Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (92)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 92. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Uzun, yorucu ve sikiş dolu bir gece geçirmiştim. Cenabet haldeydim, ama eve de gitmek istemiyordum. Onun yerine arabada kalıp, biraz kestirmek daha mantıklıydı. Koltuğu arkaya yatırdım iyice ve uykuya daldım. Telefonumun çalması ile uyandım. Baktım, Şevkiye arıyordu. “Gelmeyecek misin?” diye sordu. “Tamam, birazdan geliyorum, kusura bakma!” diyerek kapadım. Saat 09:00’a geliyordu. 3 saate yakın uyumuştum anlaşılan. Yağmur yağıyordu dışarda. Her yanım ağrıyordu. Arabanın içinde üşümüştüm, klimayı açtım.

Oraya gittiğimde Şevkiye elinde eski bir şemsiye ile kapının önünde dikilmiş duruyordu. Siyah spor ayakkabıları vardı ayağında. Arabaya binerken, “Gelmeyeceksin diye korktum!” dedi. “Korkma, ne olursa olsun gelirim ben!” dedim. Zaman geçtikçe ona karşı ısınıyordum. Hatta ondan hoşlanmaya başlamıştım, evet doğrusu buydu. 8 çocuklu dul bir kadına ilgi duyuyordum.

Etrafımda gördüğüm kadınlara benzemiyordu çünkü. Etrafımdakiler, yani karım, annem, Refiye, Özge ve diğerleri gibi sürekli birbirleri ile didişen, birbirlerinin açığını çıkarmaya çalışan, iftira atan bir yapısı yoktu. Varı yoğu çocuklarıydı. Onun bu (Korktum!) lafı da hoşuma gitti. Belki de o da benden hoşlanıyordur diye düşündüm içimden. Ama 8 çocuklu bir kadının aşka ayıracak vakti, durumu olabilir miydi bilmiyorum.

“Ayakkabılar güzel olmuş!” dedim. Teşekkür edip, “Çok güzel ayakkabılar, çok rahatlar hem de. Ama altları kayıyor biraz. Herhalde yerler ıslak ya, ondandır. Büyük kızım gördü, çok beğendi!” dedi. “Ona da alırız!” dediğimde, “Olur mu öyle şey? Zaten sana karşı çok mahcubum!” diye karşılık verdi. “Ne mahcupluğu, bırak bunları şimdi. Çocuklarına da alırız birşeyler. Sen artık benim için yabancı biri değilsin!” dedim. Başını önüne eğip teşekkür etti yeniden, bu son söylediğimden dolayı biraz utanmıştı.

Çok acıkmıştım. “Kahvaltı yaptın mı?” diye sordum. “Biraz yedim yemekhanede.” dedi. “Nasıl yemekler falan, nasıl oluyor bu yemek meselesi yurtta?” dediğimde, “Şey, kocaman yemekhanesi var. Lokanta gibi, yemekler orada pişiyor. Yurtta kalan herkes orada yiyor. Sabah, öğle, akşam yemek çıkıyor sürekli!” dedi.

“Ben çok acıktım, bir şeyler yemem gerek, yoksa bayılırım şuracıkta!” dedim gülerek. “İşyerine gidince sana hazırlarım!” dedi. “Olmaz, güzelce kahvaltı yapalım seninle!” diyerek bildiğim güzel bir restorana doğru sürdüm arabayı. Haftasonları açık büfe kahvaltı verirlerdi.

İçerisi kalabalıktı, ama gene de boş masalar vardı. Şevkiye böyle bir yere ilk defa geliyordu. Onun için ne yapacağını bilmiyordu. “Sen şöyle geç otur!” dedim. Açık büfeden birer büyük tabak hazırladım. Garson çayımızı doldururken, ben önümdeki tabağa saldırdım adeta. Şevkiye utanıp sıkılıyordu. Ona sürekli, “Rahat ol, ye yemeğini!” diyerek, onu rahatlatmaya çalışıyordum.

Açık büfeden birşeyler daha almak için kalktım. O sırada arkamdan bir kadının, “Osman Bey!” diye seslendiğini duydum. Dönüp baktım. Bu Ayşe hanım’dı. Yani Semanur’un eski kayınvalidesi, Dilber’in eski dünürüydü. Bir tesadüf onu burada karşıma çıkarmıştı. O da birşeyler alıyordu tabağına. “Nasılsınız, kaç zaman oldu!” dedi gülümseyerek. “Evet, öyle!” dedim ben de. Bana, “Yalnız mısınız, buyurun masamıza?” dediğinde, “Yok, bir arkadaşımla geldim, teşekkür ederim!” dedim kibarca. “Biz de geldik, ailece bir kahvaltı yapalım dedik. En azından buyurun bir selam verirsiniz. Hem Özge de bizimle!” dediğinde şaşırdım. Özge’nin ne işi vardı onlarla beraber? Belli etmemeye çalışarak, “Ne güzel!” diyebildim.

Ayşe hanım başını koyu yeşil bir şalla bağlamıştı genç kızlar gibi. Üzerinde ise, uzun, kapalı ve tek parça, pileli bir elbise vardı, şalla aynı renkte. Koyu krem renkli yüksek topuklu ayakkabı giymişti. Masalarına uğramam için çok ısrar edince, “Tamam!” dedim. Aslında selam verip tanışmaktan çok, Özge’yi görmek istiyordum. Onunla göz göze gelmek, bana neden yalan söylediğini gözlerine bakıp anlamak istiyordum. Ahmet meselesinde doğru söylemiş olsaydı burada işi olmazdı çünkü.

Ayşe hanım önümde salına salına yürüyordu. Ayakkabısının kalın ve yüksek topukları zemin üzerinde ‘Tak, tuk!’ diye sesler çıkartıyor, adım attıkça beli lastikli elbisenin altında daha bir belirgin olan götünün yanaklarının sallanışlarını fark ediyordum.

Oturdukları masa arka tarafta kalıyordu. Kocası, Ahmet ve Özge ile, orta yaşlı kapalı bir kadın, bir taraftan kahvaltısını ediyor, diğer taraftan da sohbet ediyordu. Ayşe hanım, “Mümtaz bey, bak tanıştırayım sana, Osman Bey, Özge’nin annesinin eşidir!” dediğinde, adam yerinden kalktı ve “Ooo, azizim, sonunda tanışabildik, merhaba, merhaba, buyur otur şöyle, geç!” dedi elimi hararetle sıkarak. Demek ki karısı benden bahsetmişti ona daha önce. Yada Ahmet bahsetmişti, bilmiyorum.

Bu sırada Özge’nin suratı pancar gibi olmuştu. Ahmet’le yan yana oturuyordu. Ahmet, “Hoş geldin Osman abi!” diyerek yerinden doğrulurken rahattı. Mümtaz Bey masasına oturmam için çok ısrar ediyordu, ama ben, “Kusura bakmayın, misafirim var, onu yalnız bırakmayayım!” dedim. Nazikçe geri çevirdim bu isteklerini.

Ayşe Hanım, “Bunu saymıyorum, borcunuz olsun!” dedi. Mümtaz beyin yanında oturan kadın tüm bunları gülümseyerek ve sessizce izliyordu. Ayşe Hanım, “Aa, kusura bakmayın, tanıştırmayı unuttum, görümcem Fikriye!” dediğinde, kadının da kim olduğunu öğrenmiş oldum. Kadın, “Memnun oldum!” dedi başını sallayarak. Aynı şekilde karşılık verdim.

Özge hariç hepsi ile konuşmuştum, ama Özge’nin benimle konuşacak durumu yoktu zaten. Sadece önüne bakıyor, çatal ve bıçağıyla oynuyordu. Ahmet Semanur’dan ayrıldıktan sonra Özge ile çıkıyordu belli ki. Semanur’un dedikleri doğru çıkmıştı. Özge bana, açık açık, gözlerime baka baka yalan söylemişti. Onların yanından ayrılıp Şevkiye’nin yanına döndüm. “Bir arkadaşı gördüm de!” dedim, kahvaltıma kaldığım yerden devam ettim.

Şevkiye, “Çok acıkmışsın!” dedi gülerek. “Sen de bir şeyler yesene, sen bir şey yemedin!” dediğimde yüzü asıldı. “Ne oldu gene?” diye sordum. “Yavrularım yurt mutfağından yerken, benim boğazımdan geçmiyor bunları yemek!” dedi. O böyle söyleyince ben de duygusallaştım. “Tamam, sana söz, onlarla da geliriz buraya. Müsait bir zamanda hep beraber kahvaltı yaparız. Ama öncesinde sen de bunları yiyeceksin. Bana söz verirsen, ben de çocuklarını buraya getireceğime söz veririm!” dedim.

Bir süre sustu. Sonra, “Bunu yapmana gerek yok!” dedi. “Hayır, içimden geldi, yapmak istiyorum. Seni üzgün görmek istemiyorum!” dedim. Başını önüne eğdi, sustu. Bu söylediklerimle ona karşı hissettiklerimi açığa çıkarmış oluyordum. Ama sözler ağzımdan kendiliğinden çıkar olmuştu onun karşısında.

Şevkiye çatalını eline alıp hazırladığım tabaktan yemeye başladığında içim sevinçle doldu. Onun da bana karşı belki benimki gibi olmasa da, birşeyler hissettiğini anladım. Aynı tabaktan beraber yedik. Şevkiye’nin mutlu hali bir anda bozuldu, yüzü asıldı. “Ne oldu gene?” diye sordum, “Özge bu tarafa bakıyor!” dedi fısıltıyla.

Dönüp baktım. Özge bir taraftan açık büfeden bir şeyler alıyordu tabağına, bir taraftan da bizim masaya bakıyordu ara ara. Yüzünden düşen bin parçaydı, ama aynı zamanda ne kadar sinirli olduğu da belli oluyordu. Bunun sorumlusu kendisiydi. O nedenle hiç istifimi bozmadan kahvaltıma devam ettim.

Şevkiye ise yemeyi bıraktı. Başını önüne eğdi, “Bizi görmesi doğru değil, nerden çıktı bu kız, niye geldik buraya?” dedi. “Niye doğru değil, sen yesene şunları!” dedim, ama dinletemedim. “Sen onun annesiyle evlisin, şimdi beni senin yanında görürse gider annesine söyler, kötü olur!” dediğinde güldüm. Bana, “Niye gülüyorsun?” diye sorunca da, “Derdin bu muydu senin? Boş ver, söylemez o annesine bir şey!” dedim. Ama Şevkiye bu söylediklerime pek inanmamış gibiydi.

Kahvaltı bitiminde, hesabı ödedim, çıktık dışarı. Yağmur biraz daha şiddetli yağıyordu şimdi. Koşar adımlarla ıslanmamak için yürüdük arabaya doğru. Ama bir aksilik herşeyi berbat etti. Şevkiye’nin giydiği spor ayakkabılar ıslak zeminde kayınca Şevkiye yanıbaşımda yüzükoyun yere düştü.

Ben ne oluyor demeye kalmadan, küçük bir su birikintisinin içine düşmüştü. Üstü başı su ve çamur içinde kalmıştı. Ama daha kötüsü ayak bileğini burkmuştu. Acı içinde kıvranıyordu. Koltuk altlarından tutarak kaldırdım. Seke seke yürüyordu. Koluna girdim, o da kolumu tutuyordu sıkı sıkı. Yanak yanağaydık nerdeyse. Düşmemek için sıkıca tutunmuştu bana.

Ön koltuğa oturttum. Sağ ayak bileğini burkmuştu. Sol ayağını arabaya atmıştı ama sağ ayağını atamıyordu. Eğildim, nazikçe tuttum bileğinin üst kısmından, “Hadi biraz kaldır ayağını, ha gayret!” diyerek cesaretlendirmeye çalıştım. Sonunda zor da olsa sağ ayağını da koymuştu arabaya.

Arabayı çalıştırdım. “Hastaneye gidiyoruz!” dediğimde, “Ne hastanesi, gerek yok hastaneye falan!” dedi. “Olur mu, film çekerler, bakarlar, ne var ne yok diye!” dediysem de, o gene, “Hastaneye gitmek istemiyorum!” diyordu. “Niye istemiyorsun, bak ayağında kırık falan olmasın sonra!” dediğimde, “Kırık değil bu, sadece incittim. Kırık olsa acıdan duramam, anlarım, incinme bu sadece. İşe gidelim, hastaneye gerek yok!” dedi. “Emin misin?” diye sordum, “Evet, işe gidelim, zaten sana yeterince sıkıntı verdim!” dedi mahcup bir halde.

Ama işe gitmeden önce kendisine yeni giysiler almamız gerekliydi. Kenara park ettim. Yolun karşısında bir mağaza vardı. Şevkiye, “Niye durdun?” diye sorunca, “Şu haline baksana, birşeyler alalım sana üst baş!” dedim. “Olur mu, ne gerek var, yıkarım ben bunları. Geçen gün bir dünya para harcadın zaten!” deyince, “Bırak şimdi parayı marayı!” dedim sinirle.

Ama Şevkiye arabadan inebilecek gibi değildi. Onun yerine ben alacaktım birşeyler. “Kaç beden giyiyorsun?” diye sordum, “Bilmiyorum…” dedi. “İyi, tamam!” diyerek arabadan indim, yolun karşısına geçip, mağazaya girdim. Küçük bir mağazaydı, hem tezgâhtar hem de kasiyer olarak sadece genç bir kız vardı. İş başa düşmüştü. Ona uyabileceğini düşündüğüm birşeyler almam gerekliydi. Kıza, “Afedersiniz, ben eşime birkaç parça birşeyler alacağım!” dedim. Şevkiye’den eşim diye bahsetmeyi düşünmemiştim hiç, o anda öylece çıkmıştı ağzımdan.

“Buyurun, elbette!” dedi kız kibarca. “Eşim aşağı yukarı 1.70 boyunda. Ona göre güzel bir pardesünüz var mı?” diye sordum. “Bakalım!” dedi kız ve askıda duran pardesülerin yanına gitti. Bedenlerine bakmaya başladı. Bir iki model gösterdi, ama ben beğenmedim. Koyu mavi bir pardesüyü gösterdim ve “Bu olur mu ona acaba?” dedim. “Olur, güzel de olur!” dedi kız. “Birkaç da şal ve eşarp istiyorum!” dediğimde, kız camekânın altındaki modelleri gösterdi. Hoşuma giden birkaç tanesini aldım.

Kız benim yağlı bir müşteri olduğumu anlamıştı. Hiçbirinin fiyatını sormuyor, “Tamam, alıyorum!” diyordum sadece. Kız, “Çok güzel eteklerimiz, elbiselerimiz, etek pantolonlarımız var!” dediğinde, “Tamam, onlara da bakalım!” dedim. Şevkiye’nin güzel giyinmesini istiyordum çünkü.

Kız diğer taraftaki askılardan birinin önüne geçip tek tek Şevkiye’ye olabileceğini düşündüğü modelleri göstermeye başladı. “Eşinizin basenleri büyük mü?” diye sorunca şaşırdım, “Efendim anlamadım?” dedim. Kız, “Şey yani, basenleri, geniş mi?” dedi eliyle aşağıyı işaret ederek. Yani (Götü büyük mü?) demek istiyordu.

“Normal!” dediğimde, kız, “Hığmm, o zaman şunlar olabilir…” diyerek birkaç etek gösterdi. Her biri güzeldi. Hangisini alsam diye düşünürken, kız, “Uygun fiyata yaparım hepsini alırsanız eğer!” dedi. “İyi, tamam, alıyorum!” dediğimde kızın yüzü güldü. Belki de bir günlük satışını toptan yapmıştı bana.

Kız aldıklarımı torbaya koyarken, “Eşinizin başka ihtiyaçları varsa onlardan da verebilirim?” dedi. O kadar şeyin üzerine ayrıca satış yapmak istiyordu. “Gömlek, bluz falan var mı?” diye sordum. “Var tabii!” dedi kız gülerek. Birkaç gömlek ve bluzu tezgahın üzerine koydu. Hepsi de güzeldi. “Uygun beden hangisiyse ondan olsun!” dediğimde, kız, “Eşiniz kilolu mu?” diye sordu. “Biraz, yani normal sayılır…” dedim. Kız bedenlerine baktı tek tek, “Bunlar olur!” diyerek bazılarını ayırdı. Onları da torbaya koydu.

Şevkiye’nin ayağındaki çoraplarının da ıslandığını fark etmiştim. O nedenle, “Birkaç tane de külotlu çorap istiyorum…” dedim. Kız çorap paketlerini çıkarıp tezgâhın üzerine koydu. Renk renk, desen desendi bunlar da. İçlerinden hoşuma giden birkaç tanesini aldım. Kız bunları da koydu torbaya.

Kız, “Başka şeyler de ister misiniz?” dediğinde, “Ne mesela?” diye sordum. Başka ne alacağımı bilmiyordum çünkü. Dükkânda bizden başka kimse yoktu, buna rağmen kız, “İç çamaşırı gibi!” dedi alçak sesle. Bunu söylerken utanmıştı. Ama sonuçta satış yapıyordu, bu sayede ekmek yiyordu.

Kalkıp Şevkiye’ye sutyen, külot almamın bir anlamı olmazdı. Kıza, “Gerek yok, sağ olun!” dedim. Ama kız, “Şey, siz bilirsiniz, ama mallarımız özeldir!” dedi. Ne demek istediğini anlamadım önce. Kız, “Bir görün önce, sonra isterseniz yine almazsınız!” dedi. Kız bana zorla iç çamaşırı satmaya çalışıyordu. “İyi, tamam!” dedim.

Bunun üzerine kız dükkânın kapısını kapattı önce, sonra tezgâhın alt tarafına eğildi ve oradan kartondan büyük ve kapalı bir kutu çıkarıp tezgâhın üzerine koydu. Ardından kutunun kapağını kaldırdı, kutunun içinde iki göz vardı. Sağdakinde sutyenler, soldakinde ise külotlar vardı. Ama bunlar öyle pazarlarda satılan ucuz, beyaz, pamuklu şeyler değildi. Karıma aldığım türde seksi tangalar, ip külotlar, dantelli külotlar, sutyenlerdi. Kızın (Mallarımız özeldir!) derken demek istediği buydu demek ki.

Kız, “Mallarımız kalitelidir, eşiniz memnun kalacaktır!” diyerek her birini tek tek gösteriyordu bana. Kızın yüzü kızarmıştı bunları gösterirken, ama satış yapmanın derdindeydi sonuçta. O esnada yarağımda bir hareketlenme olmaya başladı. Kızın gösterdiği ip külotları, tangaları, sutyenleri Şevkiye’nin giydiğini hayal ediyordum. Hayatta giymezdi böyle şeyler, ama dayanamayıp gene de almak istedim. Kız bir taraftan bunları gösterirken bir taraftan da gözü kapıdaydı. Gelebilecek bir müşteriden çekiniyordu. Dışardan küçük bir mağaza gibi görünen bu yerde ne hazineler varmış meğerse.

Kıza, “Siz ne tavsiye edersiniz?” diye sordum. Kız bana bakmadan, “Sizin ve eşinizin tercihine bağlı!” dedi. Suya sabuna dokunmayan bir cevaptı, ama sonra, “Ben şunu tavsiye ederim!” diyerek bir ip külotu gösterdi. Önü siyah dantelliydi. Onun yanına siyah dantelli bir sutyen koydu. Belki de kendisi de bundan giyiniyordu dedim kendi kendime. Ama böyle bir şey Şevkiye için fazla kaçardı.

Ben, “Şunları alıyorum…” diyerek birkaç tanesini kenara ayırdım. 3 tane şeffaf dantelli külot ve 3 tane de aynısından sutyendi istediklerim. Kız kutuyu aceleyle kapatıp yeniden aşağı koydu. Ayırdıklarımı paketlemeye başladı. Kıza, “Bu tip satışınız oluyor mu çokça?” dediğimde, “Sizin gibi erkek müşterilerimize nadiren oluyor, ayda yılda bir ancak. Ama kadın müşterilerimiz çokça alırlar bizden. Normal bir iç çamaşırı mağazasından almaya utanacakları şeyleri gelir bizden gizlice alırlar!” dedi. Kadınlar anlaşılan kendilerini kocalarına güzel göstermek için her yolu deniyordu. Kız iç çamaşırı paketini küçük bir poşete koydu önce, sonra da diğer torbalardan birinin içine soktu aceleyle. Sanki dışardan birinin görmesini istemiyor gibi davranıyordu.

“Sizde ayakkabı da var mı? 40 numara?” dediğimde kız şaşırdı. “Kendinize mi?” diye sordu. “Hayır, eşim için!” dedim. Kız, “Haa, yok maalesef. Birkaç modelimiz var ama 40 numara yok!” dedi. “Peki öyleyse!” diyerek aldıklarımın parasını ödedim. Epey bir tutmuştu. Ama Şevkiye için alıyordum sonuçta, o nedenle sıkıntı yapmadım bunu.

Torbaları arka koltuğa koydum. Şevkiye, “Neler aldın böyle?” dediğinde hepsini kendisine aldığımı anlamamıştı. Karıma da aldığımı zannetmişti, ama yanılıyordu. İşyerine geldiğimizde, “Üstün başın çamur içinde, şu aldıklarımı giyin istersen?” dediğimde anladı durumu. “Bunların hepsini bana mı aldın?” dedi şaşkınlıkla. “Evet, itiraz etme!” dedim. Şevkiye başka bir şey demedi, ama benim kendisine bu kadar ilgi göstermemden hoşlanmış mıydı, rahatsız mı olmuştu anlayamadım.

Ayağı biraz olsun iyiydi şimdi. Kendi başına geçti içeri seke seke yürüyerek de olsa. Ben torbaları mutfağa koydum, “Sen giyin!” diyerek kapadım kapısını mutfağın. O da arkadan kilitledi. Çalışanlar çoktan gelmiş işlerinin başındaydı. Yazıhaneme geçtim. 20 dakika kadar sonra Şevkiye üzerinde ona aldığım mavi pardesü ile girdi içeri. Başını da kırmızı bir şalla bağlamıştı, şal ona ayrı bir hava vermişti. Kahvemi masama bırakırken ona baktım, “Çok güzel olmuş!” dedim.

Pardesü güzeldi, ama biraz dar gibiydi. Düğmelerini zorlukla iliklemiş gibi görünüyor, memeleri daha bir şişkin duruyordu. “Dar mı kaldı yoksa?” dediğimde, “Yok, çok güzel, çok rahat!” dedi. Çok sevmişti anlaşılan. O sevdikten sonra dar kalmasının önemi yoktu. “Çok güzel olmuşsun. Daha güzellerini de alırım sana!” dediğimde bir şey demeden çıktı. Yanakları pembeleşmişti çıkarken. Kadına ilanı aşk etmediğim kalmıştı.

Cumartesi olduğundan öğlene kadar çalışıyorduk. Özge zaten yoktu. Diğerleri de saat 14:00’e gelirken tek tek beni tebrik ederek çıktı. Nikâh aile içinde olacağından onlar gelmeyecekti. Şevkiye mutfakta kalan bulaşıkları yıkıyor, oraları toparlıyordu. Götü pardesünün altında çıkıntı yapmıştı. Beni görünce ciddi bir yüz ve sesle, “Az bir işim kaldı!” dedi. “Tamam, sen devam et!” dedim. Yazıhaneme geçtim.

Yüzündeki bu ciddiyetin sebebi neydi? Acaba iç çamaşırı paketini ve içindekileri mi görmüştü? Durup dururken bir çuval inciri berbat etmiştim belki de. Hiçbir şeyim olmayan bir kadına seksi iç çamaşırları almıştım. Vereceği tepkinin ne olacağını düşünmemiştim.

10 dakika kadar sonra tuvalet kapısının sesi geldi. Hemen çıktım, Şevkiye tuvalete girmişti. Fırsat bu fırsat diyerek mutfağa geçtim. Aldıklarım kapının yanında duruyordu. Torbaları karıştırmaya başladım. İç çamaşırı paketinin hangisinde olduğunu bilmiyordum. Tek tek baktım torbalara. Sonunda çıkardığı kıyafetleri koyduğu torbada gördüm.

Ancak şaşkınlık yaşadım. Kâğıt paket yırtılmış, açılmıştı. Şevkiye görmüştü çamaşırları. Şimdi ne yapacaktım? O sırada beyaz bir şey gözüme ilişti. Bu ne böyle dedim. Elime aldığım şey Şevkiye’nin beyaz, pamuklu külotuydu…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!