlaşılan kocasıyla dur durak bilmeden sikişmişti Şevkiye.

“Kusura bakma ama, çok çocuk yapmışsınız!” dediğimde yüzünün pembeleştiğini fark ettim. Yaptığım patavatsızlığın farkına sonradan vardım. Bunu derken (Kocanla amma sikişmişsin!) der gibi olmuştum. Neyse ki Şevkiye gene, “Ne yapalım, kader!” deyince ben de başka bir şey demedim.

Ona, “Sen kaç yaşında evlendin peki? Sorması ayıp yaşın kaç senin?” dediğimde, “Şey, 13 yaşımda nişanladılar beni. Kocam askere gitmeden evlendik. İşte, 16 yaşındaydım ilk kızımı doğurduğumda. Ama ondan önce bir düşük yapmıştım…” dedi. Demek ki 36 yaşındaydı. Kocası 1,5 sene önce ölmüştü. Onunla yaklaşık 18 sene evli kalmış ve 18 defa gebe kalmıştı. Yani kocası her sene gebe bırakmıştı Şevkiye’yi.

“Büyük kızın okumadı mı peki?” diye sordum. “Şey, ilkokuldan sonra göndermedi babası.” dedi. Ona, “Bu yaşına gelmiş, ama halen evlenmemiş?” dediğimde ise, “Ben istemedim… Ben erkenden evlendim de ne oldu? Talipleri çıktı akrabalardan, ama ben istemedim erkenden evlenmesini. Hem akrabalarla evlenirse durumu bana benzer kızımın. Babası da vurulunca, orada daha fazla kalamadım. Aldım çocuklarımı geldim buraya. Gelmeseydim şimdiye kızımı birine vermek zorunda kalmıştım belki de…” dedi.

Şevkiye’yi aynı yerinde bıraktım. Elinde eski kıyafetlerinin ve diğer alıp da giymediği yenilerinin olduğu torbalarla, “İyi akşamlar!” diyerek arabadan inerken onu izledim. Demir kapıyı son kez kapatmadan bana baktığını sezdim. (Belki de benden hoşlanmıştır…) dedim kendi kendime. Bu kadına karşı içimde acıma ile birlikte başka bir şeylerin de olduğunu fark ediyordum. Daha çocuk sayılacak bir yaştan itibaren sikilmeye başlamıştı, kocasıyla durmaksızın sikişmişti. Bu konuda tecrübeli olduğu su götürmezdi.

Refiye’yi aradığımda, bana, “Yemek yiyelim, gelsene!” dedi. “Tamam, geliyorum!” dedim. Yolda bir çiçekçiye uğrayıp, güzel bir buket çiçek yaptırdım, ardından soluğu onun evinde aldım. Zili çaldım. Ben yalnız olacağımızı sanıyordum. Oysa kapının önünde Ceren duruyordu…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri