Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (97)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 97. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Üçüncü sikişimiz olaylı başlamış ama mutlu bitmişti o gün. Keriman olup bitenin farkında değilmiş gibiydi. Hatça ananın sözlerini boş gözlerle dinledikten sonra (İçeri niye geçiyoruz? Ne var içerde?) diye sormuştu. Hatça ana ise karşısındaki kadının daha önce evinde gördüklerinden biri olduğunu zannedip (Ne olacak hanım, bu var…) demiş ve beraberinde de eliyle müstehcen bir hareket yapmıştı. Bunu gören Keriman utancından elini ağzına götürmüş, bana sinirli sinirli bakmış ve peşinden (Allah senin belanı versin!) demişti.

Ayağa kalkıp giderken kolundan sıkıca tuttuğumda (Bırak, bırak beni, bırak kolumu…) diye söylenip debelenmiş, ama işe yaramamıştı. İki aylık sürede onu çok özlemiştim çünkü. (İçerde konuşalım, sakin ol, içeri geç…) demelerime sürekli itiraz etmişti. O şekilde davranması canımı sıkmıştı epeyce. Hatça ana daha önce evinde öyle bir manzaraya şahit olmadığından tuhaf gözlerle bakıyordu bize.

Sonunda sinirimden Keriman’ın kolunu var gücümle sıkmıştım. Keriman’ın (Ağhh…) diye attığı çığlık beni kendime getirmişti. Hatça ana (Aman oğlum…) diye araya girerken Keriman’a (Hanım sen şöyle gelsene!) diyerek onu içeri götürmüştü. Nadire de o haliyle şaşırmıştı olan bitene.

Birkaç dakikanın sonunda Hatça ana tek başına içeri dönmüş ve (Ulan deli oğlan, bu kadını alıp gelmişsin buraya. Kadıncağız niye geldiğini bile bilmiyor, sen niye söylemiyorsun kadına…) diyerek bana kızmıştı. Ardından (Ben Nadire ile komşuya gidiyorum. Sen de işini görürsün…) demiş ve az önceki müstehcen hareketi yapmıştı yine eliyle. Nadire’yi kolundan tutup kaldırırken (Ben konuştum kadınla, yumuşattım. Haa, amma bu iş sana pahalıya patladı ona göre…) demişti.

(İyi, tamam, sen git de sonra hallederiz!) dediğimde (Sonrası falan yok deli oğlan. Biz otururuz 1-2 saat, sen işini gör, kadın gitse de sen kal, ben anahtarı almıyorum. Dönüşte verirsin parayı!) demiş, sonrasında ise kulağıma fısıltıyla (Karı anan yaşında ama hala ilik gibi. Nerden buldun bunu?) diye eklemişti. Bense bu sözlerine bir şey dememiştim. Daha sonra Hatça ana Nadire ile çıkıp gitmişti. Evin içinde yalnız kalmıştım Keriman’la. Kalbim deli gibi çarpıyordu o anda. Keriman’a gerçeği söylememekle hata etmiştim, ama onun da böyle tepki verebileceği hiç aklıma gelmemişti, artık yapacak bir şey yoktu.

Ağır adımlarla içeri geçtim. Keriman sağdaki odadaydı. Kapıyı aralayınca onu yatağa oturmuş ağlarken gördüm. Penceresi olmayan, basık tavanlı, küçük bir odaydı, daha önce Nadire’yi sikmek için gelmiştim bu odaya. Hatça ananın (Bozuk) dediği elektrik sobası yanıyordu. Yalan söylemişti. Para için kızını erkeklere satan bir kadının yalan söylemesinde şaşacak bir şey yoktu.

Keriman’ın karşısına geçip (Özür dilerim!) dediğimde, elleriyle gözyaşlarını silmiş ve (Özür dileyecek bir şey yok. Sen bana orospu muamelesi yaptın, ama belki de haklısın. Kızının erkek arkadaşıyla yatan kadına orospu denmez de ne denir?) demişti. (Hadi ama böyle konuşma. Sana öyle bir şey demedim, demem de. Sen benim için değerlisin. Burayı, yani, söylememekle hata ettim biliyorum, ama başka da çarem yoktu. Seni çok özledim kaç zamandır…) demiştim yanıt olarak. Keriman (Ben de salak gibi diyorum kendi kendime bu meyveyi falan niye alıyorum diye. Meğer sebebi buymuş!) diye konuşmuştu.

Onun bu hali beni de fazlasıyla üzmüştü. Çıkarıp bir sigara yakmıştım. Birkaç nefesin ardından (Şu zıkkımı dışarda iç, biliyorsun ben hastayım!) demişti sinirle. Sigaramı içmek için dışarı çıkıp tuvalete geçmiştim. Tuvaletin küçük camını açıp sigaramı içerken alaturka tuvalet taşının kenarında bir şey dikkatimi çekmişti.

Bu kullanılmış bir kondomdu. İçi halen dölle dolu olan kondomu Nadire’yi siken ibnenin biri çıkarıp oraya atmıştı belli ki. Maşrapaya su doldurup kondomu tuvalet deliğine süpürmüş, içimden de (İyi ki Keriman görmedi!) demiştim. Odaya döndüğümde Keriman’ı ellerini elektrik sobasına uzatmış şekilde bulduğumda ise sevinmiştim. Artık ağlamıyordu çünkü. Bana (Şunun ayarını biraz artırsana!) deyince sevinçle (Hemen!) diyerek atılmıştım.

Sobanın ayarını birden üçe alırken (Bu kadın kimdir? Necidir?) diye sorunca (İyi bir kadındır Hatça ana. Kızıyla beraber yaşıyor, başka kimsesi yok. Sokaklarda öteberi falan satıyor, milletin yardımıyla geçiniyor, fukaranın biri, kızı da akıl hastası…) diye cevap vermiştim.

Keriman (Anlamıştım zaten. Kadında bir tuhaflık var belli, garip garip bakıyor insanın yüzüne. Yazık, çok da güzelmiş zavallı!) demişti. Evet, Nadire gerçekten güzeldi. Akli dengesi yerinde olmasa bile yüzü ve fiziği sokaktaki aklı başında pek çok kadından daha güzeldi. Zaten Hatça ana da kızını bu güzelliği nedeniyle erkeklere satıyordu.

Onun bu sözlerinden sonra bir süre sessiz kalmıştık. Ne diyeceğimi hiç bilmiyordum çünkü. Keriman bu sessizliği bozmuş ve (Üst kattaki beni sıkıştırıp duruyor. Geçen sefer yakalandık ya. Tuğba’ya yada başka birine söyleyecek diye çok korkuyorum. Onun için bizim eve gelmemelisin. İlerde şey olursa…) demiş ve başını önüne eğmişti. (Ne olursa?) diye sorduğumda (Şey, senle Tuğba nişan, evlilik falan olursa ne olacak o zaman?) diye sormuştu. Yüzünde ağlamaklı bir ifade vardı bunu söylerken.

(Korkma, bir şey yapamaz!) demiştim onu rahatlatmaya çalışarak. (Nasıl yapamaz? Kadın sıkıştırıyor dedim ya sana!) diyerek üste çıkmaya çalışmıştı. (Sen de o zaman onun açığını söylersin!) demiştim gülerek. (Neymiş onun açığı?) diye sormuştu Keriman. (O da üvey oğluyla iş tutuyor!) dediğimde, bir elini ağzına götürüp başını sağa sola sallamıştı (Tövbe tövbe!) diyerek. (Gerçekten bak. Sizde kaldığım gece, hani Tuğba’nın odasında yatmıştım. Sizin odanın pencere demirlerine tırmanırken gördüm bu herifi. Pencereden eve girdi. Sonra da üst kattaki odada iş tuttular, seslerini duydum. Sonra adam aynı demirlerden tutunup inip gitti gece vakti. Sabah sana sordum ya kim bu adam diye? Hah, işte gece gördüğüm adam oydu. Karı seni sıkıştırırsa sen de ona bunları söylersin!) demiştim.

(Gerçek mi bu Osman? Valla mı? Bir yaşıma daha girdim. Tövbe tövbe… Demek öyle ha? İftira atmıyorsun ya? Vay anasını! Kadına bak, bana demediğini bırakmamıştı, demek üvey oğlunu pencerelerden alıyor içeriye. Vay orospu…) demişti Keriman hayretle. Bunu öğrenen Keriman’ın eli güçlenmişti. (Gerçekten sonraki zamanlarda Nurten’in Keriman’a karşı sıkıştırmaları, tehditleri bıçak gibi kesilmişti. Nurten ile ilgili diğer gerçekleri de seneler sonra tesadüfen tanıştığım kardeşi Şermin’den dinlemiştim).

Nurten’le ilgili haberi öğrenen Keriman’ın bir anda neşesi yerine gelmişti. O gün yüzünde ilk defa gülümseme belirmişti. (Tuğba’nın otobüsü altı buçukta gelecek!) dediğinde saatime bakmış ve (Oo, daha var…) demiştim sevinçle. (Peki ya bu kadın?) diye sorunca (Korkma, Hatça anadan laf çıkmaz!) demiş ve ardından yanına oturup yanaklarından usul usul öpmeye başlamamla beraber havadaki elektrik daha da azalmıştı.

Omuzlarına bastırıp yatağa uzandırmış ve ben de yanına uzanmıştım. Ellerim vücudunda geziniyordu üzerinde giysileri olsa da. (Dudaklarını serbest bırak!) demiş ve aralık bıraktığı etli, ıslak dudaklarını emmeye başlamıştım. Yüzünün her bir noktası dudaklarımdan nasibini alıyordu. Yanaklarında gözyaşlarının tuzu duruyordu halen. Yanaklarını emmenin yanı sıra, köpeğin kemiği yalaması gibi yalıyordum ayrıca.

Yanaklarındaki, dudaklarının üzerindeki hafif tüyler bana engel olmak yerine daha da azgınlaştırıyordu. Onun doğal hali hoşuma gidiyordu. Yarağım sertleşmeye başlamıştı bunlar olurken. Bir an önce onunla yatağa girmek ve çatır çatır sikmek istiyordum. O nedenle bu öpme, okşama faslı uzun sürmemişti.

Yavaşça doğrulup soyunmaya başlamıştım. Keriman da aynı şekilde soyunmaya başlamıştı. Hiç ses etmiyorduk, gözleri ara ara pantolonumun altında kabarmış yarağıma kayıyordu. Üzerindeki her bir giysiyi çıkardıkça kalbim daha da şiddetli atıyordu. Başındaki türbanı ve boneyi açınca sarı saçları omuzlarına dökülmüştü. (Saçlarını mı kestirdin?) diye sorduğumda (Uçlarından aldırdım biraz, çok kırılıyorlar.) demişti gülümseyerek.

Mavi pardesünün düğmelerini tek tek açıp çıkartınca, altında uzun ve bol siyah eteği ve gene siyah kalın, örgü kazağı ile kalmıştı. Kazağı alttan tutup başının üzerinden çıkarttığında vücudunu sıkan beyaz atleti ile kalmıştı bu sefer. Sutyen giymemişti. Dolgun ve yaşından dolayı sarkık memeleri beyaz atletin altında şişmişti. Zeytin tanesi gibi etli, büyük meme uçları atletin ince kumaşını delecekti sanki.

(Niye sutyen giymedin?) diye sorduğumda (Memelerimin altı yara oldu, sutyen takınca sızlıyor.) demişti atletini çıkarırken. Sonra da her iki memesini alttan tutup yukarı kaldırmış ve (Bak.) demişti. Gerçekten memelerinin altında kızarıklık vardı. Bakışlarım arasında memelerinin altını kaşıdı bir zaman, (Çok kaşınıyorlar!) diyordu bir yandan da.

Bu arada ben çırılçıplak kalmıştım. Yarağımın sertliği az biraz geçmişti. Keriman eteğinin fermuarını açtı arkadan, sonra da bacaklarından sıyırıp çıkardı. Kalın kahverengi bir tayt giymiş, taytı da dizlerinin üzerine gelen kalın siyah çoraplarının içine sokmuştu. Tayt kalçalarına yapışmış gibiydi. (Bunu da giymezsem götüm donuyor!) demişti gülerek taytını aşağı sıyırırken. Taytla beraber beyaz pamuklu külotu da sıyrılmıştı. Amı tıraşlı ve kılsızdı. Amındaki büyük kahverengi ben, kıl olmadığından meydandaydı. Amının yarığı sanki görmediğim onca zaman sonunda bana daha da büyümüş, irileşmiş geliyordu. Bembeyaz etli, dolgun kalçaları da gün yüzüne çıkarken yarağımdaki sertlik artıyordu yeniden.

Yatağın üzerindeki kalın yorganı çektiğimde gördüğüm manzara berbattı. Çarşaf leş gibiydi, aynı şekilde yastık yüzü de öyleydi. 20 liraya sikiş dönüyordu bu yatakta. O nedenle bu görüntü benim için normal sayılabilirdi, ama Keriman için öyle değildi. Keriman (Ay bu ne böyle!) derken, ben (Tamam, hallederim!) dedim sakince. O ara tuvalette gördüğüm gibi kullanılmış bir kondomun da çarşafın üzerinde olduğunu gördüm. Neyse ki Keriman görmemişti bunu. Çarşafı ve yastık yüzünü çabucak topladım. Yataktan döl ve ter kokuları yükseliyordu. Eskimiş, hazır yatağın üzerinde döl lekeleri vardı.

Keriman (Ben bu yatağa falan girmem!) dedi sinirle. Ben (Bir şey olmaz!) dediysem de dinlemedi, (Hastalık kapar insan bunda. Bu kadın ne iş yapıyor, kızı deli diye yatağını da mı temizlemiyor?) diye sordu. Dal taşak bir halde diğer odaya geçip yatağın üzerine örtebileceğim bir şeyler aradım bir süre. Perdeler çekili olduğundan rahattım ama oda çok soğuktu. Çuval bezine benzeyen, yer yer delinmiş, yırtılmış, büyükçe bir bezle döndüm odaya sonunda. Bunu alıp yatağın ve yastığın üzerine örttüm güzelce. Yorganın da üzerinde yer yer döl lekeleri vardı. Ama Keriman yatağın o halini gördükten sonra yorgana hiç bakmadığından bu lekeleri de fark etmemişti.

Önden ben girdim yatağa, Keriman da yanıma uzandı. Yatağın üzerine serdiğim bezin soğukluğu bir süre bize dişlerimizi takırdattı, ama sonra yavaş yavaş geçti. Sıkıca sarıldık birbirimize. Çıplak bedenlerimiz bir bütün oldu o anda. Hiç ses etmeden sıkı sıkı sarıldık, Keriman’ın teninin, saçlarının kokusunu çektim içime derin derin. Hafif bir parfüm ve bir miktar ter koksa da doya doya kokladım. İri memelerinin, meme uçlarının göğsüme değmesi ile birlikte yarağım yeniden hareketleniyordu bu arada.

(Çok özledim seni!) dediğimde (Ben de!) diyordu Keriman. (Bak, bir de gidecektin, ısrar etmeseydim…) derken (Tamam, işte buradayım…) diye sözümü kesmişti. Sonra (Bu kadın seni nerden tanıyor?) diye sormuştu, bakışlarında meraklı bir ifadeyle. (Tanıyor işte…) diye geçiştirmiştim. İnanmamıştı muhtemelen, ama ses de etmemişti.

Yorganı sıyırıp çıplak vücudunu bir süre seyrettikten sonra okşamaya başlamıştım. Güneş görmemiş, bembeyaz, dolgun eti ellerimin altındaydı. Uzun uzun, hafif, onu ürkütmeyecek şekilde okşamalarıma Keriman da bir süre sonra elleriyle karşılık verir olmuştu. Ben onun memelerini, karnını, kalçalarını okşarken, o da sırtımı, omuzlarımı okşuyordu.

Memelerini küçük küçük öpmeye başlamıştım bir taraftan da. Meme uçlarını dilliyor, dişliyordum. Bir bebek gibi emip içime çekiyordum. Keriman çok hoşlanmıştı bundan. (Ay gıdıklanıyorum!) demişti. Bir ara gaza gelip memelerini sıkıca avuçladığımda (Ay yapma, çok acıyor!) demişti. Elim memesinin altındaki yaraya değdiğinden acıyla feryat etmişti. (Niye böyle oldu?) diye sorduğumda (Tuğba geçenlerde hem kendine hem bana sutyen, külot almış. Aldığı sutyeni taktım, o da küçük geldi. Alttan kesti memelerimi…) demişti.

Bir şey demeden bu kez de karnında, göbeğinde gezinmeye başlamıştı dudaklarım, dilim. Öpüp yalamalarım neticesinde Keriman gittikçe daha çok kıvama geliyordu. Sağ elimle amını ovalamaya başlamamla beraber Keriman (Iığmm…) diyerek uzun, iniltiler çıkartmaya başlamıştı. Gözleri kapalıydı, başını sürekli sağa sola oynatıp duruyordu. Amı sulanmıştı ve okşamalarımla beraber gittikçe daha çok sulanıyordu. Amının dudaklarını, bızırını parmaklarımla uzun zaman okşadım.

Keriman da eliyle amını üstten ovalıyordu bu arada. Sol elim memelerinde, sağ elim amında, dudaklarım karnındaydı. Keriman kendini giderek kasmaya başlamıştı tüm bunların arasında. Vücudu kaskatı kesilmiş, kendini kasıyor, bacaklarını var gücüyle sıkıyordu. Amındaki elim de kasıklarının arasında kalmıştı. İniltileri çoğalmış, kendini kaybeder olmuştu. Amında gezinen elim onu boşaltmaya yetmişti.

Keriman zevkin doruklarına çıkarken belini kaldırıp indiriyor, bacaklarını ileri geri oynatıyordu. Ama bu sırada elim kasıklarının arasındaydı halen. Neyse ki sonunda kendini kasmayı bırakmıştı. Yavaş yavaş gevşemiş ve kendine gelmişti. Elimi amından çektiğimde kızardığını görmüştüm. Amının zevk sıvıları ve ter ile iyice ıslanmıştı elim. Göğsü bir inip bir kalkıyordu hızlıca. Memeleri nefes alıp verirken bile löpür löpür sallanıyordu. Başımı memelerinin üzerine koymuştum. Kalbi deli gibi çarpıyordu, sanki yerinden fırlayacakmış gibiydi. Terlemiş ve kızarmıştı yüzü.

(Osman, çantamda ilacım var, onu versene, bir de su getir.) demişti doğrulmaya çalışırken. Kalp hastasıydı, heyecana gelemiyordu. Az sonra ilacını içmiş, biraz olsun kendine gelmişti. (Az dinleneyim…) diyerek başını göğsüme yaslamıştı. Birkaç dakika boyunca o şekilde kalmıştık. Keriman (Biliyor musun, kocamdan sonra yatağıma giren ikinci erkeksin…) deyince gülmeye başlamıştım.

Daha önce iki defa sikişmiştik, amından ve götünden sikmiştim, bana sakso çekmişti. Ama böyle söylüyordu. (Gülme, dediğim doğru vallahi!) deyince (Öncekiler neydi?) diye sormuştum. (Onlarda böyle karı koca gibi yatağa girmedik!) demişti. Doğruydu, şimdiki gibi yatağa girmemiş, sadece sikişmiştik. Bu şekilde karı koca gibi birbirimize sarılıp yorganın altında sevişmemiştik. Birkaç dakika sonra Keriman’ın ufaktan horultusu gelmeye başlamıştı. Daha amına yarağımı sokmamıştım, ama Keriman şimdiden sikiş sonrası uykuya dalmıştı bile. Sikişimizin ilk bölümünü tamamlamıştık…

Yağmur hafiften yağmaya devam ediyordu. Keriman’la yaşadığım sikiş gözümün önünde yeniden canlanmıştı yol boyunca. Yengemlerin kapısının önüne geldiğimde eve telefon açtım. Yengem çıktı, “Tamam evladım, geliyoruz biraz sonra!” dedi. Onlar gelene kadar bir sigara yaktım, arabanın camını aralayıp yağan yağmurun altında sigaramı içtim tatlı tatlı.

Merve hanımın, yengemin kiracısı çıkması ne garipti. Dünya küçüktür lafına bir kanıttı adeta. Sigaram biterken yengem ve Hüsniye binanın giriş kapısında belirdi. Hüsniye’nin elinde büyükçe bir tepsi vardı. Tepsinin üzerine bir bez örtülüydü. Kahverengi uzun bir manto giymişti. Ama mantoyu iliklememiş, sadece belindeki kemeriyle gelişigüzel bağlamıştı. Adım attıkça mantonun altından ince siyah çoraplı bacakları görünüyordu. Saçları da yürüdükçe dalgalanıyordu oluşan rüzgârla. Büyük ihtimal manto, altındaki kıyafetini gizliyordu. Ya mini etek yada mini bir elbise giymişti. Sadece kadınların olacağı bir eğlencede bu şekilde giyinmekte bir sakınca görmemişti. Ayağında ise siyah, ince ve yüksek topuklu ayakkabılar vardı.

Köylü yengem, zengin kocayı ve parayı bulduktan sonra epey değişmişti. Bu değişimin bir işaretini de bugün görüyordum. Dizlerinin altına gelen siyah bir etekle, gene siyah bir ceket giymişti. Yaşına başına aldırmadan giydiği etek kalçalarına yapışık gibi görünen dar bir etekti. Parlak naylon çoraplı bacakları arkalarından vuran ışıkla parlıyordu. Başını genç kızlar gibi parlak kırmızı bir şalla bağlamıştı. Sol elinde, uzun, siyah bir cüzdan tutuyordu. Diğer elinde ise naylon bir torba vardı. Kalın ama yüksek topuklu açık renk ayakkabı giymişti. Bu haliyle hanım ağalar gibiydi.

Yengem öne otururken, Hüsniye arkaya geçti. Yengem, “Nasılsın aslanım?” derken, Hüsniye, “Merhaba Osman!” dedi. Arabayı sürmeye başlarken şakayla, “Yenge manken gibi olmuşsun!” deyince, “He valla, yarın bakarsın senin nikâhta kendime de bir koca bulurum!” dedi kahkahayla. Arkadaki Hüsniye de, “İlahi anne!” diyerek katıldı yengeme.

Yol boyu havadan sudan konuştuk. Ara ara aynadan Hüsniye’ye bakıyordum. Bacaklarını aralayarak oturmuştu. Mantosunun aralığından bacakları kalçalarına kadar görünüyordu. Mantonun önünü kapatmak için bir şey yapmıyor, üstelik aynadan bakışlarıma karşılık veriyordu. Kocası kendisini kızıyla aldatmıştı. Trajik bir hayatı olmuştu, bıçaklanmış, bebeğini kaybetmişti. Bunları bildiğimi bilse kim bilir neler hissederdi.

Yengeme, “Senin kiracınla tanıştım!” deyince, “Kimle?” diye sordu. “Merve hanımla!” dediğimde, yengem, “O kim be?” dedi şaşırmış gibi. Ben, “Merve Hanım, bankacı!” derken, arkadan Hüsniye lafa girdi, “Anne, şey, şey, var ya adı neydi, şimdi aklıma gelmiyor, dul var ya, boşanmış kocasından, ha Meltem Meltem, onun kardeşi, değil mi?” dedi.

“Valla, ablasının adını bilmiyorum, ama iki çocuğu varmış, boşanmış kocasından…” deyince yengem atıldı, “Sen nerden tanıştın onunla be?” diye sordu. “Bankacı dedim ya, ben onun bankasıyla çalışıyorum, konuşurken senin lafın geçti, oradan…” dedim. Yengem gülerek, “İyi, iyi, bir tanımadığın Merve hanım kalmıştı, yakında onu da iyice tanırsın…” dedi. Ben de Hüsniye de onun bu dediğine bir anlam veremesek de, yengemin bir şeyler ima ettiği belliydi.

Evin önüne geldik. Yengem, “Yardım et bize de şunları çıkart, hemen gitme!” deyince, “Tamam!” dedim. Hüsniye’nin elinden tepsiyi aldım. Beraber binaya girip asansöre geçtik. Yengemin dar eteği aynı zamanda arkadan yırtmaçlıydı. Adım attıkça bir karış kadarlık yırtmacın altından parlak naylon çoraplı kalçaları da görünüyordu. Asansörün içine yengemden ve Hüsniye’den yayılan parfüm kokusu doldu. Yengem, “Ayarladın mı karıları, kimde kalacağını falan?” deyince, Hüsniye bir iki numaradan öksürdü. Yengemin böyle söylemesinden dolayı utanmıştı. Ben bir şey demeye kalmadan asansör durdu ve kapı açıldı.

Yengem, “Az bekle hele, belki karının sana bir diyeceği vardır…” deyince, “Kimin, Özlem’in mi?” diye sordum. Yengem kızmış gibi, “Ne Özlem’i oğlum, Refiye’nin!” dedi başını sallayarak. Hüsniye, “Anne nikâhtan önce gelini görmek iyi değildir!” derken, yengem, “Merak etme, gören göreceğini gördü!” dedi. Hüsniye’nin yüzü iyice kızardı bunu duyunca. Yengemin patavatsızlığı beni de utandırdı.

Refiye’nin kapısının önünde epey bir kadın ayakkabısı ve terliği vardı. Yengem zile bastı iki kez. Az sonra kapı açıldı. Tanımadığım genç bir kız açtı kapıyı. Beni görünce başındaki yeşil şalını düzeltti, “Buyurun?” derken bizi tanımadığı belliydi. İçerden müzik sesleri ve kadınların kahkahaları geliyordu. O sırada Ceren belirdi kapıda. Siyah kadifeden uzun bir elbise giymişti. Başını açık pembe bir şalla bağlamıştı. Yüzünde yoğun olmayan, güzel bir makyaj vardı. Bana gülümseyerek bakarken gözlerinden sabaha karşı yaşadıklarımızı unutmadığını anladım çabucak.

Yengemin elini öperken Refiye arkasında belirdi bu sefer. Müstakbel karım da kızı gibi tek parça bir elbise giymişti. Parlak mor renkli uzun, vücudunu saran kapalı elbisenin altından memelerinin şişkinliği belli oluyordu hemen. Başını da sıkıca bağlamıştı aynı renk bir türbanla. “Hoş geldiniz!” dedi gülümseyerek. Ceren elimdeki tepsiyi alıp, yengem ve Hüsniye ile içeri geçerken, Refiye kapıyı açan kıza, “Hadi canım, sen de içeri geç…” dedi. Kız bunun üzerine içeri gidince, Refiye, “İyi ki geldin, az bekle…” dedi kapıyı kapatıp.

İçerdekilerin, ama özellikle karımın ve kızların beni görmesini istemiyordu belki de. Az sonra kapı yeniden açıldığında Refiye’nin yanında annem vardı. Annem de Refiye gibi ama koyu mavi bir elbise giymiş, hatta makyaj bile yapmıştı. Annem, “Nasılsın aslan oğlum?” diyerek sarıldı bana. Yanaklarımdan öptü hasretle. “Ne oldu? Uzak yoldan gelmedim ki?” dediğimde, “Olsun, ben senin ananım, analar öper!” dedi gülerek.

Refiye’nin elinde, iyice şişmiş, bavul gibi duran bir laptop çantası vardı. Annem çantayı gösterip, “Bu ne kızım?” diye sordu. Refiye, “Hiiç, benim bilgisayarım, şimdi burada çoluk çocuk açar, bozar mozar, bir de onunla uğraşmayalım. Vereyim de Osman götürsün, onda kalsın!” dedi. Annem, “Haa, iyi yapmışsın, iyi yapmışsın…” dedi.

Annem içeri geçerken, Refiye dış koridora çıktı, kapıyı kapattı. “Osman bu sende kalsın, burası çok kalabalık, çoluk çocuk var. Kendi odama da koysam güvenemiyorum, ne olur, ne olmaz!” dedi fısıltıyla. Çantayı alırken, “Tamam tamam, merak etme, korkma!” dedim. Refiye çantanın fermuarlı ve cırtlı gözlerini tek tek açınca içinin para ve altınlarla dolu olduğunu gördüm. Deste deste Lira’lar, Dolar’lar, Euro’lar ve bilezikler, altınlar, kolyeler, küpeler vs. vardı.

“Aman ha, dikkat et, kurban olduğum. Kimse bilmiyor bunları, kimseye gösterme, sahip çık. Buradakiler bizim geleceğimiz!” dedi. Bunu söylerken telaşlı görünüyordu. O kadar parayı, altını görünce ben de heyecanlandım. “Tamam, tamam, hallederim, sen korkma!” dedim. Üzerinden her zamanki parfümünün kokusu yükselirken dayanamayıp yanağından öptüm. “Tamam, hadi, git, git…” dedi gülerek. Sonra da kapıyı açmaları için zile bastı.

Kapı açılınca karımla göz göze geldik. İçerde onca insan varken kapıyı karım açmıştı. “Osman, sen ne zaman geldin?” diye sordu. Refiye, “Şey, ben içeri geçeyim…” dedi ve bir şey demeden başı önüne eğik halde geçti içeri. Bu kez karım kapının önüne çıktı, fısıltıyla, “Sen niye geldin?” diye sordu. “Yengemle Hüsniye hanımı getirdim…” dediğimde “Haaa, tamam tamam!” dedi anlayışla karşılamış gibi.

Parlak turkuaz renkli uzun bir elbise giymişti. Başını aynı renk bir türbanla bağlamıştı. Türbanının uçlarının altından beyaz ve simli koynu görünüyordu. Yüzünde de gene simli, güzel bir makyaj vardı. “Niye gelmedin dün gece?” diye sordu. O böyle sorunca, hakkında duyduklarım, anlatılanlar geldi aklıma. Bir an kendimi kaybedip boğazına sarılacağım sandım, ama hakim oldum kendime. “İşim vardı!” dedim. Karım arkasında kalan kapıya baktı, “Çok özledim seni!” dedi kulağıma fısıltıyla. Doğrusu ben de özlemiştim, ama aklım karmakarışıktı bir taraftan da.

Elimdeki çantaya bakıp, “Bu ne?” diye sordu. “Hiç, Refiye verdi, kalabalık ya burası, ondan…” dedim geçiştirir gibi. Sonra da, “Siz ne yapıyorsunuz içerde?” diye sordum. “Hiçç, kadın kadına eğleniyoruz, ne olsun…” dedi iki elini havaya kaldırıp parmaklarını şaklatır gibi yaparak. “Çok kıvırma!” dedim gülerek. “Niye? Kırk yılın başı oynamak benim de hakkım!” dedi. “Tamam, hadi sen geç içeri, ben gidiyorum!” deyince, “Aa bekle, annem burada, seni görmek istiyor…” dedi ve içeri geçti.

Kadınlar beni bırakacak gibi değildi. O sırada asansörün kapısı açıldı ve içinden üç kadın çıktı. Bunlar da kınaya gelenlerdi. Kim olduklarını bilmiyordum, bana yan gözle çekinerek baktılar. Kapının açık duruyor olmasını fırsat bilip içeri geçtiler hemen ve ardından kapıyı kapattılar. Kısa bir sürenin ardından kapı yeniden açıldı. Karımın yanında kayınvalidem vardı.

Kayınvalideyi görmeyeli uzun zaman olmuştu, onda da çocuktum zaten ve aklımda onunla ilgili bir anı kalmamıştı. Karıma benziyordu. Yıllardır köyde yaşayan biriydi, ama buna rağmen karşımda gördüğüm, bir köylüden çok şehirliye benzeyen bir kadındı. Uzun siyah bir eteğin üzerine çiçek desenli bir gömlek giymiş, başını büyükçe bir türbanla bağlamıştı. Karım, “Anne, işte damadın bu!” deyince, “Kız söylemene gerek yok, aslanımı nerde görsem tanırım!” dedi, elini öpüp başıma koyarken, bir anda güçlü kollarıyla sıkı sıkı sarıldı bana.

Diğer elimde laptop çantası olduğundan bir ara dengemi kaybedecek gibi oldum. Kayınvalide iri yarı, güçlü kuvvetli bir kadındı. Beni kendine çekip bastırırken, göğsümde memelerinin yumuşaklığını hissettim. Yaşından dolayı sutyen giymemişti anlaşılan. Bu sırada her iki yanağımı ve boynumu da hasretle öpüyordu.

Sonunda öpmeyi ve sarılmayı bıraktığında, yanaklarım öpücükleri ile ıslanmıştı iyice. “Nasılsın aslan evladım, aslan damadım, kuzum benim, kurban olduğum…” diyordu köylü şivesi ile. Heyecanlı heyecanlı konuşurken vücudu sarsılıyor, gömleğinin altındaki sutyensiz iri ve sarkık memeleri de oynuyordu. Kendisine, ‘Anne’ demek benim için zor geldi o anda. “İyiyim!” diyebildim sadece. Kayınvalidenin yüzünde güller açıyordu beni gördüğü için, çok mutluydu. Halimi hatırımı soruyordu sürekli. Beni çok sevdiği belliydi gözlerinden.

“Ben de dişlerimi yaptıracam, bir de kadın hastalığım var yavrum, onun için geldim…” derken, karım araya girdi ve “Annem bir süre bizde kalacak!” dedi. “Ne demek, başımızın üzerinde yeri var!” dedim. “Hee, az rahatsızlık verecem amma…” deyince, “Ne rahatsızlığı, olur mu öyle şey!” dedim. Ardından, “Şey, kayınbabam da gelseydi ya?” deyince, kayınvalide elini havada sallayıp, “Aman boş ver oğlum, biraz rahat edeyim burada. Hem zaten o köyünden başka yerde duramaz!” dedi gülerek.

O anda aklıma karımın söyledikleri geldi. Annesiyle babasının köydeki evlerinde bir perdenin arkasında yattıklarını ve babasının annesini her gece bağırta bağırta siktiğini söylemişti karım. Acaba kayınvalidenin (Biraz rahat edeyim) derken kastettiği bu muydu? Yoksa kayınpeder kendisini bu yaşında bile her gece bağırtarak mı sikiyordu? Kayınvalide böyle iri kıyım bir kadınken, onu bağırtarak siktiğine göre, kayınpederde kol gibi bir yarak vardı anlaşılan.

Karım, “Anne biz geçelim içeri istersen…” deyince, “Hee kızım, geçelim, millete ayıp olmasın!” dedi. Ardından bana yeniden sarıldı sıkı sıkı, yanaklarımı, boynumu öptü yine. İçeri geçerlerken koca eteğinin altında götünün yanaklarının bıngıl bıngıl sallanışlarını fark ettim. Belki de kayınpeder o götünü sike sike büyütmüştü.

Asansörün kapısını açıp içeri girecekken bir anda arkamdan, “Hişş!” diye bir ses geldi. Baktım, Özge’ydi bu. Onu görmek sinirlendirdi beni. Hiç konuşmaya niyetim yoktu. Zaten o da benimle konuşmaya niyetli değildi anlaşılan. Sıkıca tuttuğu avucunu açtı, içinde buruşuk küçük beyaz bir kâğıt vardı. Kâğıdı, “Al şunu!” diyerek avucuma sıkıştırdı ve kapıyı kapatıp gözden kayboldu.

Asansördeyken verdiği kâğıdı açtım. Kargacık burgacık bir yazıydı, hızlı hızlı yazmıştı anlaşılan. Normalde çok güzel bir yazısı vardı Özge’nin. (Beni yanlış anlama. Ahmet benden hoşlanıyor, ama ben değil. Bugün anne babasına da söyledim. Aramızda bir şey yok. Sadece seni seviyorum!) diye yazmıştı. Ya yalan söylüyordu, ya da gerçek buydu. Bilmiyordum. Kâğıdı cebime koydum.

Arabaya binince Refiye’nin verdiği çantayı açtım. Fermuarlı ve cırtlı gözlerdeki para ve altınlar gözlerimi kamaştırdı. Refiye bu kadar parayı, altını nerden bulmuştu? Hüsniye’nin dediği yüklü tazminatı aşan bir miktar vardı belki de bu çantada. Çantada laptopu ile birlikte küçük bir video kamera ve kendisinde daha önce görmediğim dokunmatik bir telefon da vardı.

Çantayı işyerindeki kasaya mı koysam diye düşündüm bir süre. Ama bir daha işyerine gitmeyi göze alamadım. Eve doğru sürdüm arabayı. Gerçekten de çantada Refiye’nin dediği gibi ‘Geleceğimiz’ vardı. Para içinde yüzen bir kadınla evlenecektim, çok şanslıydım.

Ön cama ufak ufak yağmur damlaları düşmeye başladı yeniden. O ara tekrar Keriman ile yaşadığım üçüncü sikiş ve sonrası geldi aklıma…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!