Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (96)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 96. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Kısa bir süre ses etmeden birbirimizin gözlerine baktık. “Hoş geldin, buyur…” dedi Keriman. Sevecen ve misafirperverdi bunu söylerken. Uzun zaman olmuştu onu görmeyeli. Aradan zaman geçse de gene güzeldi. Biraz kilo almıştı yada bana öyle geliyordu. Uzun ve bol, çiçekli bir etekle siyah bir kazak giymişti. Kazağın üzerinde ise uzun, beyaz bir örgü yelek vardı. Başını eteği ile benzer desenli büyükçe bir türbanla bağlamıştı. Yelek ve kazağının altından memelerinin şişkinliğini fark etmemek mümkün değildi.

Tuğba ile salona geçtik. Üçlü koltukta 30-35 yaşlarında kapalı bir kadın oturuyordu. Keriman bana, “Şöyle geç…” diyerek kadının karşısındaki koltuğa oturmamı söylerken, kadın göz ucuyla baktı bana. Tuğba kadına, “Nermin, nasılsın?” deyip birbirlerine sarıldılar. Kadın, “İyiyim, sen nasılsın?” dedi hafif doğulu bir şive ve çekingen şekilde. O sırada Keriman, “Nermin de bizim en altta oturuyor, kiracımız…” dedi gülümseyerek.

Tuğba ile kadın küçük bir sohbete daldı, hal hatır sordular. Sonrasında kadın, “E, ben gideyim…” dedi ayağa kalkarak. Keriman, “Yeni geldin, otursana…” derken, kadın, “Yok, ocakta yemeğim var zaten, sonra da uğrarım.” dedi. Keriman ve Tuğba onu uğurlarken kısa bir süre yalnız kaldım. Bu sırada salonda göz gezdirdim.

Salondaki eşyalara bakılırsa Keriman’ın evlendiği adam kalantor bir tipti. Koltuklar, yemek masası ve etrafındaki sandalyeler, duvardaki televizyon vs. hepsinin pahalı olduğu anlaşılıyordu. Karşı duvarda Keriman’ın kocasının büyük bir çerçeve içinde vesikalık tarzda bir resmi vardı. Geniş, ağarmış sakallı biriydi. Yer yer beyazlamış saçları epey seyrelmişti. Küçük siyah gözleri vardı ve geniş alınlıydı. Yaşına rağmen dinç ve gürbüz görünen bir adamdı.

Yemek masasının arkasındaki dolabın üzerinde de pek çok resim vardı. Keriman’ın kocasının, kuması olan kadının ve çocuklarının, torunlarının olduğunu tahmin ettiğim resimlerdi bunlar. Resimlere bakarken Keriman ve Tuğba beraber içeri geldiler.

Keriman, “Bu da gene gebe!” deyince, Tuğba, “Hadi canım, şaka mı?” dedi şaşkınca. “Yok, valla, beşinci yoldaymış!” dedi bana bakarak Keriman. “Dört tane kızı var, kocası erkek istiyor illa ki…” derken, Tuğba lafa karışıp, “Benden küçük ha, kaçtı bu, 27 yaşında mı ne bir de!” dedi. “27 mi? Kadın bana 30-35 yaşında geldi?” dedim hayretle. Keriman, “Çok küçük yaşta evlenmiş. Zorla vermişler. Kadıncağız dört çocuğu varken binalara, evlere temizliğe gidiyor. Bir de şerefsiz kocasının dayağını yiyor!” dediğinde, Tuğba sağlam bir küfür savurdu kadının kocasına.

Keriman, “Kız manyak, kendine gel. Kadın içerde, şimdi duyar muyar!” deyince, Tuğba, “Ha sahiden o nerede?” dedi annesine kaş göz işareti yaparak. Keriman, “Hiişş, ses etme, uyuyor!” dedi eliyle arka tarafı işaret ederek. Sonrasında Keriman arka tarafa geçerken, Tuğba, “Ben de bakayım şuna bir!” dedi ve sonra o da annesinin peşinden arka tarafa gitti. Birkaç dakika sürdü gelmeleri.

Keriman, “Osman ne içersin? Ne yapayım? Çay yapayım zamanın varsa?” diye sordu. “Yok, zahmet etme!” deyince, “O zaman kahve yapayım!” dedi ve mutfağa geçti. O sırada Tuğba kulağıma hafifçe eğildi ve “Kahveni iç, sonra da bize gideriz istersen!” dedi. Yüzüne baktım. Oldukça ciddi görünüyordu. Ben bir şey demeye kalmadan mutfağa geçti.

Az sonra Keriman bir tepsinin üzerinde iki fincan kahve ile geldi. Birini Tuğba alırken, diğerini bana uzattı. “Sen içmiyor musun?” diye sordum. “Yok, bende çarpıntı yapıyor bu aralar…” dedi eliyle kalbini işaret ederek. Kalp, tansiyon ilaçları kullanan biriydi Keriman.

Kahvelerimizi sessizce içerken telefonum çaldı. Arayan karımdı. Dünden beri sesi soluğu çıkmıyordu, ben de aramamıştım hiç. “Pardon!” diyerek kalktım ve pencerenin kenarına geçtim. Kısık sesle, “Efendim?” diyerek açtım telefonu. Karımın sesi neşeli geliyordu. “Aşkım, biz Refiye’ye gidiyoruz, kınaya. Sen neredesin?” diye sordu. Bu kına da nereden çıkmıştı. Hiç haberim yoktu. “İşim var. Nasıl gideceksiniz?” dediğimde, “Baban araba ayarladı, küçük bir minibüs tuttu. Biz gidiyoruz hepimiz, annem de geliyor. Sen neredesin? Kaçta gelirsin?” diye sordu yeniden.

“Tamam, bakarım…” dedim. “Eve gelirsen yemek var dolapta, ısıtır yersin!” dedi. “Tamam tamam!” dedim. Bir an önce kapatmak istiyordum telefonu. Karım, “Biz gene minibüsle döneriz!” deyince, “İyi, tamam!” dedim. Telefonu kapatırken öğlen arayanın annem olduğunu gördüm. Aklım o sırada Şevkiye’de olduğundan açmamıştım telefonu. Ayrıca gelen iki tane mesaj vardı. Kafede otururken gelmişti anlaşılan ve fark etmemiştim.

Mesajlar Özge’dendi. “O köylü karısı ile ne işin var? Ona kadar düştün mü?” diye yazmıştı ilk mesajında. İkinci mesajında ise “Beni yanlış anladın, Ahmet’le aramda bir şey yok, yemin ederim. Ben sadece seni seviyorum!” diye yazmıştı. O sırada bu mesajları düşünecek durumda olmadığımdan telefonu cebime koydum ve tekrar yerime oturdum.

Kahvem biterken Keriman’a, “Hayırlı olsun…” dedim çekinerek. “Sağ olasın, çok teşekkür ederim!” dedi utanmış şekilde. Sonra, “Sen nasılsın? Karın nasıl, çocukların?” diye sordu. “İyiler, ne olsun? Hepsi iyi. Gerçi kızların ikisi de kocaman, yani bana baba demiyorlar elbette ama iyiler yani…” dedim. “Ne güzel, ne güzel… Şey, senin olmadı mı? Yani yolcu yok mu?” dedi gülümseyerek. Çocuğum olup olmadığını soruyordu. “Yok, daha olmadı!” dedim. “Neyse, üzülme, daha gençsin, o da olur!” dedi.

Keriman karşımda gergin, ama yine de tahminimden rahat davranıyordu. Geçmişte yaşadıklarımızı ya aklına getirmiyordu, yada getirse bile artık bunun bir önemi yoktu. Artık evli bir kadındı, o zamanlar geçmişte kalmıştı. “Bey amca ne iş yapıyor?” diye sordum. “Ticaret!” dedi başını önüne eğip. “Küçük bir araba galerisi var…” dedi. Kocası oto galericisiydi demek. “Ne güzel, yeri nerde peki, belki ben biliyorumdur?” dedim. Keriman’dan önce Tuğba yanıtladı sorumu.

Galerinin adını ve yerini duyunca, “Biliyorum orayı!” dedim. Ara sıra önünden geçtiğim olurdu. Adamın sandığımdan da zengin olduğunu tahmin ettim. Çünkü orası çoğunlukla pahalı araçlar satan bir yerdi. “Bu bina da onun mu yoksa?” diye sorduğumda yine Tuğba yanıtladı, “Evet!” dedi başını aşağı yukarı sallayarak. Keriman gerçekten iyi yere kapak atmıştı. Belki de evlenmesinde asıl sebep paraydı. Evlenince hem maddi durumunu düzeltmiş hem de geceleri yalnız uyuma derdinden kurtulmuştu. Kocası onu hem parasıyla, hem de yarağıyla besliyordu belli ki.

Telefonum yeniden çaldı. Bu kez arayan babamdı. Babam beni niye arıyordu şimdi? “Pardon!” diyerek yeniden kalktım ve pencerenin kenarına gittim. Anne kız ikisinin gözleri de üzerimdeydi. Zamansız gelen bu telefonları merak ediyorlardı elbette.

“Efendim baba?” dedim kısık sesle. Babam sinirliydi, “Neredesin lan?” diye sorunca, “Şey, az işim var da…” dedim. “Ne işi ulan. Yarın nikâhın olacak, sen ortada yoksun. Hangi cehennemdeysen kalk gel çabuk, sıçarım ağzına yoksa senin, nikâh falan dinlemem, gebertirim!” dedi. Babam bana nadiren kızardı, onda da böyle şeyler pek söylemezdi. Ama şimdi çok kızmıştı. Gitmezsem başım çok ağrırdı. “Tamam baba geliyorum!” dedim.

Bunu deyince sesi biraz daha sakinleşti. “Araba ayarladım, ananla karını, kızları gönderdim gelinin evine. Mahalleden birkaç kadın daha bindi minibüse, onlar da gitmek isteyince, anan olmaz gelmeyin diyemedi, arabada yer kalmadı. Yengenle kızını sen götür, direkt oraya git, seni bekliyorlar!” dedi ve kapattı telefonu. Yengemle Hüsniye’yi götürmem gerekiyordu.

Acilen çıkmam gerekliydi. “Kusura bakmayın, işim var, babam aradı da, gitmem gerek!” dedim. Keriman kalkıp, “Olsun, olsun, sen şey yapma, işini aksatma. Sonra gene gelirsin, oturur konuşuruz. Hem bizim beyle de tanışırsın!” dedi gülümseyerek.

Tuğba ise annesi gibi gülümsemiyor, somurtuyordu. Beraber eve gitme fikri yatmıştı gelen telefonla. Ana kız ikisi de kapıdan uğurladı beni. Çıkmadan önce Keriman omuzlarımdan tutup kendine çekti. Her iki yanağımdan hasretle öperken, içimde birşeyler titredi o anda. Uzun zaman sonra dudaklarının tenime değmesi çok hoşuma gitmişti. Tuğba ise annesinin bu davranışına tuhaf tuhaf baktı sadece. Gerçi ben de şaşkındım bu davranışına, ama hoşuma gitmişti tabii ki. Arabaya bindiğimde yanaklarımda halen dudaklarının ıslaklığı vardı. Onunla yaşadığım üçüncü sikiş geldi aklıma:

Kadının adı Hatice idi, ama herkes ona ‘Hatça ana’ derdi. Akli dengesi pek de yerinde olmayan kızı ile beraber, küçük, harabe denebilecek eski bir gecekonduda oturuyordu. Kızı evli ve üç çocuklu iken akli dengesini kaybetmiş, bir süre akıl hastanesinde yatmıştı. Sonrasında ise kocası onu boşamış, ne aramış ne sormuştu.

Hatça ana sokaklarda çorap, mendil falan satarak geçinmeye çalışıyordu. Ama buradan kazandığı elbette yetmiyordu. Sağdan soldan aldığı yardımlar da dişe dokunur bir şey değildi. Hatça ananın diğer gelir kapısı pezevenklikti. Ama bunu da herkes bilmezdi. Akli dengesi yerinde olmayan kızını erkeklere pazarlardı. Kızı olan bitenin farkında değildi elbette. Fahişelik yaptığını bile anlamazdı çünkü. Aynı zamanda evini insanların otel gibi kullanmasına da izin verirdi Hatça ana. Sevgilisi, yada tuttuğu orospu ile, hatta bazen de erkek erkeğe sikişmek isteyenlere evini kiralardı.

O Pazar sabahı kapısının önünde dikilmemin sebebi de buydu. Keriman ile yaşadığım ikinci sikişin ardından üçüncüsünü iple çeker olmuştum, ama bir türlü fırsatımız olmamıştı. Üstelik Nurten’in söyledikleri, olanların farkına varması bu şansı daha da azaltmıştı. Tuğba birkaç kez evlerine davet etmişti, ama Keriman’ın ne tepki vereceğini bilmediğimden, bir de Nurten’in görmesinden korktuğum için gitmemiştim evlerine.

O hafta sonu Tuğba dershaneden arkadaşları ile küçük bir tatile çıkmıştı. Keriman yalnızdı. Cumartesi akşamı evinden aradığımda, (Seninle buluşmak istiyorum!) dedim. Keriman evine geleceğimi sanmış ve telaşla (Olmaz, gelemezsin buraya, Nurten görebilir, çok korkuyorum, gelme buraya!) demişti. Oysa evine gitmek gibi bir niyetim yoktu. Ona Hatça ananın evinin adresini verip (Sabah buraya gelirsin, 10:00 gibi falan orada ol!) demiştim. (Neresi burası?) diye sorduğunda, (Boş ver, sen gel işte, gelirken bir markete manava falan uğrayıp azıcık da meyve falan al!) diye tembihte bulunmuştum. Meyve işin kamuflajı olacaktı çünkü.

Ben saat 09:30 gibi kapısının önündeydim Hatça ananın. Dışarda oldukça soğuk ve karla karışık yağmurlu bir hava vardı. Elimde birkaç torba öteberi varken kapısına vurdum. Az sonra (Kimsiniz?) diye hafif köylü şiveli bir ses geldi kapının ardından. (Hatça ana, aç hele, erzak aldım sana!) dedim. Erzak kelimesi işin parolasıydı aynı zamanda. Eski, ahşap kapı gıcırdayarak açıldı. Hatça ana karşımdaydı. Hatça ananın namını, adresini askerden döndükten sonra arkadaşlardan öğrenmiştim. Evine daha önce birkaç kez gelmiştim. Akli dengesi yerinde olmayan kızını sikenlerden biri de bendim çünkü. Sikecek orospu bulamadığımda, yada yetecek param olmadığında Hatça ananın kapısını çalardım. Beni tanıyordu yani.

(Oo, evladım hoş geldin, geç hele, erkencisin!) dedi gülerek. Elimdekileri alırken ben de içeri geçip ayakkabılarımı çıkardım. Küçük antrede ayakkabılarımı çıkarana kadar üşüdüm. Diğer kapıyı açıp küçük salona geçtim. Eski, küçük soba daha yeni yeni yanmaya başlamıştı. İçerde biraz soba dumanı kokusu da vardı ayrıca. Kızı, yani Nadire, eski çekyatta oturuyordu. Hatça ana elimdekileri mutfağa bırakıp yanıma geldi.

(Hayırdır evladım, sabah sabah nerden çıktın böyle? Çok mu özledin Nadire’yi?) dedi sırıtarak. Nadire ise bu sırada bana anlamsızca bakıyordu. Arada sırada aklı yerine gelir gibi olduğunda birkaç bir şey söylerdi, onun dışında ise hiç konuşmazdı. (Yok, misafirim gelecek!) dediğimde (Haa, olur evladım, başımın üstünde yeri var. İçerde oda hazır nasılsa!) dedi yine sırıtarak.

Sobanın başında durup biraz ısınmaya çalışırken, Hatça ana bir bardak çay getirdi. Sıcak çay içimi ısıtırken (Biz de daha yeni kalktık zaten, kahvaltı bile yapmadık!) dedi. Sonra da içine azıcık bir şeyler koyduğu yarım ekmeği Nadire’ye uzattı. Nadire yarım ekmeği iştahla yemeye başlarken, Hatça ana da ekmek arası yapıp yemeye başladı. İçim ısınmıştı. Hatça ana ekmeğini yiyip çayını içerken (Kim bu karı? Orospu mu?) diye sordu. (Yok, değil!) dedim. Fazlaca muhatap olmak istemiyordum kendisiyle çünkü.

Cüzdanımı açıp 20 lira çıkardım ve kendisine uzattım. Parayı önceden peşin alırdı. Kızını sikmenin veya evini kullanmanın bedeli buydu. Hatça ana (Yavrum be, şu garip anana biraz daha yardım etsene, bak kış günü zor durumdayız, hadi benim aslan oğlum, yok mu az daha paran?) diye klasik numarasını çekti. Çıkarıp bir 20 lira daha uzattım. Hatça ana parayı sevinçle alıp koynuna soktu.

Telefonum çaldı. Keriman arıyordu. Yaklaşmıştı, tarif ettim evi. Bir iki dakika sonra dış kapı vuruldu hafifçe. Hatça ana yerinden kalktı ve (Bu seninki mi?) diye sordu. (Evet, açsana kapıyı!) dediğimde kapıyı açmaya gitti. Az sonra girişten Hatça ananın sesi geldi, (Doğru, buyur, burası, içerde, içerde…) diyordu Keriman’a. Derken Keriman karşımdaydı. Çok şaşkındı. Etrafa, ekmeğini yiyen Nadire’ye, içeri dönen Hatça anaya bakıyordu.

Keriman’a (Şöyle geç otur? Çay içer misin?) diye sorduğumda, başını sağa sola salladı hızlıca. Ne olduğunu anlayamamıştı henüz. Hatça ana Keriman’ın elindeki birkaç torbayı aldı, haline bakıp (Ne oldu hanım? Rahatla biraz, çay iç, ısın…) dedi gülerek. Oysa Keriman’ın çay içecek hali yoktu o sırada. Keriman şaşkın şaşkın bana ve etrafa bakmaya devam ederken, ben kaş göz işareti yaparak rahat olmasını söylüyordum bir nevi.

Keriman gene uzun, koyu mavi pardesüsünü giymişti. Ayağında kalın, siyah çoraplar vardı. Başını mavi, siyah puantiyeli büyük ve parlak bir türbanla bağlamıştı. Makyaj yoktu yüzünde. Onu görmeyeli iki aya yakın zaman geçmişti. Sanki daha bir güzelleşmişti. Az sonra içerdeki odada onu deli gibi sikecektim. Oysa Keriman bir türlü şaşkınlığını, tedirginliğini atamıyordu üzerinden, ayrıca söyleyecek bir şey de bulamıyor, öyle sessizce duruyordu, utanmıştı.

Dışarda bir süre yürüdüğünden ıslanmıştı. Benim bir işaretimle Hatça ana içerden kendisine bir havlu getirdi. Keriman bununla yüzünü sildi. O sırada Nadire ekmeğini yemeyi bitirmişti. Hatça ana öteberiyi topladı, Keriman’ın aldıklarını mutfağa götürdü. O kısa zamanda Keriman bana bakıp (Osman neresi burası?) dedi fısıltıyla. (Tamam, anlatırım, rahat ol!) dedim kendisine.

Az sonra Hatça ana geldi, (Siz isterseniz geçin içeri, sağdaki odaya. Küçük bir elektrik sobası var, aç diyecem amma bozuk, şansına küs!) dedi sırıtarak. Kalbim deli gibi çarpıyordu. İki ay sonra yeniden Keriman’ı sikecektim…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!