Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (91)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 91. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Merdivenlerden sessizce inip salona geçtiğim için beni fark etmedi. Kısa bir zaman izledim onu. Üçlü koltuğun kenarına oturmuş, bacak bacak üstüne atmıştı. Benim açık bıraktığım ayaklı lambanın ışığında, elindeki bir dergiyi okuyordu. Kalın askılı açık mavi bir atlet vardı üzerinde, altındaysa pembe bir pijama. Önündeki sehpanın üzerinde ise bir bardak, içinde de vişne suyuna benzer bir sıvı vardı.

Onu ilk gördüğüm zamanki gibiydi bu haliyle. O zaman da üzerinde ip askılı bir bluz vardı, memelerinin çatalı meydandaydı. Şimdi de durum buna benzerdi. Özge’den bir yaş kadar büyüktü. Özge son zamanlarda kilo almış ve bir miktar şişmanlamıştı. Oysa Ceren fit bir vücuda sahipti. Belinin inceliğine karşın memelerinin iriliğini yakından fark etmemi sağlamıştı bu haliyle. Altında sutyen yoktu. Lambanın loş ışığında bile atletin altındaki memelerinin sivri uçlarını görebiliyordum. Saçlarını omuzlarına dökmüş, dergiye bakıyordu etrafından soyutlanmış gibi.

Sessiz adımlarla yaklaşırsam korkabilirdi. O nedenle, “Merhaba!” dedim usulca. Önce ne olduğunu anlayamadı, etrafına bakındı, beni görünce ise sanki uzun zaman sonra bir arkadaşını görmüş gibi gülümsedi, “Aa, merhaba!” dedi. Elindeki dergiyi koltuğun üzerine bırakırken çok sakin ve soğukkanlı görünüyordu.

Karşısına geçip oturduğumda, bana, “Ne arıyorsun burada, yoksa seni de mi uyku tutmadı?” dedi gülerek. “Aynen!” diye karşılık verdim. Üzerine bir şey almak gibi bir davranışı olmadı, aksine yeniden bacak bacak üstüne atıp, sırtını koltuğa iyice yasladı. Bu haliyle memelerinin uçları daha bir belli olmuştu. Ama o çok sakindi.

Meme uçlarının belli olduğunu o da biliyor, ama engellemek için bir şey de yapmıyordu. İkinci bir Özge ile karşı karşıya olduğumu anladım o anda. “Annem uyuyor mu?” diye sorunca, “Evet, uykusu geldi, yattı, ben yatamadım!” dedim. Karşımda oldukça rahat davranıyordu. Önündeki bardaktan bir yudum aldı. “Beni de uyku tutmadı bir türlü. Almanya’dan arkadaşlarla, Ceyhun’la görüştüm MSN’de, Skype’ta falan. Film izleyeyim dedim sonra, ama ondan da sıkıldım. Uykumu getirsin diye şunu hazırladım…” dedi elindeki bardağı göstererek.

“O ne?” diye sordum. “Vişne suyu, içine biraz votka koydum. Almanya’da arkadaşlarla ara sıra bunu içerdik!” dedi. “Votkayı nerden aldın?” dediğimde, “Boş ver!” dedi gülerek, sonra, “Sen de ister misin?” diye sordu. “Olur!” dediğimde yerinden kalktı. O içeri geçerken, ben de koltuğun üzerine bıraktığı dergiyi aldım oyalanmak için.

Ama bu bir dergi değildi. Onları geçen gün götürdüğüm mağazanın hazırladığı bir katalogdu. Tesettür kıyafetleri satan bir mağaza olduğundan, hazırladıkları katalog da ona göreydi. İçinde çeşitli kıyafetlerin tek tek çekilmiş veya fotomodel üzerinde resimleri vardı. Öyle profesyonelce hazırlanmış bir şey değildi bu katalog. Sanki sokaktan birilerini çevirmişler de onlara giydirmişlerdi kıyafetleri. Fotomodellerin her biri çeşit çeşit etekler, bluzlar, pardesüler giymiş, türbanlar, eşarplar, şallar takmıştı.

Birkaç farklı fotomodel vardı, ama sayfaları çevirirken gördüğüm bir yüz beni şaşkınlığa uğrattı. Bu Elifnur’du, yani Rabia’nın kızı ve Esra’nın arkadaşı. İyi de onun burada ne işi vardı? Ama bu sorunun yanıtının ne olduğunu biliyordum aslında. Elifnur’un çok güzel bir fiziği vardı. Resimlere bakarken daha da iyi anlıyordum bunu. Belli ki bu işi yaparak para kazanıyordu.

Giydiği dar etekler kalçalarını sarmıştı, çeşitli açılardan çekilen resimlerde kalçaları ve dolgun, taş gibi götü belirgin şekilde fark ediliyordu. Aynı şekilde gömleklerin ve bluzların altında da o yaştaki bir kıza göre büyük olan memeleri kendini belli ediyordu. Esra ile aynı yaştaydı, ama boy ve fizik olarak ondan üstündü. Oldukça güzel bir kızdı, resimlerde hafif bir makyaj yaptığı görülüyordu. Esra’nın doğum gününde gördüğüm gibi yoğun makyajlı değildi. Ama bana kalırsa bu resimlerde onu canlı olarak gördüğümden daha güzeldi.

Bütün resimlerde ayağında parlak kırmızı renkli, yüksek topuklu bir ayakkabı vardı. Kıyafetler değişse de, ayakkabısı aynı kalmıştı. 15 sayfada resmi vardı Elifnur’un. Stüdyoda çekilmişti resimlerin tümü. Resimlerde gergin olduğu anlaşılıyordu, diğerlerine göre biraz daha amatör kalmıştı. Belki de bu işi yapmaya yeni başlamıştı. Eskiden beri yapıyor olsa bunu Esra bana söylerdi dedim içimden. Sonra Esra’nın söylediği başka bir şey geldi aklıma: (Elifnur salağı sana aşık olmuş!) demişti yazdığı mailde. Onunla dalga geçiyordu aklı sıra. Ama şu resimlerdeki kızın bana aşık olduğunu düşünmek beni öylesine mutlu etti ki, Elifnur ile baş başa kalabilme isteği uyandı içimde.

Kasıklarının arasında bakire, körpe bir amı vardı, göt yanaklarının arasında ise aynı amı gibi bakire bir göt deliği. Memelerini deli gibi emip yalamak, uçlarını ısırmak; amının dilini, dudaklarını emmek, onları içleri kanla dolana kadar emip şiştiklerini görmek; sonra kıllı olup olmadığını bilmediğim göt deliğinin ağzına dilimin ucuyla küçük dokunuşlar yaparak onu uyarmak, kanının damarlarında daha hızlı akmasını sağlamak, onu inletmek, çıldırtmak istedim.

Elifnur Lise son sınıfa gidiyordu. Esra’dan farklıydı yapı olarak. Esra gibi kısa etekler, şortlar, taytlar giymiyordu. Resimlerdeki gibi giyiniyordu. Ama öylesine seksi görünüyordu ki şu resimlerde, onu mini bir etek yada tayt yerine şu kıyafetlerle görmek daha çok hoşuma gidiyordu.

(Vay be, mankenlik yapan bir kız sana abayı yakmış, sen kırkına gelmiş kadınlarla oyalanıyorsun!) dedim kendi kendime. Bir yerde onun yaptığı da mankenlikti çünkü. Ceren’in içerden gelmesi uzadıkça, her bir resme baktım uzun uzun, Elifnur’u inceledim.

Derken, “Al bakalım!” diye Ceren’in sesini duydum yanı başımda. Elindeki bardağı bana uzatmış gülümsüyordu. “Teşekkür ederim!” diyerek aldım bardağı. “Neye bakıyorsun öyle?” diyerek yerine oturdu. “Hiçç, şuna bakıyordum!” dedim sakince. Ceren, “Adamların malları çok kaliteli yalnız, diğer yerlere göre pahalı, ama değer buna!” dedi.

Ben Votkalı vişne suyumu içerken, bana, “Şu kız da var!” dedi kataloğu göstererek. “Kim?” dedim bilmiyormuş gibi yaparak. “Şu Esra’nın arkadaşı, adını hatırlayamadım. Doğum gününde tanışmıştık!” deyince, “Haa, şu şey, neydi adı, Elifnur!” dedim, ilk anda ben de adını unutmuşum gibi yaparak.

Ceren, “Ha, doğru, Elifnur, o da var resimlerde. Ama güzel kız, fiziği falan da yerinde, bence mankenlik yarışmasına girse mutlaka kazanır!” dedi kendi bardağından içerken. Ben bir şey demedim bu sözlerine. Bir süre konuşmadan Votkalı vişne sularımızı içtik. Bana, “Niye böyle giyindin peki? Pek uyku tutmamış gibi değil de, gidecekmişsin gibi bir halin var!” dedi.

“Aslında doğru, amacım gitmek. Biraz canım sıkkın, çıkıp hava alayım dedim biraz!” dedim. Ceren, “Niye, ne oldu ki?” diye merak edip sordu. “Boş ver!” dedim başımı sallayıp. “Annemle mi ilgili? Tartıştınız mı yoksa?” deyince, “Yok, onunla ilgili değil!” dedim. Yine bir süre sessizlik oldu. “Annene gideceğimi söyledim, ama şimdi burada oturmuş içki içiyorum, beni görürse problem olmasın?” dedim endişeyle.

Ceren, “Ne problemi olacak? İki medeni insan gibi oturuyoruz, hem annem benim içki içmeme kızmaz. Ayrıca sana da (Sen niye gitmedin?) demez. Aksine daha da sevinir gitmediğin için. Bu aralar senden başkasını gözü görmüyor çünkü!” dedi gülümseyerek.

“Annen çok iyi bir kadın!” dedim dediklerine yanıt vermek istercesine. “Öyledir, seni de çok seviyor. Bunun için kendi oğluyla bile kavga etti neticede!” deyince, “Kavga mı?” dedim şaşırarak. “Bilmiyor muydun?” dedi, o da şaşırmıştı. “Hayır, annen hiç anlatmadı!” dedim. Gerçekten Refiye bunun için mi kavga etmişti oğluyla?

“Annem anlatmadıysa, ben de anlatmam!” dedi ciddi bir ses tonuyla. Ama ben anlatmasını istiyordum, bir süre dil döktüm anlatması için. Ceren, “İyi, tamam, ama bunu anneme söylemeyeceksin kesinlikle, yoksa bana patlar!” dedi tembih verir gibi. “Tamam, merak etme!” dedim. Bir süre bir şey demeden baktı bana öylece. Dediklerime inanmış gibi olduğunda da anlatmaya başladı. Refiye’nin anlatmayıp eksik bıraktığı yada değiştirerek anlattığı şeyleri Ceren hiçbir şeyden haberi olmadığı için olduğu gibi anlattı:

“Ceyhun’la senin aranda 9-10 yaş fark var. Hangi oğul annesinin böylesine genç bir adamla evlenmesine rıza gösterir, tamam der. Ceyhun, annemin amcamla evlenmesini istiyordu. Sizin şu Töre bizim ailemizde de var, sonuçta hepimiz buralıyız. Almanya’dan buraya annemin amcamla evlenmesi için geldik…”

“Annemin dul bir kadın olarak yaşamasını istemedi akrabalar, aynı şekilde Ceyhun da öyle. Annem ilk başta istemedi bunu. Ama sonra o da (Tamam!) dedi. Hatta amcamla aralarında böyle nasıl desem, nişan gibi bir şey bile yapıldı, yani imam nikâhı değil de onun öncesinde başka bir tören yapıldı…”

“Amcam sürekli (O parayı boşa harcama, bekletme, erir gider, iş kuralım!) deyip duruyordu. Bu nişan da olunca, annem de sonunda (Olur!) dedi. Amcama para verdi bunun için. Ama amcam iş kurmak için aldığı parayı karı kızla, içki, kumarla yemiş. Sonradan bunu öğrendiğimizde annem vazgeçti amcamla evlenmekten. Ceyhun da (Böyle adamla evlenilmez zaten!) diyerek anneme destek çıktı. Amcama 20-25 bin Euro para vermişti annem, o para da öylece gitti…”

“Ondan sonra da sen çıktın meydana. Yengen epey bir kulis yaptı, annen de epey bir gidip geldi bize. Annem seninle görüşmeye başladı. Ne olduysa ondan sonra oldu zaten. Biz de tanıştık seninle. Ben hoşlandım senden. Yani annemin seninle mutlu olacağını gördüm. Yanlış anlama, Ceyhun da beğendi seni. Senin hakkında olumsuz bir düşüncesi yok. Tek sıkıntısı senin anneme göre çok genç olman…”

“Yoksa başka bir şey değil. Annemle de bu nedenle tartıştılar. Annemin seninle evlenme konusunda kararlı olduğunu görünce de Almanya’ya döndü. Orada futbolcuydu, bir takımda oynuyordu. Şimdi gene futbol oynuyor, bir de bir kursa yazıldı bilgisayarla ilgili. Onu okuyor. Dediğim gibi senin kişiliğin yada başka bir şeyinle ilgili değil tartışmalarının sebebi. Sadece senin genç olman…”

“Aslında Ceyhun’a hak vermiyor da değilim. Yani açık konuşalım, erkek çocuğu bu sonuçta. Annesinin kendisinden oldukça genç bir adamla evlenmesini kaldıramazdı burada kalsaydı. Engellemeye çalıştı, ama olmadı. Gözünün önünde annesinin bu evliliği yapmasını dediğim gibi kaldıramazdı. Uzak olması onun için de, annem için de daha iyi. Yani erkek çocuğun annesine bakışı ile kız çocuğunun bakışı arasında fark var…”

“Erkek çocuğu annesini kutsallaştırıyor. Onun bir kadın olduğunu unutuyor, yada göz ardı ediyor. Bunun adını koyalım, annesinin kendisinden en az 10 yaş küçük biriyle seks yapacağını bilen bir erkek evlat ne hissederse, Ceyhun da onu hissetti. Bence bunda garipsenecek bir şey de yok aslında. Haksız mıyım? Yani sen, baban öldükten sonra annenin kendisinden daha küçük bir erkekle evlenip seks yapacağını öğrensen ne hissedersin? Ceyhun’un durumu da bu aslında…”

“Ben kız çocuğuyum. Ben annemi Ceyhun gibi kutsallaştırmıyorum. Sonuçta onun da benim gibi bir insan, bir kadın olduğunu biliyorum. Annemin seninle seks yapacağını bilmek beni rahatsız etmiyor. O nedenle ben annemin seninle evlenmesine itiraz etmedim hiç. Sen olmasaydın bir başkası olurdu. Çünkü annem de şunu gördü buraya gelince: Dul, zengin ve güzel bir kadın olduğunda seni rahat bırakmıyorlar. Bir yerde sen annem için can simidi oldun…” dedi.

Ceren’in söyledikleri çok ilginçti. Refiye oğlu ile yaptığı tartışmayı üstünkörü anlatmıştı. Ama asıl sebep benim yaşımdı demek ki. Ayrıca Şakir ile arasında anlattıklarından daha fazlasının olduğunu öğrenmiştim Ceren’in söylediklerinden.

Votkalı vişne suyum bitmişti bu arada. Ceren’in söyledikleri aslında mantıklıydı. Ceyhun annesinin yapacağı evlilik sonrası karşılaşabileceği tepkilerden kurtulmak için gitmişti Almanya’ya. Benimle ilgili olumsuz şeyler düşünmemesine ise sevinmiştim.

Ceren’e, “Onunla konuşup yada yazışırken benim burada olduğumu söyledin mi?” diye sordum. “Deli misin? Bunu söylesem ilk uçakla gelir buraya!” dedi gülerek. Sonra kalkıp yukarı çıktı, bir dakika kadar sonra döndüğünde, “Annem horul horul uyuyor!” dedi gülümseyerek.

Annesi ile seks yapmıştım, bunu biliyordu. Ama bununla ilgili tek kelime etmiyordu. Özge gibi değildi bu konuda. Annesini sikmem Özge’nin hoşuna gitmiyordu, üstelik her zaman da söylüyordu bunu. Oysa Ceren bunu olağan bir şeymiş gibi anlatıyordu, doğal bir şekilde karşılıyordu.

Ceren, “Bu saatten sonra çıksan ne olacak, nerdeyse sabah olmak üzere, istersen benim odama geçelim. Canım sigara içmek istiyor!” dedi. “Olur!” dedim ve ayağa kalktım. Ceren önümden yürüyerek odasına geçerken, ben de peşinden girdim içeri. Odası oldukça büyüktü. Bilgisayar masasının altındaki çekmecelerden birini açıp, bir sigara çıkardı. Yabancı bir sigaraydı.

Bana uzattı önce, sonra kendi de aldı bir tane. Ben de çakmağımla yaktım sigaraları. Benim içtiğimden bile sert bir sigaraydı. “Bunu nasıl içiyorsun?” dediğimde, “Annem incecik sigaralardan içiyor, ben sevmiyorum onları. Bu konuda kadınlardan çok erkeklere yakınım. Laf aramızda, Light sigara içen erkeklerden de hoşlanmam!” dedi gülerek.

“Erkek dediğin erkek gibi olacak, öyle kız gibi davranan, yada kibarlık olsun diye eğilip bükülen erkeklerden hoşlanmıyorum!” deyince, “Var mı erkek arkadaşın?” diye sordum. “Yok!” dedi yatağının üzerine çıkıp otururken. Ona, “Çok kısa oldu bu cevap?” dedim, ben de köşedeki küçük koltuğa oturduğumda.

“Vardı, Almanya’da. Buraya gelmeden önce ayrıldık. Babam öldüğünde duygusal olarak sıkıntılı bir dönem yaşadım, ama ondan gerekli desteği göremedim. Ha, erkek dediğin erkek gibi olacak dediğimde de, öküzün biri olacak demek değil bu. O öküzün teki çıktı benim şansıma!” dedi.

“Türk müydü? Alman mı?” diye sorduğumda, “Alman!” dedi sigarasından derin bir nefes alırken. “Kaç sene birlikte oldunuz?” dediğimde, “3 sene, ondan önce de 2 sene bir Türk’le çıkmıştım. Ama o daha da öküzdü!” dedi gülerek. Sonra, “Beni istediler ama babam vermedi; hepimiz Almanya’da yaşıyor olsak da sonuçta kültür farklılığımız var!” diye ekledi.

Bir süre sustuk. “O ne yaptı peki? Seni kaçırmadı mı?” dedim gülerek. “Yok, babam vermeyince ailesi bunun amcasının kızını getirdi köyden, onunla evlendirdiler. Zaten ablaları benden hoşlanmıyordu. Onların hepsi kapalı, çarşaflı, ben onların karşısına böyle askılı bluzla, mini etekle çıkınca çıldırıyorlardı. İyi çocuktu aslında, tek kusuru vardı, o da ailesinin sözünden dışarı çıkamamasıydı. Almanya’da bile aşiret gibi yaşıyorlardı adamlar. Karısıyla evleneli 4 sene oldu herhalde, 3 tane çocuğu oldu şimdiden. Geceleri boş geçirmemişler anlayacağın!” dedi gülerek. Sonra, “Neyse, onunla evlenmediğim iyi oldu, evlenseydim Almanya’da hapis hayatı yaşayacaktım. Ben de ablaları gibi giyinip karısı gibi peş peşe çocuk doğuracaktım. Annem de babam da istemediler, yaşım da küçüktü zaten, gönderdiler onları…” dedi devamında.

“Peki, baban senin o yaşta bir erkek arkadaşının olmasına kızmamış mıydı?” diye sordum. “Yok, babam öyle biri değildi. Anlatayım, Almanya’da kapalı, böyle tesettürlü değildik, ben de annem de. Babam da istemezdi bizim kapanmamızı. Yazdan yaza buraya geldiğimizde bile başımızı örtmemizi istemezdi. Bir gün olsun annemin yada benim bikini yada böyle askılı atlet, bluz veya mini etek giymemize ses ettiğini duymadım, görmedim. Babam akrabalarımıza, bizim buralılara benzemezdi…”

“Orada, bizim köylülerle yakın otururduk. Onlar bizi böyle açık görünce çok kızıyorlardı. O nedenle onlarla pek aramız yoktu, gidip gelmezdik birbirimize. Bir tek Hüsniye abla ile konuşurduk, o da bizim gibi çünkü!” deyince, “Biliyorum, bahsetti. Epey iyi arkadaşlarmış annenle, kızı da Ceyhun’un kız arkadaşıymış!” dediğimde Ceren’in yüzü ekşidi.

“O mu söyledi bunu?” diye sordu. “Evet, neden, yanlış mı?” diye sorduğumda, “Başka bir şey söyledi mi, merak ettim?” dedi. Hüsniye’nin söylediklerini anlattım tek tek. Ceren ilgiyle dinledi hepsini. Sonra da, “Biraz sallamış, aslında biraz değil bayağı sallamış!” dedi. Sonra da Hüsniye ile ilgili gerçekleri anlatmaya başladı:

“Bunun ilk kocası teyzesinin oğluydu. Kızı ile oğlu, o adamdan olma zaten. Ama adam bunu sürekli dövüp sokağa atıyordu, elindeki parasını alıyordu. Çalışmayan, karısının parasını yiyen bir adamdı. Bunun babası rahmetli, öğrenince olan biteni kızını boşattı hemen. Bu da babasının yanına yerleşti çocuklarını alıp. Gel zaman git zaman bu gitti Klaus denen adamla tanıştı…”

“Babası o kadar karşı gelmesine rağmen bırakmadı adamı. Çocuklarıyla beraber adamın evine taşındı, onunla yaşamaya başladı. Adamdan hamile kaldı. Bir akşam boşandığı kocası bunun yolunu kesmiş, (Sen nasıl gidip elin gâvuruyla bir yaşarsın, çocuk yaparsın?) diyerek bunun karnına takmış bıçağı. Bebek öldü, bu da ağır yaralandı, herifi attılar içeri. Epey bir hastanede yattı. İyileşip çıkınca, babası ile araları düzeldi. Ama bu sefer de Klaus ile kötü oldu araları. Adam sürekli çocuk istiyordu çünkü. Bunun artık çocuk doğuramayacak olması yüzünden tartışıyorlardı sürekli…”

“O ara bunun kızı, yani Melisa, Klaus ile ilişki yaşıyormuş. O zamanlar Melisa 16-17 yaşlarında falan, bizden bir yaş küçüktür o. Neyse, tövbe tövbe, bu hamile kalmış adamdan. Hüsniye ablanın, kızının sevgilisi ile aşk yaşadığından, ilişkiye girdiklerinden falan haberi yok ama. Kızının hamile kaldığını öğrenince üzüntüsünden kalp krizi geçiriyor bu. Zar zor hastaneye yetiştirdiler, yoksa ölecekti…”

“Neyse, bu hastaneden çıktığında Melisa 5-6 aylık hamileydi. Bu evi terk etti tabii, bizde kaldı bir seneye yakın, biz baktık kendisine. Babası da emekli olup Konya’ya dönmüştü çünkü. Yeri yurdu yoktu kalacak. Bizde kaldı o yüzden. Sonra bu dediği dernekte iş buldu, sekreter olarak çalışmaya başladı, öğretmen değil yani. Orada da derneğin başkanı vardı, Türk o da, iş adamı. Onunla ilişkisi oldu, adam buna ev tuttu, bizim yanımızdan taşındı. Yani adamın metresi oldu anlayacağın…”

“Şimdi Melisa ile Klaus’un iki çocukları var. Metin öz babasının ailesi ile kalıyor. Hüsniye ablanın babası ölünce bıraktı her şeyi, döndü buraya. Şimdi babasından kalan paraları yemenin hesabını yapıyor. Onu anlıyorum. Sana gerçekleri böyle ulu orta olduğu gibi anlatamazdı. Onun için de bir hikâye uydurmuş. Ceyhun’la Melisa, evet, eskiden sevgililerdi, ama sonradan ayrıldılar. Zaten o zamanlar daha çocuk sayılırdık. Sonra bir de öğrendik ki, Melisa hamile kalmış. Üniversite falan da hikâye, markette kasiyerlik yapıyor. Klaus da mühendis değil teknikerdi, babam onun amiriydi fabrikada. Ama bu yaşananlardan sonra babam kesmişti ilişkisini onunla, iş dışında konuşmuyordu hiç…” dedi.

Hüsniye çok acı şeyler yaşamıştı, bunları bana anlatamazdı. Yengem de hiç bahsetmemişti. Ceren Almanya’da onunla beraber yaşamış, olayların birebir canlı şahidi olmuştu. “Çok kötü şeyler!” dediğimde, Ceren, “Öyle!” dedi yanıt olarak.

Sonra da, “Karın yatsın kalksın dua etsin de kendi başına böyle şeyler gelmediğine sevinsin!” dedi. Bunu demesine şaşırdım. “Ne demek bu?” diye sordum. Ceren gülümseyip, “Hadi, yapma, bak, biz bizeyiz, hem artık herkes biliyor bunu, gizlemene gerek yok, gizleyemezsin zaten!” dedi. “Neyi gizleyemem, neden bahsediyorsun?” diye sordum tekrar. Aslında belliydi neyden bahsettiği, Özge’den bahsediyordu elbette.

“Özge ile aranda geçen her şeyi biliyorum, en ince detayına kadar!” dedi sigarasını elinde tuttuğu küllüğe bastırıp söndürürken. “Her şeyi, hepsini anlattı. Onu nasıl yaptığını biliyorum, bunu karın da biliyormuş, yani onu yaptığını. Demek istediğim de bu. Sen, Klaus gibi, Özge’yi hamile bırakabilirdin isteseydin. Ama yapmadın. Üstelik Özge buna dünden razı olduğu halde. Sen karını düşündün, yapmadın böyle bir şeyi…”

“Dediğim gibi, hepsini Özge anlattı, tek tek, detay vererek. Analdan ilişki yaşadığınızı, onu nerede, nasıl, hadi adını koyalım şunun, nerde, nasıl siktiğini hepsini anlattı tek tek. Onunla MSN’den yazışıyoruz aslında, tanıştığımızdan beri. Tabii kız kıza muhabbetlerin önemli bir kısmı da cinsellik oluyor haliyle!” dedi gülerek.

Özge’nin en mahrem şeylerini ona buna anlatması canımı sıkıyordu. Anlattıklarının arasında Ceren’in de olması tuz biber ekmişti. Ceren, “Annemin de bunu bildiğini, hatta buna sessiz kalarak onay verdiğini biliyorum. Aranızda çok karmaşık bir ilişki var doğrusu, hayret ediyorum bazen…” dedi gülerek.

Onun yabancı sigarasından bir tane daha alıp yaktım. Votkanın etkisi de kendisini göstermeye başlamıştı. Hiç konuşmadan içtim sigaramı. Gözlerim odayı tarıyor, bir taraftan da Ceren’in atletinin altından belirmiş etli meme uçlarına kayıyordu.

Ceren’e, “Sen de Özge gibisin!” dediğimde şaşırdı, “Nasıl yani?” dedi. “Hadi bırak numara yapmayı, sabahtan beri karşımda memelerini sergiliyorsun resmen!” dediğimde, “Memelerimde mi kaldı gözün?” dedi ciddi bir yüzle. Sustum, cevap vermedim.

Sabah olmak üzereydi. Ceren kalkıp camı hafifçe açtı, içeriye perdenin altından da olsa sabahın serinliği girdi. Tekrar yatağın üzerine çıkıp oturdu aynı şekilde. O sürekli bana bakıyor, ama bense elimdeki çakmağı çeviriyordum.

Bir şey demeden kalkıp çıktı odadan. İki dakika kadar sonra geldi, “Annem horlaya horlaya uyuyor, top atsan uyanmaz!” dedi. Sonra da yumruk gibi sıktığı sol elini açtı. Avucunda bir adet kondom vardı. Bir ona, bir kondoma baktım, “Bu ne? Nerden buldun?” diye sordum.

“Bakalım dedikleri kadar iyi sikici misin?” dedi gözlerimin içine bakarak. Onun bu sözü beni heyecanlandırmaya yetmişti bile. Yutkundum, kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Elimden tutarak beni peşinden sürükledi resmen. Arka tarafta kalan küçük bir odaya girdik. Yerler fayans kaplıydı, anlaşılan burası çamaşır odasıydı. Yan yana bir çamaşır makinesi ile kurutma makinesi vardı. Çamaşır kurutmalığı ile ütü masası duvara dayalıydı.

Ceren, “Demek gözlerin memelerimde kaldı?” diyerek atletini alttan tutup kaldırdı ve başının üzerinden çıkardı. Dolgun ve iri iki memesi çıktı böylece ortaya. Memelerinin ucu koyu pembe, etliydi. Pembe meme başları ise çay tabağı kadar büyüktü. “Özge seni bana anlattığında kendimi parmaklıyordum sürekli. Ondan anlatmasını ben istedim, o da anlattı her şeyi. Seni düşünüyorum kaç zamandır!” dedi.

Ceren Özge’den daha cesur çıkmıştı. Özge’nin ilk zamanlardaki tutuk halinden çok uzaktaydı. Biraz eğildim, meme uçlarını emmeye, yalamaya başladım. Ceren, “Uğhhhh!” diye bir küçük inilti koparırken, iki elimle beline sarıldım ve memelerini küçük bir bebek gibi emmeye başladım.

Meme başlarında ve uçlarında minik tomurcuklar, ayrıca az da olsa siyah kıllar vardı. Dilime, dudaklarıma geliyordu bu kılları. Ceren saçlarımı okşarken, yarağımın külotumu delecek noktaya vardığını hissettim. Çok azmıştım, ama bu işin nereye gideceğini bilmiyordum. Bu kondomu kullanacak mıydım, onu da bilmiyordum.

Memelerini emmeyi bıraktım. Doğrulduğumda, Ceren bu kez dizlerinin üzerine çöktü önümde. Pantolonumun kemerini çözdü, düğmesini ve fermuarını açtı. Pantolonum ayaklarıma düşerken, külotumun önünün kabarıklığı beni bile şaşırttı. Ceren külotumun üzerinden yarağımı okşadı bir zaman.

Sonra yavaşça sıyırdı aşağı. Külotum yarağımın önünde bir engeldi sanki ve o engel ortadan kalkınca yarağım da bendini aşan dere gibi coştu bir anda. Ceren acele acele kondomu paketinden çıkardı, yarağıma geçirdi kısa sürede. Koyu kırmızı kondomu çekerek yarağımın köküne kadar uzattı. Kondom uzunluk yönünden iyiydi, ama yarağımın şişkinliği karşısında dar kalmıştı. “Ceyhun’undu bu, burada unutmuş!” dedi.

Ceren iki elini kalçalarıma atarak az sonra saksoya başladı. Dizlerinin üzerinde ileri geri sallanarak yarağımı nerdeyse boğazına kadar sokup çıkartıyordu. Yarağım yanaklarında şişkinlikler yaratıyor, zaman zaman dişlerine değiyordu.

Ceren çok arzulu, ateşli, daha doğrusu aç idi. Yarak açlığı çekiyordu. Özge’den dinledikleri onu azdırmıştı. “Oğmm, ağmm, aığmm, ığmmm!” diye diye boğuk sesler çıkartıyor, sanki yarağımı emmek değil de, kökünden koparıp yemek istiyor gibiydi. Dar kalan kondom yarağımı sıkarken daha da azıyordum.

Derken başını her iki tarafından tuttum sıkıca, bu kez ben var gücümle ağzına sokup çıkartmaya başladım yarağımı. Ceren’in boğuk sesleri artarken, kendini geri çekmeye çalışıyordu. Ama ben engel oluyordum. Ağzını sikiyor, pompalıyordum. Yarağımda dişlerinin, dilinin dokunuşlarını hissediyor, çenesinin ve ağzının kasıklarıma çarpan seslerini duyuyordum.

Ceren boğulacak gibi olmuştu artık, suratı kıpkırmızıydı, kurtulmaya çalışıyor, ama başaramıyordu. Vücudum deli gibi titremeye, sarsılmaya başlamışken daha güçlü şekilde sokup çıkardım yarağımı. Artık boşalıyordum, döllerim kondomun içine akıyor, her yerim elektrik çarpmış gibi zangırdıyordu resmen.

Yavaş yavaş duruldum, sonunda tamamen ağzından çıkardım yarağımı. Başını ve saçlarını tutan avuçlarımın kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Ceren birkaç sefer deli gibi öksürdü. Koluyla ağzını kapatmaya çalıştı. Suratı pancar gibiydi. Öksürüğü geçtikten sonra bu kez de çenesini tuttu. İnliyor, ahlıyor, hızlı hızlı nefes alıp veriyordu.

Kırmızı kondomun içinin döllerimle bir miktar dolduğunu gördüm. Üzeri ise Ceren’in tükürüğü, ağzının sıvıları ile kaplıydı. Kondomu tutup çıkardım, yarağım döllerimle beyazlamış, ama kondomun sıkması nedeniyle de kızarmıştı. Kondomu yere attım, külotumu çekip pantolonumu giydim yeniden.

Ceren yere attığım kondomu alarak kalktı. Hiçbir şey söylemiyordu. Kapıyı hafifçe aralayıp baktı içeri önce, sonra da çıktı dışarı. Ben de peşinden çıktım. Odasının kapısının kapandığını gördüm. Anlaşılan artık gitmemi istiyordu.

Usulca çıktım evden. Binadan dışarı çıktığımda güneşin yeni yeni doğduğunu gördüm…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!