Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (93)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 93. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

15-20 dakika kadar sonra Şevkiye karşımdaki koltuğa oturmuş hüngür hüngür ağlıyor, bir taraftan da yüzündeki o ciddi ifadenin oluşmasına neden olan olayı anlatıyordu. En eski çalışanımız Serkan’ın kendisini taciz ettiğini söylüyordu Şevkiye. Aklım almıyordu bunu. Benim işyerimde, işyerinin mutfağında meydana gelen bir olaydan bahsediyordu.

“Su içeceğini söyledi, bardakla su verdim kendisine. O ara elimi tuttu, (Çok güzelsin!) dedi bana. Sonra da, (İş çıkışı buluşalım mı, çay içeriz!) dedi. Ben utancımdan bir şey diyemedim…” diyen Şevkiye’nin sözleri beynimin içinde yankılanıyordu. Oysa kısa süre öncesine kadar onun pamuklu beyaz külotunu burnuma götürüp koklamış, külotunun amına gelen kısmını yalamıştım. Külotun üzerindeki birkaç minik kıl tanesini bir kâğıt mendil içine koymuştum. Ama sonra Şevkiye yazıhaneme gelip benimle konuşmak istediğini söylemiş ve yaşadıklarını anlatmıştı. Yarağımda oluşan sertlik halen devam ederken, karşımda yaşadıklarını anlatıyor, ağlıyordu.

Üstelik bu kadarla sınırlı değildi. Taciz olayının öncesinde Özge’nin kendisini aradığını ve ağzına geleni söylediğini anlattı Şevkiye. Özge küfürler, hakaretler etmişti. Şevkiye ağlamasına devam ederken, ben, “Tamam, ben hallederim, sen üzülme, konuşurum, yaparım, ederim, rahat ol, tamam!” deyip durmuştum. Ama ne yapacağımı, edeceğimi bilmiyordum.

Serkan uzun zamandır bizimle çalışan, efendi, düzgün, inancına, değerlerine bağlı bir adamdı. Evli ve üç çocuğu olan, evinden işine gidip gelen biriydi. Babam kendisini çok severdi, ben olmadığım zaman işleri çekip çeviren de oydu. Şimdi kalkıp onu işten atsam babamla aram kötü olurdu. Yapamazdım bunu, üstelik onun gibi işi bilen ve diğer insanları yönlendiren, çalıştıran birini de bulamazdım. Ama bunu onun yanına da bırakmayacaktım.

Özge meselesinde ise durum daha karışıktı. Özge bizi öyle görünce hırçınlaşmıştı, nikâh öncesi işleri daha karmaşık bir hale getirebilirdi. Olaydan, annesine değil de Refiye’ye bahsederse, bir çuval inciri berbat edebilirdi. Aradım, ama telefonu kapalıydı.

Sonunda Şevkiye ağlamasını bitirirken, artık burada çalışmak istemediğini söyledi. Bunu hiç beklemiyordum. “Saçmalama, bunun için işten mi çıkacaksın? Ben hallederim!” dediğimde ise, “Neyi halledeceksin, adamın beni sıkıştırıyor mutfakta!” dedi yeniden ağlamaya başlayıp.

Ne kadar sakinleştirmeye çalışsam da olmuyordu. Şevkiye, “Ben artık burada çalışmak istemiyorum, bütün bunlar olduktan sonra burada kalamam. Adamın beni taciz ediyor, kız bana küfürler ediyor, sen de kalkmış… Tövbe tövbe…” dedikten sonra kalktı yerinden ve içeri geçti hızla. Cümlesinin sonunda ne söyleyeceğini bilmiyordum. Az sonra elinde çamaşırların olduğu paketle geldi içeri ve paketi masama fırlatır gibi attı.

“Al bunları, kime giydirmek istiyorsan giydir!” dedi. Böyle davranması beni hem kızdırdı, hem de şaşırttı. “Ben bunları karıma almıştım, kız seninkilerin yanına koymuş!” dediğimde suratının şekli değişti. Şevkiye cevap veremezken, ben, “Sen bunları sana aldığımı mı sandın? Hem bu paket yırtılmış, açıp baktın mı? Giydin mi yoksa?” dediğimde, bir elini ağzına götürüp, “Tövbe tövbe, manyak mısın sen?” dedi.

Ama baktığını, giydiğini biliyordum. Yine de bunu söylemedim. Zaten yaşadıkları nedeniyle şoktaydı. Bunu da söylersem daha da kötü olurdu. Koltuğa oturmasını söyledim. Sinirliydi, ama aynı zamanda utanmıştı. Suratı kızarmıştı iyice. Kendi kendine söylenip duruyordu. Bir süre sessiz kaldık, o süre boyunca bu işi nasıl düzeltebileceğimi düşündüm. Bir çıkış yolu arıyordum. Ama aklıma bir şey gelmiyordu.

Şevkiye bir süre sonra sakinleşti ve “Kusura bakma, sinirlendim. Ama yaşadıklarım çok üzdü beni. Bu zamana kadar namusumla geldim ben. Kocam öldükten sonra 8 çocuğumla bir başıma kaldım. Ama namusuma leke sürdürmedim. Adamın bana öyle davranması çok sarstı beni. Daha önce böyle bir şey yaşamadım. Eğer seni de üzdüysem kusura bakma, senin çok iyiliğini gördüm ben!” dedi.

Onun yumuşaması hoşuma gitmişti, “Tamam bak, ben hallederim dediysem hallederim. Sen merak etme. Öyle işten çıkacağım falan da deme. Bir yere bırakmam seni. Senin üzülmeni, ağladığını görmek istemiyorum. Tamam mı? Sen gene çalışmaya devam et. Eğer o pezevenk bir daha öyle bir şey yapmaya kalkarsa da gel söyle bana. Ağzına sıçarım onun. Ama merak etme, bu yaptığının cezasını zaten çekecek, o ayrı. Bundan sonra yaparsa da ağzının ortasına yumruğu yiyecek. Tamam mı?” dedim. Dudakları titrerken, “Tamam…” dedi usulca. Sonra da, “Peki ya Özge ne olacak?” dediğinde ise, “Orasını bana bırak!” diyebildim sadece.

Gene bir sessizlik yaşandı. “Şeyy, kusura bakma, ben bana aldığını zannettim de onun için açtım paketi!” dedi. Yere bakıyordu bunu derken, suratı pancar gibi kızarmış ve terlemişti. Bir şey demedim. Şevkiye, “Şey, Osman, sana bir şey demek istiyorum. Ben, burası bir işyeri ama, nasıl desem. Bunlarla rahat edemiyorum, yani bu elbiselerle. Bunları giyince sanki insanların gözleri hep üzerimdeymiş gibi oluyor. Yani, ben yeniden çarşafa girmek istiyorum…” dedi.

“Bunların nesi var ki?” diye sorduğumda, “Yok, çok güzeller, çok sağ ol aldığın için. O kadar da para verdin hepsine. Ama dediğim gibi bunlarla kendimi rahatsız hissediyorum, yani, tövbe tövbe, insanın orası burası belli oluyor bunları giyince…” dedi. Gerçekten de öyleydi. Üzerine dar gelen pardesünün altında memelerinin şişkinliğini fark etmemek için kör olmak gerekirdi. Aynı şekilde götü de çıkıntı yapmıştı.

Şevkiye, “Bunları kızıma veririm, o giyer!” deyince, “İyi, nasıl biliyorsan öyle yap. İster giyin, ister birine ver!” dedim. Şevkiye, “Hem çarşaf giyince yanıma yaklaşamaz o herif” dediğinde ise belki de haklıydı. Kendini korumak istiyordu çarşaf giyerek.

Saat ilerliyordu, ama çıkmak için bir nedenim yoktu. Bir sigara yaktım ve Şevkiye’ye, “Bir kahve yapsana, kendine de yap, içelim beraber!” dedim. “Tamam!” diyerek kalktı ve mutfağa geçti. Bir iki nefes çektim sigaramdan, sonra ben de kalktım. İşyerinin kapısı aralıktı biraz. Dışarıda halen hafif bir yağmur yağıyordu. Hava serinlemişti iyice. Kapıyı kapattım ve mutfağa geçtim.

Şevkiye ocağın başındaydı, bir eli cezvedeyken bana baktı, gülümsedi. Torbalar yerinde duruyordu yine. Pişen kahveyi fincanlara döktü. Mutfakta küçük bir masa vardı, sandalyeyi çekip masaya oturdum. Kahvemi masaya koydu, kendisi de karşıma geçip oturdu. Güzel, köpüklü bir kahve yapmıştı.

“Ellerine sağlık, çok güzel olmuş kahve!” dedim. “Afiyet olsun!” diyerek karşılık verdi. O ciddi ifade gitmişti yüzünden artık, şimdi gülümsüyordu. Buna en çok ben sevinmiştim. O ara Şevkiye’ye, “Serkan haksız sayılmaz, çok güzel oldun bunlarla!” dedim. Bir iki öksürdü, kahvesini dökecek gibi oldu. “Yani yanlış anlama, şu başındaki şal çok güzel, ayrı bir hava vermiş sana!” dedim.

“Sağ ol!” dedi başını önüne eğerek. Serkan’ın yapmaya çalışıp beceremediği, tepkiyle karşılaştığı şeyi yapmak, yani elini tutmak istiyordum. Pastanede kız arkadaşı ile buluşan liseli bir gencin heyecanı içindeydim. Kalbim hızla atıyordu. Sağ elim masanın üzerinde yavaş yavaş eline doğru yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı… Az sonra parmak uçlarım onun parmak uçlarına değiyordu. Hiç ses etmiyordu Şevkiye. Başını iyice eğmişti masaya.

Parmak uçlarımla elini okşarken, masanın üzerine gözyaşlarının damladığını gördüm, ağlıyordu. “Ne oldu?” dedim usulca. Ses etmeyince, “Şevkiye, ne oldu?” dedim yeniden. “Yok bir şey!” dedi, elini çekti. Şevkiye, “Bu çok yanlış, sen evlisin. Bu doğru değil!” dediğinde, “Doğru olmayan ne?” dedim. Şevkiye, “İşte bu, yaptığımız, bu doğru değil. Sen evlisin…” derken, “Senden hoşlanıyorum, yanlış olan ne?” dedim.

Bir süre sessizlik oldu. Şevkiye gözyaşlarını silerken başını kaldırdı. Oyuncağı elinden alınmış bir çocuk gibiydi, çaresiz, masum, ağlıyordu usulca. Çektiği elini tuttum sıkıca ve “Seni seviyorum, seni bırakmam, bir yere gidemezsin, bırakmam seni!” dedim. Şevkiye başını sağa sola sallayıp, “Çok yanlış, çok yanlış!” deyip duruyordu yine. Sonra da, “Sen evlisin, karın var, evlisin!” dedi birkaç kez ardı ardına.

“Seni seviyorum, seni bırakmam!” dedim yeniden. Şevkiye, “Lütfen Osman, böyle yapma. Namusuma leke sürdüremem ben…” deyince, “Senin namusun benim namusumdur. Senin namusuna leke sürmem ben, seviyorum seni, anlamıyor musun?” dedim. Liseli bir gence dönmüştüm aynen. Aşkına karşılık bekleyen liseli bir genç…

Yavaşça kalktım, onu da elinden tutup kaldırdım. Şevkiye yüzüme bakmıyor, başka tarafa bakıp gözlerini kaçırıyordu. Kalbim yerinden fırlayacaktı sanki. “Sana nikâh kıyarım, kocan olur, çocuklarına babalık yaparım!” dedim. Bir şey demesine fırsat vermeden yanaklarından öpmeye başladım.

Tüylü yanaklarında gözyaşlarının tuzu geliyordu dudaklarıma. Şevkiye hiç ses etmiyordu. Ufak ufak öpüyordum yanaklarını. Sonrasında sarıldım sıkıca. O da aynı şekilde bana sarılınca artık tereddüdüm kalmamıştı. Birbirimize kenetlenmiş gibiydik. O ara içerden çalan telefonumun sesi geliyordu. Şevkiye tedirgin oldu, “Telefonun çalıyor!” deyince, “Boş ver, çalsın!” dedim. O güzel anı çalan bir telefonla sonlandırmak istemiyordum.

Onun teninin kendine has kokusunu çektim içime. Ellerimin altında dolgun vücudunu, sırtını hissetmek hoşuma gidiyordu. Bıraktık bir süre sonra sarılmayı. Elinden tuttum, çektim. “Nereye?” dedi Şevkiye. “Gel!” dedim sadece, yazıhaneme geçtik. Şevkiye tedirginleşmişti yine, “Ne olacak, niye geldik buraya?” derken yeniden sarıldım kendisine. Ama Şevkiye karşılık vermedi şimdi. Kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.

“Nikâhına talibim, karım olmanı istiyorum, kocan olmak istiyorum, seviyorum seni!” dediğimde, “Nasıl inanırım ben sana?” dedi Şevkiye bu kez. Bıraktım sarılmayı, “Seviyorum seni, imam nikâhı kıyarız, buna engel yok, karım olursun, bakarım sana!” dedim. “8 çocuğum var benim, bazıları sakat, bunu düşündün mü?” dedi. “Düşündüm, düşünmezsem söyler miyim bunu?” dediğimde, “Olmaz!” dedi Şevkiye.

Şevkiye halen, “Nasıl inanırım, beni kandırmadığını nerden bilirim?” deyince, “Ne istiyorsun? Nasıl ispatlayayım ki?” dedim. Şevkiye, “Biliyorsun, bizim töremizde inancımızda dul bir kadını almak büyük sevaptır, ama yükü de ağırdır. Hem maddi, hem manevi… Bu yükü kaldırabilecek misin?” dedi başı öne eğik şekilde. Oysa karım duldu, bir gün sonra nikâhlanacağım Refiye de duldu. Şevkiye’ye, “Hazırım, her şeyimle hazırım, merak etme, kaldırırım ben bütün yükü!” dedim gülümseyerek.

Şevkiye, “O zaman bana bir ev almanı istiyorum. Öbür türlü nasıl güvenirim sana. Beni kullanmak niyetindeysen eğer… Söylesene, nasıl inanırım? Ama taşın altına elini sokarsan o zaman görürüm ciddiyetini…” dedi. “Ev mi? Tamam, sana bir ev tutarım, oraya yerleşirsin, yurttan çıkarsın…” derken sözümü kesti, “Beni yanlış anladın, ben bunu demedim. Ev almanı ve üzerime yapmanı söylüyorum!” dediğinde şaşırdım. İşe girerken benden maaş bile istemeyen Şevkiye, şimdi benden bir ev istiyordu. “İyi de, ben nasıl alayım ki sana ev? Hem niye böyle söylüyorsun ki?” diye sordum.

Şevkiye, “Osman, beni yanlış anlama. Kendini benim yerime koy. 8 çocuğun var, adamın biri seninle evlenmek istiyor. Seni kullanıp atarsa halin ne olur? Çocuklarınla kalırsın bir başına. Kimse suratına bakmaz, yardım edenin olmaz. Çocuklarımla bir başıma kalırım ortada. Ama eğer bir evim olursa durum değişir. Kocam olursun, çocuklarıma baba olursun. Evimin direği olursun. Ama beni yanlış anlama. Sen iyi bir insansın. Bunu görüyorum ben. Bu zamana kadar benimle evlenmek isteyen başka kimse çıkmadı, kocam öldüğünden beri ilk defa biri benimle evlenmek istiyor. Ama benim de kuşkularım var. Sen bile olsan, yani senin gibi iyi biri bile olsa karşıma çıkan, çocuklarımı düşünmem gerek…

Bu saatten sonra kendim için hiçbir şey istemiyorum. Bu ev de çocuklarımın üzerinde bir çatı olacak sonuçta. Eğer seninle evlenirsem beni yurttan çıkartırlar. Sen de beni bırakırsan sonra halim ne olur? Çok iyi birisin Osman, ama çocuklarımı düşünmem gerek benim…” dedi.

Belki de haklıydı. 8 çocuklu dul bir kadınla kalkıp güpegündüz evlenemezdim. Bu iş gizli kapaklı olmak zorundaydı. Yarın öbür gün bir şey olsa dımdızlak sokakta kalırdı. Ama ev de hemen öyle olacak iş değildi. O ara aklıma Zekiye geldi. Yaptığı teklifi düşündüm. Kızını almam karşılığında bana ev vereceğini söylemişti.

Şevkiye’ye, “Tamam, bana biraz zaman ver!” dedim. Şevkiye ses etmedi bu dediğime. Onun bakışları arasında kasayı açtım. İçinde yengem ve Hüsniye’nin verdiği paranın bir kısmı duruyordu halen. Oradan 5.000 TL aldım, kasayı kilitledim tekrar. Parayı Şevkiye’ye uzatıp, “Bunu başlangıç olarak veriyorum. Niyetimin ciddi olduğunu anlaman için!” dedim.

Parayı gören Şevkiye’nin keyfine diyecek yoktu. “Senin niyetinin ciddi olduğunu biliyorum zaten, ama kendini benim yerime koy!” dedi. Parayı masanın üzerine bıraktım. Ama durduk yerde kadına o kadar parayı da vermek içime koymuştu. Şevkiye’ye, “Niyetimin ciddi olduğunu gördün. Kimse bu kadar parayı alıp da bedavadan birine vermez!” dediğimde, “Haklısın!” dedi Şevkiye. “Güzel, o zaman şimdi de sen göster bana niyetinin ciddi olduğunu!” dedim gülümseyerek. Şevkiye şaşırdı, durakladı. “Nasıl göstereyim ki?” dediğinde, elinden tuttum ve “Biliyorsun!” dedim.

O kadar para verdikten sonra onu sikmeden gönderecek değildim…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!