Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (74)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 74. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Sabah erken bir saatte yanımda yatan karımın bağırışıyla uyandım. Önce ne olduğunu anlamaya çalıştım, karım üzerime pikeyi örtmeye çalışıyor, bir taraftan da Esra’ya, “Hayvan, bu kapıyı çalmadan niye giriyorsun!” diye bağırıyordu. Bu sırada karımın iri memeleri önü oldukça açık ve dantelli geceliğinin altında deli gibi sallanıyordu. Esra kapının önünde durmuş bize bakıyordu öylece. Sonradan fark ettim, sabah sabah yarağım kalkık haldeydi, çadırı dikmiştim yani. Karımın üzerime örttüğü pikenin altında bile belli oluyordu bu. Esra’nın gözünden kaçmamıştı bu görüntü ve karımın gizlemeye çalıştığı da buydu. Karım yataktan fırladı ve Esra’nın üzerine yürüdü. Ama Esra çabuk davranıp kapadı kapıyı.

“Geri zekâlı çocuk, öylece dalınır mı yatak odasına, töbe töbe!” deyip duruyordu karım sinirinden. O sırada içerden Özge’nin sesi geldi, “Anne ben gidiyorum!” diye. Karım, “Tamam, tamam!” dedi soğuk bir ses tonuyla. Özge’nin ardından Esra da, “Anne ben Elifnur’a gidiyorum!” diyerek çıkınca, evde karımla yalnız kaldım. İşe daha sonra gidecektim. Karım, “Sen de sabah sabah ne öyle, kaldırmışsın!” dedi eliyle yarağımı göstererek. Bense halen uykuluydum ve “Ya kadın sabah sabah bir git başımdan!” dedim. Karım, “Aman, buna da bir şey söylenmiyor!” dedi sinirle. Ben birşey demeden yattım, uyudum tekrar.

Öğleye doğru uyandığımda karım temizlik yapıyordu. “Şurada üç gün olmadım evin içine sıçmışlar, iki tane gelinlik kızım var ama bir hayırları yok…” deyip duruyordu sinirle. “Tamam, birşey olmaz, bu kadar üstlerine gitme kızların!” dedim. Karım cevabıma daha da kızdı, “Bana o orospuyu savunma! Kaltak duvarın arkasında durmuş utanmadan bizi izliyordu, ama iyi oldu, oğhh, kimmiş bu evin hanımı, erkeğinin sahibi kimmiş gördü sürtük!” dedi.

Karım epey kızgındı Özge’ye karşı. Daha fazla tartışmak istemiyordum. Karım, “Ben aradım Aysel hocayı, ne zaman isterseniz gelin dedi!” dediğinde bu kez kızdım, bağırıp çağırdım. Ama o gitmekte ısrarlıydı. “Bana bir günah işlettin, bunu temizlememiz gerekli!” diyordu. “İyi de sen istedin parayı!” dediğimde ise sustu. Çünkü doğrusu buydu. “Ben gitmek istiyorum, sen de geleceksin!” dedi karım söylediklerimi umursamadan.

Sıkılmıştım, ayrıca karnım açtı. Karıma, “Sen yıkandın mı?” diye sordum. “Yok, seni bekledim!” dedi. “Beni niye bekledin ki?” dediğimde, “Kızlar evde yok, beraber girer yıkanırız diye düşündüm!” dedi. Bu cevabı hoşuma gitmişti. “Özledin mi yoksa beni kız?” dedim. Karım, “Hayvan, ne özlemesi, bak saat kaç oldu?” dedi gülerek.

“İyi, hadi gel o zaman!” diyerek elinden tuttum, banyoya geçtik birlikte. Kapıyı hafif aralık bıraktık, zaten evde tektik. İkimiz de bir çırpıda soyunduk, benim zaten üzerimde sadece külot vardı. Ilık suyun altına girdik, vücutlarımızı güzelce yıkadık, sabunladık. Karım çamaşır makinesini açmıştı ve akan suyun sesinden başka bir de makinenin sesi banyoda yankılanıyordu. Karım yarağıma ayrı bir özen gösteriyordu resmen. Lifle nazikçe sabunlayıp temizledi yarağımı. Sonra, “Etek tıraşı yapayım mı?” diye sordu. “Olur, yap bakalım!” dedim. En son otelde yapmıştı bana etek tıraşı.

Karım yarağımı iyice sabunladı yeniden, benim eski tıraş bıçaklarımdan birini aldı, suyun altına tuttuğu bıçağı daha sonra tıpkı bir berberin kullandığı ustura gibi kullanmaya başladı. Yarağıma dokunan parmakları onu sertleştiriyordu. Karım bu işi iyi biliyordu doğrusu. Domalmış vaziyetteydi, götünün tombul yanakları löpür löpür sallanıyor, iyice sarkan koca memeleri de aynı şekilde havada daireler çiziyordu.

“Ben de iyice berber oldum ha!” dedi gülerek. “Niye?” diye sordum, “Kızlara da aynısı yapacağım daha!” dedi. “Bizim iki koca eşek halen temizleyemiyorlar kendilerini! Özge’den umutluydum, ama o da boş çıktı!” dedi. Bunları söylerken aynı şekilde işini yapmaya devam ediyordu. Yarağım artık kazık gibi olmuştu, karım yarak kökümdeki ve taşaklarımdaki kılları güzelce kesip temizlemişti. Suyla güzelce yıkadığında, yarağım parlak bir görüntü almıştı. Onun da amının kılları uzamıştı bir miktar. “Ben de seninkileri keseyim!” dediğimde, “Yok, boş ver, sonra ben hallederim!” dedi.

Bunun ardından duş teknesinin içinde dizlerinin üzerine çöktü, kalkık yarağımı sıvazladı bir süre. Sonra dudaklarının ucuyla emmeye başladı kafasını. Suyu kapattım, zaten yeterince ıslanmıştık. Karım sağ eliyle taşaklarımı avuçlayıp yarağımı tutarken, sol eliyle de memelerini okşuyor, avuçluyordu. “Oğmm, ağmm, ığmm…” sesleri eşliğinde yarağımı ağzının en derin noktalarına sokup çıkartıyor, meme uçlarını sıkıyor, ara ara da amını ovalıyordu. Bense ıslak saçlarını okşuyordum yavaşça.

Ara sıra yalamayı bırakıp yarağımın kafasını dilliyor, sonra yeniden boğazına kadar sokup çıkartıyordu. Bütün bunları yaparken kendisi de zevk alıyordu. Az sonra taşaklarımı yalamaya başladığındaysa aldığım zevk daha da çoğaldı. Ufak ufak ısırıp ağzına sokuyordu her bir taşağımı. Ama artık içine girmek istiyordum, bu gidişle boşalacaktım yoksa.

“Tamam, hadi, bırak artık, yeter, kalk ayağa!” dediğimde yarağımı yalamayı bıraktı. Kalçalarımdan destek alarak ayağa kalktığında, yarağımın zevk sıvıları ağzının kenarını ıslatmıştı iyice. Elinin tersiyle ağzını sildi ve “Nasıl yapalım?” dedi. “Şu musluktan tutunup domal!” dediğimde, sırtını bana dönerek dediğim gibi domaldı. Bacaklarını açtı iki yana iyice ve ayakuçlarına basarak götünü biraz havaya kaldırdı.

Yarağımı tutup arkadan girdim amına yavaşça. Karım, “Iğmm…” diye inceden uzun bir inleme koyuverirken, yarağımı dibine kadar soktum amına. Az sonra da koca göt yanaklarından tutarak sertçe sikmeye başladım. Evde tektik, üst katta annem ve babam da yoktu. Onun için karımın amına olabildiğince şiddetli şekilde pompalıyordum. Vücutlarımız ıslaktı ve bu nedenle karımın göt yanaklarına çarpan kasıklarımdan çıkan şiddetli ‘Şlop, şlop, şlop!’ sesleri çamaşır makinesinin sesini bastırmaya yetiyordu.

Karım sürekli, “Ağhh, ığmm, Osmann, uğhh, kurban olurum, oğhh, erkeğimm, ığmm, oğhh, çok güzel, çok güzel, oğhh, devam et, ığmm, devam et, oğhh, sik, sik, sik…” deyip duruyordu. Onun bu inlemeleri, konuşmaları beni daha çok azdırıyordu ve kendimi kaybedercesine daha sert sikmeye çalışıyordum karımı. Bir ara karımın ayağı kayar gibi oldu, son anda tutundu musluktan. Koca memeleri bıngıl bıngıl sallanırken, karım sürekli saçlarını savuruyordu havaya. Bir ara durdum, yorulmuştum çünkü. Bu sefer karım olduğu yerde ileri geri hareket edip yaylanarak kendisi yarağımı amına sokup çıkarmaya başladı.

Ben sabittim, karım ileri geri gidip geldikçe yarağım amına girip çıkıyordu böylece. “Iğmm, oğhh, oğhh, ağhh, ayy, uğmm, uğhh…” diye inleyen karım kendinden geçmişti artık. Hızlı hızlı ağzından nefes alıp vermeye başlamıştı. Ama sonra o da yoruldu, hareketleri yavaşladı. O zaman amından çıkardım yarağımı ve bu kez iki başparmağımla genişlettiğim göt deliğine bastırmaya başladım. Dün gece götten sikilirken canı acımıştı karımın, ama şimdi kısa sürede nerdeyse taşaklarıma kadar almıştı yarağımı.

Yavaş hareketlerle götüne girip çıkmaya başladım. Göt deliği her seferinde iyice genişlerken, ben de gittikçe hızlanmaya başladım. Karım bu kez de burnundan nefes alıp ağzından vermeye başladı. Ara ara inlemeyi de ihmal etmiyordu. Kısa sürelerle de olsa göt deliğinin içinde bekliyor ve sonra yeniden yarağımı sokup çıkarmaya devam ediyordum. Aldığım zevk müthişti. Bu sefer de karımın bir amına, bir götüne sokup çıkartmaya başladım. Karım bundan daha da büyük zevk duymaya başladı. İnlemeleri çoğaldı, ben de gittikçe boşalmaya yaklaşıyordum. Banyonun içinde terden sırılsıklam haldeydik çıplak olmamıza rağmen. O ara çamaşır makinesi de sıkma moduna geçmişti ve makineden büyük bir gürültü gelmeye başlamıştı.

Kimden daha çok ses çıkacak diye yarışıyordum sanki makineyle. Karımın amına deli gibi pompalamaya başladım. Çıkan ‘Şlop, şlop, şlop!’ seslerine karımın amına girip çıkan havanın ‘Zort, zort, zort!’ sesleri karışıyordu. Bu iki ses makinenin gürültüsünü bastırıyordu, ama karımın attığı zevk çığlıkları da sikişimizin seslerini bastırıyordu. “Uğhh, Osmannn, ağhh, ağhh, ığmm, oğhh, ayy…” sesleri çığlıklarına karışıyordu karımın. Karım bir eliyle musluğa sıkı sıkıya sarılmıştı, diğeriyle de duvardan tutunuyordu, düşmemek için uğraşıyordu. Koca memeleri daha önce hiç olmadığı kadar sallanıyordu.

Sonunda ikimiz birden aynı anda sarsıla sarsıla boşaldığımızda, inlemelerimiz devam etti epey bir zaman daha. Evde yalnız olmamızın verdiği avantajla sağlam bir sikiş yaşamıştık karı koca. Yarağımı bir süre daha sokup çıkardım amına. Çıkardığımdaysa yarağımın kafası kızarmıştı, aynı zamanda kasıklarım ve karımın beyaz, tombul göt yanakları ve kasıkları da nar gibi olmuştu. Sikişin zevkiyle kendimi kaybetmiş ve tüm gücümle pompalamıştım karımın amına.

Yarağımı sıvazlayarak içinde kalan döllerimi duş teknesinin içine akıttım. Ardından suyu açtım tekrar. Bu sırada karım da doğrulmuş ve belime sarılmıştı, göğsümü öpüyordu. “Seni çok seviyorum, iyi ki varsın, çok seviyorum seni…” deyip duruyordu.

Makinenin çalışması durmuştu, şimdi sadece akan suyun sesi vardı banyoda. O sırada kapının çalınması ile şoka uğradık. “Annee, annee, ben geldim! Rabia ablayla Elifnur da burada!”. Bu Esra’nın sesiydi. Ne zaman gelmişlerdi? Karımın suratı bembeyaz oldu. O ara ben de heyecanlandım. Acaba sikişmemizi duymuş olabilirler miydi? Nereden çıkmıştı şimdi bunlar? Hem banyonun kapısını aralık bırakmıştık, ama şimdi kapalıydı. Nasıl olmuştu bu?

O heyecanla suyu kapadım hemen. Karım alelacele kurulanırken, “Geliyorum, geliyorum, açma kapıyı, açma, sen git…” dedi telaşla. O kurulandıktan sonra, ben aldım havluyu bu kez. Karım üzerini giyindi yeniden. Basma bir etekle, benim eski bir tişörtümdü kıyafeti. İçine atlet veya sutyen giymemişti temizlik yaptığı için. Başına örttüğü eşarbını açtı iyice ve memelerini de kapatacak şekilde örttü bu kez. Ama saçlarını kurutamamıştı iyice.

Karıma, “Ya rahat ol, bırak, kasma bu kadar!” dedim. “Ne bileyim, elin kadını sonuçta, ya duymuşsa?” dedi telaşla. Sonra da, “Sen şöyle geç de ben kapıyı açayım, burada bekle, ben sana üst baş getiririm şimdi!” dedi. Ben kapının arkasına geçerken karım çıktı banyodan. Ben de havluyla kurulanmaya devam ettim. İki üç dakika sonra kapı vuruldu ve karım kapıyı açıp, “Osman al şunları giyin, kadın içerde, ben de utanıyorum git demeye, onun da gitmeye niyeti yok!” dedi.

Üzerimi giyindim. Demek Rabia ve kızı bizdeydi. Esra’nın dediklerine bakılırsa, ana kız ikisi de benden hoşlanıyordu. Ben karıma göre rahattım, Rabia’nın beni duymuş olmasını isterdim eğer duymadıysa. İçeri geçtiğimde beni gören Rabia ve Elifnur’un ve tabii Esra’nın yüzlerindeki pembeleşmeden, bizi duyduklarını anladım. Rabia ayağa kalkmaya çalışırken, ona, “Lütfen, oturun, rahatsız olmayın!” dedim. Karım, “Şeyy, Rabia hanım da sağ olsun bana hoşgeldin demeye gelmiş!” dediğinde, Rabia, “Evet, şey, siz de hoş geldiniz Osman bey!” dedi gözlerini benden kaçırmaya çalışarak.

Elifnur ise sessizdi. Önüne bakıyordu. Ben, “Ee, Elifnur sen nasılsın?” diye sorunca neye uğradığını şaşırdı. “Ben mi, ee, şeyy, iyiyim, sağ olun…” dedi ürkekçe. Uzun boylu, yapılı bir kızdı. Uzun bir pembe etek giymişti, pileli. Onun da üzerine krem renkli bir gömlek giymiş, başını gene pembe bir şalla bağlamıştı. Hafif bir makyaj vardı yüzünde, açık kırmızı bir rujla boyadığı etli dudaklarıyla boyalı bir bebek gibiydi.

Annesi Rabia, beyaz, ince, uzun bir etek giymişti. Dizlerinden aşağısı tüldü eteğin ve baldırları görünüyordu. Onu ilk gördüğümde de buna benzer bir etek vardı üzerinde. Çiçekli bir tunik giymişti ayrıca, tuniğin göğüs kısmında tek bir düğme vardı, bu nedenle çiçekli türbanı ile tuniğin üst kısmı arasından bembeyaz koynu görünüyordu. Başına sıkıca sardığı türbanı nedeniyle göğsünü kapatamıyordu Rabia. Bunun sıkıntısını çekiyordu, kendi kendine elini kolunu sallayarak o açıklığı bir şekilde kapatmaya çalışıyordu, ama nafile. Karnının üzerinde, nerdeyse memelerinin altından bir kemerle bağlamıştı ayrıca tuniğini. Ve bu nedenle memeleri daha bir şişkin görünüyordu.

Ona, “Bebek nerde peki?” diye sordum. Rabia utangaç bir halde, “Kaynanam bakıyor, biz çıkarken uyuyordu…” dedi. Esra’nın dediklerinin doğru olduğunu anlıyordum Rabia ve Elifnur’a bakarken. İkisi de genç bir kız gibiydi, utanıyorlardı. Oysa Rabia Esra’nın doğum gününde sanki bir dansöz gibi kıvırıyordu. Götü, kalçaları, memeleri, her bir yeri ayrı ayrı oynuyordu o zaman.

Esra daracık mavi bir kot pantolon giymişti. Götünü olduğu gibi dışarı çıkarmıştı pantolonu ve ayrıca düşük beldi. Elinde meyve suyu tepsisi ile servis yaparken eğildiğinde tişörtü ile pantolonu arasından bembeyaz beli ve beyaz külotunun lastikleri çıkıyordu ortaya.

Galiba karım da onların sikiş seslerimizi duyduğunu anlamıştı. Ve bu nedenle hiç konuşmadan elindeki meyve suyunu içiyordu. Karnımız açtı, ama mecburen meyve suyuna talim ediyorduk. O sırada kapının önünde konuşmalar, ayak sesleri duyduk. Derken kapı vuruldu. Esra kapıyı açınca, annem, yengem, yengemin üvey kızı olduğunu tahmin ettiğim kadın, Elif, Refiye ve kızı Ceren tek tek içeri girdiler. Karımla annemin karşılaşması oldukça soğuk oldu. Ama annemin karıma, “Nasılsın kızım?” demesi dikkatimden kaçmadı. Önceden olsa ismiyle hitap ederdi çünkü. Annem beni görünce ise un gibi oldu yüzü. Tatilde onun hakkında öğrendiklerim çok canımı yakmıştı.

Her biri içeri girerken, Rabia ve kızına selam veriyor, onlar da aynı şekilde karşılık veriyordu. Ayrıca hepsi birden beni görmeyi beklemiyorlarmış gibi bir haldeydi. Bakışlarından bu anlaşılıyordu. Refiye beni görünce epey heyecanlandı, kızı da öyleydi. Bütün hepsi, tıkış tıkış da olsa kendine oturacak bir yer buldu sonunda. Refiye gene yapmıştı yapacağını. Evleneceğimiz kesinleşince, süslü halini terk eden Refiye gene süslü haline geri dönmüştü şimdi. Yeşil renkli, uzun ve dar bir etek giymişti. Götünün yuvarlaklığı, kalçaları ortadaydı resmen. Üzerine de beyaz, gene dar bir saten gömlek giymişti. Başını da desenli bir türbanla sıkıca bağlamıştı. Yüzünü boya fıçısına sokmuş gibiydi, parlak pembe bir ruj sürmüş, göz kapaklarını da gene açık pembe bir göz farıyla boyamıştı. Tırnaklarını da koyu krem ojeyle boyamıştı.

Yanındaki Ceren de annesi gibiydi. Mavi bir şalla bağlamıştı başını. Beyaz uzun bir etekle, mavi ince bir kazak giymişti. O da annesi kadar olmasa da makyaj yapmıştı. Ceren her geçen gün büyüyordu ve memeleri de gittikçe şişmeye başlamıştı. Refiye ile karımın şu hali arasında dağ kadar fark vardı. Refiye’nin süslü püslü, makyajlı, boyalı haline inat karım, sade, makyajsız, günlük halindeydi. Karım da Refiye gibi makyaj yaptığında en az onun kadar güzel oluyordu yoksa ki. Zannımca Refiye karıma hava atmak için bu kadar süslenmişti. Yakında evlenecektik, Refiye ikinci karım olacaktı. Bu nedenle gösterişiyle karımı ezmek için bu şekilde giyinmişti. Bunda annemin de parmağının olabileceğini düşünüyordum. Ama benim evde olacağımı hesaba katmamışlardı.

Elif ise her zamanki gibiydi. Sessiz, sakindi. Çocukları yanında değildi. Yengem de sonradan kavuştuğu paranın bolluğuyla sarhoş olmuştu iyice. Önden açık yırtmaçlı bir etek giymişti, oturduğunda çorapsız, beyaz ve etli baldırları dizlerine kadar görünüyordu. Üzerinde de dar, uzun kollu bir bluz vardı, vücudunu, memelerini sarmıştı. Yaşına başına aldırmadan böyle giyiniyordu. Genç kızlar gibi renkli bir şalla bağlamıştı başını. El ve ayak tırnaklarına bordo renkli oje sürmüştü.

Ama asıl bomba yengemin üvey kızıydı. Kırklı yaşlarında, bir Türk’ten çok bir Alman’a benzeyen, sarı, uzun ve dalgalı saçlı, hafif çilli, mavi gözlü bir kadındı. Daha önce resmini görmüştüm zaten yengemin evinde, ama o resimlerde burnu kemerliydi, bunu hatırlıyordum. Ama şimdi bakınca burnunu ameliyat ettirdiği anlaşılıyordu. Dizlerinin üzerinde krem renkli, sıfır kol bir elbise giymişti. Uzun boylu, etli butlu bir kadındı. Dolgun ve parlak bacakları elbisenin altında göz alıcıydı. Elbisesi memelerini ve götünü sarmıştı; memeleri, götü kendini belli ediyordu tamamen. Sol ayağında, ayak bileğinin üzerinde Hamide’nin bel çukurundaki dövmesine benzer bir dövmesi vardı, ayrıca sağ ayağında gümüş bir halhal vardı. Sol kolunun omzuna yakın yerinde de bir kalp, kalbin içinde de iki tane büyük ‘M’ harfi olan bir dövme vardı.

Yengem, “Bak kızım, bu da bizim ailemizin yakışıklısı, sana bahsettiğimiz oğlumuz Osman!” dediğinde, kadın düzgün bir Türkçeyle, “Memnun oldum!” dedi. Yengem, “Osman, sana bahsettiğim kızım işte bu, adı da Hüsniye!” dediğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. Kadın gençlik zamanlarımızda izlediğimiz Alman pornolarından fırlamış gibiydi, ama adı Hüsniye idi, doğrusu bu komiğime gitmişti. Aslında fiyakalı bir ismi olsa daha iyi olurdu dedim kendi kendime.

Ben de, “Memnun oldum!” diyerek karşılarına oturdum. Ama daha sonra, “Eğer siz konuşacaksanız ben gideyim?” dedim. Annem, “Yok oğlum yok, senle ilgili zaten, seni de bulduğumuz iyi oldu. Biz karına hoşgeldine gelmiştik aslında, ama zaten onunla da senin hakkında konuşacaktık. Senin de olman iyi oldu!” dedi. Karım da masanın yanındaki sandalyelerden birine oturdu. Hüsniye üzerine giydiği elbisenin azizliğine uğramıştı. Oturunca elbisesi çekmiş, kalçaları görünüyordu, elleriyle kapatmaya çalışıyordu. Bizim genç kızların durumu gibiydi Hüsniye’ninki. Mini etek yada elbise giyip sonra da açılmasın, bacakları görünmesin diye çekiştirirlerdi. Yengem karıma, “Kızım, temiz bir havlu getirsene!” dediğinde niye istediğini anlamadım.

Karım havluyu getirip yengeme verince, yengem de yanındaki Hüsniye’ye uzattı havluyu ve “Al kızım, şunu ört bacaklarına da üşümesin bacakların!” dedi ciddi ciddi. Hüsniye utanmış gibi havluyu bacaklarının üzerine örtünce sadece ayakları görünür oldu. Annem, “Rabia kızım da bizden biri sayılır, onun da dinlemesinde bir mahsur yok!” deyince, yengem en büyük sıfatıyla konuşmaya başladı:

“Evladım biliyorsun, yakında Refiye kızımızla nikâhlanacaksın. Bundan önce yapmamız gereken şeyler var, biz büyükler olarak üzerimize düşeni yapıyoruz zaten. Kalanı da siz gençlerin işi. Refiye kızım da, karın da, birbirini düşman bellemesinler. Onlar bu saatten sonra iki bacıdır. Kaderin işi, ikisi de genç yaşında dul kalmış. Sen onların üzerinde bir gölgesin oğlum, bu kadınlara da bunların çocuklarına da bir gölgesin. Senin yaptığın büyük sevap oğlum. Böyle dul kadınlara ettiğin iyiliğin karşılığını öte dünyada mutlaka alırsın. Dediğim gibi, siz bundan sonra iki bacısınız. Çocuklarınız da sizin gibi kardeştir. Osman’dan doğacak çocuklarınız da kardeş olacaktır…

Hanımlar, şunu unutmayın, kocanız aynı adam da olsa, o sizin üzerinizde hak sahibidir. Ama sizin onun üzerindeki hakkınız da birbirinizinkiyle aynıdır. Ne senin daha fazla hakkın vardır Osman üzerinde, ne de senin. Eğer günün birinde Osman’ın içinizden birine daha çok ilgi, alaka gösterdiğini düşünürseniz, o zaman bana gelin. Ben bu ailenin büyüğü olarak size bu konuda her türlü yardımı yaparım…

Osman, evladım, sen de bu karılarından hiçbirine bir ayrıcalık tanımayacaksın. Onlar gün gelir birbirini çekemez, birbirlerini kötülerler, sen de onların aklına uymayacaksın. Sen adaletli olacaksın. Bak Elif kızım da burada, ben ne kadar senin yengensem, onun da yengesiyim. Yakında bu bahtı kara kızım da senin karın olacak. Söylediklerim onun içinde geçerlidir!” dedi.

O sırada Elif’in suratı kıpkırmızı olmuştu utancından. Ama asıl şaşkınlığı Rabia yaşıyordu. Benim Refiye ve Elif’le ilerde evleneceğimi belli ki bilmiyordu ve şimdi duydukları karşısında ağzı açık kalmıştı. Kızı Elifnur da aynı şekildeydi.

İçerde bir sessizlik oldu önce. Sonra da Hüsniye’nin, “Ay çok duygulandım!” lafı geldi. Bu tip kadınlı ortamlara alışık olmadığı hemen belli oluyordu zaten. Yengemin isteğiyle karım ve Refiye birbirlerini öptüler, sarıldılar. Sonra da Ceren ve Esra birbirlerine sarıldılar. Karım Ceren’e kendi kızıymış gibi bakacağını söylerken, Refiye de aynısını Özge ve Esra için yapacağını söyledi. Hüsniye yeniden, “Ay çok duygulandım!” dedi. Yıllardır Almanya’da yaşadığı halde Türkçesi çok düzgündü.

Saat öğleyi geçmişti, işe gitmem gerekiyordu. Yengeme bunu söylediğimde, “Tamam evladım, biz bir süre daha buradayız, ama Hüsniye’yi benim eve bırak sen!” dedi. Hüsniye önce karım ve Refiye’ye, sonra da Elif’e sarılıp, “Bir ömür boyu mutluluklar dilerim!” dedikten sonra çıktık, arabaya bindik.

Arabada konuşmayı ben başlattım. “Türkçeniz çok güzel, onca yıl yurtdışında olduğunuz halde!” dedim. Hüsniye, “Ah, teşekkür ederim. Almanya’da bir Türk kültür merkezinde Türkçe öğretmenliği yapıyorum. Orada doğup büyümüş, üçüncü, dördüncü kuşak gençlerimize, çocuklarımıza Türkçe öğretiyorum!” dedi. “Sizin var mı, yani çocuk?” diye sordum. Aslında olduğunu biliyordum, resimlerde görmüştüm. Hüsniye, “Ah, evet, bir oğlum, bir de kızım var. Kızım üniversite ikiye gidiyor, oğlum da kısmetse bu sene başlayacak!” dediğinde, “Hadi ya, kocaman olmuşlar, siz hâlbuki çok gençsiniz!” dedim. “Mersi, teşekkür ederim. Genç yaşta evlenip anne olmanın bir sonucu. İşte, iyi mi, kötü mü, onu da bilmiyorum!” dedi.

“Eşiniz ne iş yapıyor?” diye sorduğumda, “Bir fabrikada elektrik mühendisi kendisi!” dedi önce. Sonra da, “Ben de alışamadım artık şuna, biz bir süre önce boşandık aslında. Eski eşim, bir Alman, adı Klaus. Rahmetli babam hiç istememişti bir Alman’la evlenmemi, biliyor musunuz? Epey zaman benimle görüşmemişti. Ama torunları olunca iş değişti tabii!” dedi gülerek, “Ama gelin görün ki, çocuklarım da bir Türk’ten çok kendilerini bir Alman gibi görüyor, bazen anlaşamıyoruz!” dedi sıkıntıyla.

“Dövmenin içindeki ‘M’ harfleri çocuklarınızın isimlerinin baş harfi mi?” dediğimde, “Ay, ilahi Osman bey, gözünüzden de bir şey kaçmıyor. Evet, Melisa ve Metin, çocuklarımın isimlerinin baş harfleri!” dedi gülerek. “Peki, çocuklar kimde kalıyor, sizde mi?” diye sorduğumda, sanki yarasına basmışım gibi oldu. “Hayır, Alman devleti çocuklarımı babalarına verdi, velayeti onda ikisinin de. Hâlbuki haksızlığa uğrayan benim, ama yabancı olunca gözünüzün yaşına bakmıyorlar. Gerçi Klaus bizim Türkler gibi değil. Çocuklarımı istediğim zaman görebiliyorum, onlar bana gelebiliyor. Ama yine de benim yanımda kalmalarını isterdim. Gerçi onlar da büyüdü artık, neyin ne olduğunu belki de bizden de iyi biliyorlar!” dedi.

“Boşanmanıza üzüldüm, onca yılın ardından!” dediğimde ise, “Lütfen üzülmeyin, ben bilakis çok mutlu oldum. Çünkü kafa yapımız gittikçe uyuşmamaya başlamıştı, artık birbirimize zarar verir olmuştuk. İşin içine bir de babamdan kalan miras meselesi girmişti. Ayrıca aldatmak affedilir bir şey değil!” dedi Hüsniye. Demek Klaus dediği kocası aldatmıştı Hüsniye’yi. Klaus bir manken bulmuştu kendine belki de. Yoksa böyle bir kadını aldatmak için aptal olmak gerekirdi. Bir süre sessiz kaldık.

Hüsniye bu kez kendisi anlatmaya başladı. “Aslında ben de sıkıldım artık Almanya’dan. İnanır mısınız, orada işler daha zor. Ekonomi çok sıkıntılı, siz burada daha rahatsınız. Ben de artık buraya taşınmak istiyorum. Rahmetli babamdan kalan biraz mal mülk var, bakalım, annemle bir iş kurmak istiyoruz!” dedi. Bunu yengem daha önce söylemişti bana. Ama ben bilmiyormuş gibi yaptım. “Peki, ne yapmak istiyorsunuz?” diye sordum. “Şeyy, aslında onu da bilmiyorum. Dediğim gibi ben aslında öğretmenim. Bir ticarethane kursam nasıl yürütürüm bilmiyorum. Annem bana sizden bahsetmişti. Aslında ben de sizinle bu konu hakkında konuşmak isterim. Siz ticaretten anlayan birisiniz, bize yardımcı olabilirsiniz!” dedi, sonra da gülerek, “Annemin dediği gibi, dul kadınlara iyilik yapmak büyük sevapmış, annem de ben de şimdi duluz!” dedi.

Bu sözünde bir ima mı vardı, yoksa öylesine mi söylemişti, anlamadım. Hüsniye, “Siz kaç yaşındasınız Osman Bey?” diye sorunca, “Siz söyleyin!” dedim. “Hımm, kusura bakmayın, iki karınız da sizden büyük de o yüzden sordum!” dedi. Ben de, “30, ama yakında 31 olacağım!” dediğimde, “Yaşınız genç, ama daha olgun gösteriyorsunuz. Her erkekte olmayan bir özellik, Refiye çok şanslı!” dedi gülümseyerek.

Ona, “Biliyorsunuz, Refiye de uzun yıllar Almanya’da yaşamıştı!” dediğimde, “Ay bilmez miyim, o benim 20 senelik arkadaşım ayol!” dedi gülerek. Ama ben bilmiyordum, ilk defa duyuyordum bunu. Hüsniye halimden bunu anlamış olmalıydı ki, “Ay, siz bilmiyor musunuz yoksa?” dedi. “Hayır, kendisiyle sizin hakkınızda hiç konuşmadık, ayrıca yengem de hiç bahsetmedi bu konudan!” dedim.

“Refiye ile benim eski kocam aynı fabrikada çalışırdı. Onun rahmetli kocası Mehmet ile benim Klaus çok iyi dosttu. Çok yakın otururduk, ailece görüşürdük zaten. Sonra bir gün korkunç bir kaza oldu ve Mehmet hayatını kaybetti. Refiye’ye yüklü bir tazminat verdiler. O da artık Almanya’da yapamayacağını söyleyip buraya yerleşti. Söylemesi ayıp, epey de bir para ödediler buna. Klaus’un demesine göre aşağı yukarı bir milyon Euro’ya yakın bir para almış, belki daha da fazla. Çünkü tamamen fabrikanın bir hatasıymış bu kaza. Siz biliyorsunuzdur gerçi bunları!” dediğinde, “Evet, bunları biliyorum!” dedim. Ama aslında bu para meselesini hiç bilmiyordum. Refiye’nin aldığı parayı duyunca ağzım açık kaldı. Ne ben sormuştum, ne de Refiye söylemişti bunu.

Hüsniye, “Refiye çok iyi bir kadın, çok iyi bir annedir. Size de iyi bir eş olacağına eminim. Sizi çok seviyor, çok da güveniyor, ben Almanya’dayken sürekli konuşurduk telefonda. Hep sizden bahsederdi. Onun parasıyla ilgili hiç konuşmamışsınız. Refiye buna çok önem veriyor. Refiye en sonunda evlenip kendine sığınabileceği bir liman buldu sizin sayenizde. Hem, şey, bakarsınız biz belki ilerde akraba da oluruz!” dediğinde, “Nasıl yani, anlamadım?” dedim. “Şey, Refiye’nin oğlu Ceyhun’la benim kız çıkıyor, 2 seneden fazla oldu herhalde. Zaten çocukluktan beri arkadaşlar. Bazen kavga etseler de, birbirlerinden kopamıyorlar. Ceyhun biraz asi ruhludur, ama iyi çocuktur esasında. Sizi de çok sevmiş, annesine onay vermiş evlenmesi için!” dedi gülümseyerek.

Sonra da, “Ay biliyor musunuz, Refiye böyle değildi, Almanya’da yani, işte böyle türbanlı, kapalı falan değildi yani. Almanya’da aynı benimki gibi elbiseler falan giyerdi. Çok da alımlı, kendine bakan bir kadındı. Bir yere gitsek erkeklerin dönüp baktığı bir kadındı. Bu kolumdaki dövmenin aynısı onda da var aslında. Tabii içinde ‘C’ harfi var. Beraber yaptırmıştık. Ayağımdaki dövmeden de var onda ayrıca. Ay, ben neler diyorum ayol. Yakında sizin karınız olacak!” dedi.

“Ben dövme falan görmedim?” dediğimde, Hüsniye dudaklarını büzerek, “Hımm, demek o noktalara geldiniz!” dedi. “Pardon anlamadım?” dedim. “Şey, yani, Refiye’nin diyorum, kolunu, bacağını görmüşsünüz anlaşılan şimdiden!” dedi ufak bir kahkahayla, sonra da, “Ay, belki de sildirmiştir kadıncağız? Buralarda, kolunda, bacağında dövme olan bir kadın görseler, ay töbe töbe! İnanır mısınız, ben şu halimle bile sokakta gezemiyorum. Millet yiyecekmiş gibi bakıyor. Ay ne var benim kıyafetimde ayol?” dedi. Ben söylediklerini düşünürken, Hüsniye devam etti, “Ay bu nikâh işi ne güzel, keşke biz kadınların da böyle bir hakkı olsaydı, kendimize aynı anda birkaç koca alırdık!” dedi kahkahayla. Sonra yaptığı patavatsızlığın farkına vardı, ama bir şey diyemedi utancından. Bir süre sessiz kaldık.

Bu sırada yan gözle baktım Hüsniye’ye. Elbisesinin açıklığını evde havlu ile kapatmıştı, ama şimdi bir havlu yoktu ve pürüzsüz, dolgun bacakları, oturunca iyice açılmış kısa elbisesinin altında görünüyordu. Kalçasına kadar açılmıştı elbisesi. Taktığı emniyet kemeri memelerinin arasından geçiyordu ve zaten büyük olan memelerini şimdi daha da büyük gösteriyordu.

“Kıyafetiniz çok hoş!” dediğimde, “Teşekkür ederim, çok naziksiniz. Refiye de güzel kadındır ama. Kapalı da olsa sonuçta içindeki hammadde aynı, eh, o da artık evinde giyinir, sadece size!” dedi gülerek. Sonra da, “Ay, laf aramızda, belki de sizin aranızın olmasında benim de payım vardır!” dedi. “Nasıl, anlamadım?” dedim. “Yani, ben Almanya’dayken annem bana durmadan Refiye’yi sorup duruyordu, nasıl, iyi biri mi falan diye. Ben de hep övüyordum onu. Sonra buraya geldim, bir de baktım, a, a, bizim Refiye evleniyor, hem de annemin yeğeni ile. Ay ne hoş değil mi?” dediğinde, tüm bunların planlı bir çalışmanın ürünü olduğunu yeniden anladım. Annemden başka yengem de bu işin içindeydi demek ki.

Yengemin evine yaklaşmıştık. Hüsniye, “Evet Osman bey, biz ne iş kuralım? Siz söyleyin?” diye sordu önce, sonra da, “Benim aklıma, dershane yada bir kurs açmak geliyor, bu işte iyi para varmış diyorlar, zaten mesleğim de öğretmenlik, anladığım bir iş!” dedi. Ona, “Evet, o işte iyi para vardır, ama iyi bir sermaye gerekir bunun için!” dedim. Hüsniye gülerek, “Ay, ilahi Osman bey, mesele yeter ki para olsun, hallederiz!” dedi. Anladığım kadarıyla yengem ve kızında da epey para vardı. Hüsniye, “Aslında benim kendi dairem var, annemin karşısındaki daire benim, ayrıca birkaç tane daha var. Ama hepsinde kiracı var, ben de mecburen annemin yanında kalıyorum. Biliyor musunuz, annemin size karşı özel bir sevgisi var, yani kendi öz oğlundan ötesiniz onun için. Sizi öve öve bitiremiyor!” dedi ardından.

Binanın olduğu sokağa gelmiştik. Hüsniye, “Tanıştığımıza çok memnun oldum, ben daha epey zaman buralardayım, şu iş meselesini mutlaka ciddi ciddi konuşalım!” dedi. Binanın önünde arabayı durdurdum ve “Şu sizi bizi kaldırsak daha iyi olmaz mı?” dedim. “Eh, olur tabii, zaten sizli bizli konuştuğumuzda kendimi yaşlı gibi hissediyorum!” dedi gülerek, ardından da, “Beni getirdiğin için çok teşekkür ederim Osman, eğer istersen bir kahvemi iç, falına da bakarım!” dedi. Ama işe gitmem gerekliydi. “Belki daha sonra!” dediğimde, “Beklerim, kapım her zaman açık sana!” dedi bir gözünü kırpıp gülümseyerek. Yaramaz çocuklar gibiydi Hüsniye.

O arabadan inip binaya doğru yürürken, bir süre arkasından baktım. Yüksek beyaz topuklu ayakkabıları ile salına salına yürüyor, götü bir sağa bir sola sallanıyordu. Binanın girişinde, sanki benim halen orada olduğumu biliyormuş gibi, geriye dönüp el salladı ve içeri girdi. Güzel bir kadınla tanışmanın keyfiyle işyerine gittim.

İşyerine geldiğimde babam da oradaydı. Dilber’in suratı beş karıştı. Özge ise sanki dün gece birşey olmamış gibi davranıyordu. Babam beni yazıhaneye çekip bir güzel payladı. İşime gereken önemi vermediğimi, karımın eteğinin altından çıkmadığımı söylüyordu. Sonra da, “Refiye kızımla nikâhınız için her şeyi hazırladım. Pazar günü onun evinde olacak nikâh. Hocayı, şahitleri falan merak etme sen. Senin karın dünya iyisi bir kadındır, ama ailemize bir torun veremedi bir türlü. Belki bu Refiye verir. Gerçi onun da yaşı geçkin, ama annene dediğine göre hamile kalmasında sorun yokmuş. Zaten kadının malı mülkü de var. Rahat edersin oğlum, sen de, biz de!” dedi gülerek.

Babam gittikten sonra Özge girdi içeri. Bana, “Şu dosyalara bakalım mı?” diye sorunca, “Olur!” dedim. Ben koltukta oturmaya devam ederken yanıma geldi, ayaktaydı. Dosyaları gösterme bahanesiyle bana sokulmaya çalışıyordu. Üzerinden çok güzel bir parfüm kokusu gelirken, aldığı kilolarla iyice şişen ve dolgunlaşan memeleri koluma değiyordu. Beyaz, önü fırfırlı gömleği dar kalmıştı ve düğmeleri zar zor kapanıyordu.

“Dün gece izledim sizi!” dediğinde, “Annen gördü mü seni?” diye sordum. “Yoo, nerden görsün ki, görmemiştir!” dedi Özge. Ama yanılıyordu. “Annen görmüş seni!” dediğimde, “Nasıl yani, nasıl görmüş ki?” dedi şaşkınca. “Anneni saf zannetme!” dedim. “Başka bir şey mi var?” diye sordu bu kez. “Yok, ama bu kadar gözünün içine girme sen de!” dedim nasihat eder gibi. Özge, “Beni de öyle sikmeni istiyorum amımdan!” dedi bu kez fısıltıyla. “Niye, sonun Semanur gibi mi olsun istiyorsun?” dedim kendisine. “Bırak o salağı, bir oyun oynamaya kalktı, aldı boyunun ölçüsünü. Nişanlısı safın biriydi, o yuttu bunu. Ama kaynanası tam bir çakal, onu kandıramadı!” dedi gülerek. Ama annesinin onu görmüş olduğuna halen inanamıyordu, bunu duymak canını sıkmıştı.

Üzerinde koyu yeşil, yüksek belli, ince bir eteği vardı. Eteğin arkasında dolgun götü çıkıntı yapmıştı. İçerde insanlar vardı ve bizi görebilirlerdi. Masanın altındaki yarağım sertleşiyordu, ama bir şey yapacak durumda değildim. Ona, “Tamam, git artık, sonra bakarız!” dedim. O da, “Tamam, ama beni unutma!” dedi ve çıktı. Yüksek ve sivri topuklularıyla sanki zemini delecek gibiydi yürürken.

Odam boş kalmıyordu, onun ardından Dilber elinde kahve ile girdi içeri. Dokunsan ağlayacak haldeydi. Ona, “Anlat şu işin aslını!” dediğimde, “Duydun mu?” diye sordu. “Evet, ama bir de sen anlat bakalım!” dedim. Dilber Semanur’a diş biliyordu. Elinden gelse onu bir kaşık suda boğacaktı belli ki. İçerdekilerin duymasını önlemeye çalışarak usulca anlatmaya başladı. “Bizim sürtük zamanında bir haltlar yemiş. Sonra aynısını nişanlısıyla da yapmış. Bizim o orospu dünürü de bundan kızlık raporu istemiş. Getirmezsen oğlumu vermem sana demiş. İşte ondan sonra da böyle oldu. Dünya aleme rezil olduk!” dedi ve ağlamaya başladı. Sonra, “O orospu geldi sonra evime. Bana, (Kızın da senin gibi orospunun biriymiş, seni kocam sikti onca zaman, istersen kızını da gönder bir de onun tadına baksın!) dedi. Bu sözü çok ağrıma gitti. Ben orospu değilim. Beni hayat bu hale getirdi!” dedi ağlamasını sürdürerek.

“Peki, senin kız zamanında bu haltı kiminle yemiş?” diye sordum. “Bilmiyorum, dövdüm yine de söylemedi, ama Lisede bunun Cem diye bir arkadaşı varmış, büyük ihtimal odur. Ben onun adresini buldum. Gittim, anası da babası da çirkef insanlar. Çocuk zaten şu an askerde. Anası bana (Sikilmiş amın davası olmaz, sen git başka kapıya!) dedi. Ben ne yapacağım bilmiyorum. Şimdi bu kızı artık kimse de almaz. İyice kötü yola düşmesinden korkuyorum!” dedi devamında. Sonra da, “Osman sen iyi adamsın, yardım et benim kızıma, ben tek kadın halimle ne yaparım, ne ederim? Ne olur bize yardımcı ol!” dedi.

“Ben ne yapabilirim ki? Olan olmuş! Çocuk ne diyor peki, askerdeki çocuk, onunla konuştunuz mu?” diye sordum. Dilber, “Yok, telefonunu istedim, vermediler!” deyince, “Sen şu çocuğun adını, adresini şu kâğıda yaz, ben bir araştırayım!” dedim. Dilber bilgileri kâğıda yazıp verdi. Onu bulmak için arkadaşım Sedat’tan yardım isteyecektim. Hem çevresi genişti, hem de tanıdığı önemli insanlar vardı. Amacım çocukla münasip bir dille konuşmaktı.

Dilber çıkınca, Sedat’ı aradım. Sedat, “Vay hayırsız, neredesin sen, unuttun bizi!” dedi gülerek ve sonra da, “Oğlum annemler bende, kadın kafaya koymuş beni evlendirecek mutlaka!” dedi. Ona konuyu değiştirerek anlattım. Sedat da, “Hallederiz Osman, ben çocuğu bulurum sana merak etme, ama senin de beni görmen lazım!” dedi kahkahayla. Kendisine kadın bulmamı istiyordu Sedat. Ona, “Eve mi göndereyim?” diye sordum. Sedat, “Oğlum manyak mısın, annem bende diyorum sana, ne zaman gidecek onu da bilmiyorum!” dedi. Ona, “Neyse, sen şu çocuğu bana bul, bakarız çaresine!” diyerek kapadım telefonu.

Aradan iki saat geçmişti ki Sedat aradı. “Senin çocuğu buldum, Kütahya da askerlik yapıyor şu an, yaz bakalım…” diyerek, birliğinin adını ve adresini, telefonunu verdi. Ardından, “Bana bak, akşam bana uğra, hem annemi de görmüş olursun!” dedi. Zekiye teyzeyi uzun zamandır görmemiştim gerçekten de. “Tamam, uğrarım!” diyerek kapadım telefonu. Mecburen Kütahya’ya gidecektim, çocukla yüz yüze görüşmem gerekliydi çünkü. Bu işi en kısa zamanda yapmalıydım.

Akşam Özge ile arabadayken, vitesteki elim zaman zaman onun bacaklarına, kalçasına kayıyordu. Dolgun bacaklarını okşamak çok hoşuma gidiyordu. Özge, “Seni çok seviyorum, keşke seninle ben evlensem, seni çok mutlu ederim!” deyip duruyordu bu sırada. Özge ile birlikte Sedat’ın daireye çıkarken, Emine’nin kapısının önünde birkaç kadın terliği gördüm. Misafirleri vardı belli ki. Uzun zamandır sesi soluğu çıkmıyordu Emine’nin. Sedat’ın kapısını çaldım. Az sonra kapı açıldı, Zekiye teyze karşımdaydı. Elini öpüp içeri geçerken, Özge’ye bakıp, “Karın da pek güzelmiş, hayırsız Osman!” dedi. O anda Özge’nin yüzü kızardı. Sedat henüz gelmemişti eve.

“O karım değil Zekiye teyze, karımın kızı!” dedim. Zekiye teyze Özge’ye bakıp, “Ay sen bunun anasıyla mı evlendin yoksa ulan? Oğlum o kadın kaç yaşında ki? Benle yaşıt karı mı aldın? Senin gibi genç delikanlıyı idare edebiliyor mu?” dedi hınzırca ve konuşmasının sonunda eliyle ayıp bir hareket yaptı. Özge iyice kızardı. Zekiye teyze, “Alınma kızım, ama senin anan ağzının tadını biliyormuş herhalde ki böyle delikanlıyı almış kendisine, iyice azmış belli ki!” dedi gülerek. Zekiye teyze hep böyleydi zaten. Zekiye teyze, “Akıllı kadınmış ama! Doğrusu ben de isterdim böyle yakışıklı genç delikanlıyla evlenmeyi, iyi de olurdu!” dedi gene aynı el hareketini yaparak. Erkekler gibi konuşmayı, ‘Amlı, Sikli’ küfürler etmeyi severdi. Sedat annesinden çok korkardı.

Tatlı almıştım, halen elimdeydi, “Ben şunları mutfağa bırakayım!” dedim. “Oğlum, zahmet ettin, ama neyse, mutfağın yerini biliyorsun!” diyerek koltuğa oturdu Zekiye teyze. Ben tatlıyı poşetinden çıkarıp tezgâhın üzerine koyarken, poşete akmış tatlı şerbeti elime de bulaştı. Zaten çişim de gelmişti, hem elimi yıkamak, hem de çişimi yapmak için banyoya yöneldim.

Banyoya girerken, arkadaki odada, yatağın üzerinde, genç bir kız gördüm. Kapı bir miktar aralık kalmıştı. Kız giyinik halde yatıyordu. Sırtı kapıya dönüktü, ama kim olduğunu biliyordum, bu Ayfer’di. Yani Sedat’ın kız kardeşi, daha doğrusu ablası. Uyurken sıyrılan eteğinin altından bembeyaz kalçası çıkmıştı ortaya. Görüntü müthişti. Uzun, siyah saçları yatağın üzerinde dağılmıştı. Beni fark edebilir korkusuyla sessizce banyoya girip işimi gördüm.

Salona döndüğümde Zekiye teyze, “Bizim Ayfer de burada, başı ağrıyordu yattı biraz, uyansın da çay demlesin bize!” dedi. Ben, “Zahmet etme, Özge yapar!” dediysem de, “Olmaz, o misafir!” dedi. İçeri geçti, az sonra yanında Ayfer’le birlikte döndü. Ayfer beni görünce şaşırdı, bir süre sessiz kaldı. Bir zamanlar Sedat kardeşiyle evlenmem için bana baskı yapmıştı, (Oğlum, senden daha iyisini mi bulacağız, o kadar yıllık arkadaşız, akraba da oluruz, sana kendi ablamı veriyorum!) demişti. Ama ben istememiştim. Çünkü Ayfer epey tipsiz ve bakımsız bir kızdı.

Kaşlarını, bıyıklarını aldığını görmemiştim hiç. Birkaç sefer dışarı da çıkmıştık birlikte. Ama kıza ısınamamıştım. Sessiz, sakin, pek konuşmayan bir kızdı. Bir keresinde elini tutmak istemiştim, o ara elini çekmek isterken bardaktaki sıcak çay eline dökülmüş ve yakmıştı. Evlenmemizi Zekiye teyze de istemişti, ama ben kabul etmeyince üzülmüştü. Ben bundan aileme hiç bahsetmemiştim. Şimdi yine karşımda duruyordu. Halen evlenmemişti. Kaşları gene kara, kalındı. Ama dudaklarının üzerindeki siyah tüylerini almıştı. Beline kadar inen siyah saçları görünmüyordu şimdi. Büyük bir türbanla bağlamıştı başını. Ürkekçe, “Hoş geldiniz…” dedikten sonra mutfağa geçti. Çay servisine yakın Sedat da geldi. Oturup bir süre konuştuk ve ayrıldık ordan.

Yolda Özge, “Ay o kadın ne kadar terbiyesiz!” dediğinde, “Bu gene iyi hali!” dedim. Evde durumlar sakindi, ama yemek boyunca Esra’nın bakışları üzerimdeydi. Gece yatarken, karım, “Şu altınları ne yapalım?” diye sordu. Ben de, “Evde durmasın, kimse görmeden ben onları sabah banka kasasına koyarım, sen de gelirsin benimle!” dedim.

Karım, “Bu Hüsniye denen kadın da çok süslü bir şey, ne konuştunuz arabada?” diye sordu. “Ne olacak, havadan sudan!” dedim. Ama karım inanmış mıydı bilmiyorum. “Anneni gördün mü? Bana kızım, kızım deyip duruyor. Başka zaman olsa ya adımı verir, ya da küfrederdi. Ama şimdi, bak, işte adalet yerini buluyor. Elin adamlarıyla sikişirsen sonun böyle olur!” dedi. Karıma, “Ağzını bozma!” dedim. “Yalan mı?” diye yanıtladı beni. Değildi, ama gene de o benim annemdi. Aklıma geldikçe kötü oluyordum.

Karım, “Kadın doğumcuya yarın götürsene beni!” deyince, “Tamam, bankadan sonra oraya gideriz!” dedim. Karım, “Refiye de aklı sıra o kadar süslenip püslenip bana hava atıyor. Bir şey diyeceğim ama neyse, artık yengenin dediği gibi biz kardeş olduk!” dedi gülerek. Ardından, “Ay Osman, o değil de bu salak Esra o kadınla kızını getirmiş eve, onlar da herhalde duymuşlar bizi. Kadın giderken yüzüme bakamıyordu bile!” dedi. “Siktir et, duysun!” dedim karıma daha bir sarılarak. Karıma, “Bunun kocası ne iş yapıyor?” diye sordum. “Ay ne bileyim, kocasını da görsen malın biri, iş olursa çalışıyor, olmazsa kahvelerde kumar oynuyor pezevenk. Neyse ki Rabia’nın kaynanasının biraz malı mülkü var da, en azından onun yardımlarıyla ayakta duruyorlar!” dedi.

Bunları konuşurken karım elini yarağıma atmıştı. Külotumun içine soktuğu eliyle yarağımı okşayıp duruyordu. Karıma, “Azdın mı gene?” diye sordum. “Hem de çok, hadi bu gece de yapalım!” dedi istekle. Ben zaten dünden razıydım. Üzerimde külot ve yatarken giydiğim tişörtüm vardı. Ben üzerimdekileri çıkarırken, karım da ayağa kalkıp dekolte geceliğini çıkardı. Pamuklu beyaz külotu vardı içinde. Sutyenini çıkarmıştı, iri beyaz memeleri gecenin loş karanlığında hareket ettikçe fark ediliyordu. Külotunu tutup çıkardı ayağından.

Karıma, “69 yapalım!” dediğimde, “Tamam, yapalım!” dedi sevinçle. Karım çok istekliydi bu gece de. Ben sırt üstü yatarken, o yatağın üzerine ters şekilde çıktı. Az sonra 69 pozisyonunu almıştık. Karım iştahla yarağımı somurmaya başladığında, ben de onun etli amcığına yumuldum. Etli ve sulu bir şeftaliydi karımın amı. ‘Hartt!’ diye ısırasım geliyordu. Karım yarağımı aç kalmış bebeğin annesinin memesini çekmesi gibi içine çekiyordu.

Ben de amının dudaklarını emiyor, ufak ufak ısırıyordum. Dilimi, geçen Hamide’ye yaptığım gibi, bu sefer de karımın amının derinliklerine sokmaya başladım. Karımın etli amcığı fırın gibi yanıyordu ve gittikçe sulanmaya başlamıştı. Amının kılları çıkmaya başlamıştı. Sabah kesmemi istememişti. Kök halindeki sert kılları dudaklarıma, dilime batsa da bana sadece zevk veriyordu.

Aldığım zevk yarağımdan itibaren tüm bedenime yayılıyordu. Karım yarağımı ustalıkla somurdukça, ben de karşılık olarak amını daha bir iştahla yalıyordum. Karım ilk zamanlardaki halini çoktan geride bırakmıştı. O kendi halinde, sessiz, cinsellik konusunda bilgisiz hali gitmiş, yerine sikiş konusunda uzman bir kadın gelmişti. Ve elbette bu durum beni müthiş keyiflendiriyordu.

Sağ elimin başparmağını göt deliğinin üzerinde gezdirmeye başlamamla karımın yalamaları daha bir zevkli hale geldi. Göt deliğine parmağımın ucuyla masaj yaptım uzun uzun. Gecenin sıcağında terlemeye başlamıştık. Karımın göt yanakları da bundan nasibini alıyordu. Zaman zaman dilimi amından çıkarıp göt deliğinin ağzına değdiriyordum. Karım bundan özellikle zevk alıyordu. Hatta birkaç sefer aldığı zevkle yarağımı yalamayı bırakıp derinden seslerle inledi, “Uğhh, Osmannn, ıyy, ağmm, ığmm, çok güzel, ığhh…” sesleri gecenin sessizliğini bozdu. Karımın göt deliğinden bu gece osuruk kokusu gelmiyordu. Onun için göt deliğinin ağzını uzun uzun dilleme fırsatım oldu.

Karım yarağımı boğazına kadar sokup çıkardıkça vücudum aldığım zevkle ateş gibi yanıyordu. Onun genişlemeye başlamış göt deliğine dilimin ucunu minik minik değdirdikçe, onun vücudunun da benimki gibi alev alev yandığını biliyordum. Karı koca çok güzel bir uyum yakalamıştık artık. Birbirimizi yatakta nasıl doyuma ulaştıracağımızı biliyorduk. Karımın dolgun memeleri karnıma değiyordu, bu pozisyonda onlara dokunamasam da, onların tenime olan dokunuşları bana büyük bir keyif veriyordu. Karımın amı artık çeşme gibi akar olmuştu. Amının zevk sıvıları ağzımı, dilimi ıslatmıştı iyice. Am dudakları gittikçe büyüyordu, onları dilledikçe, emdikçe karım da aynı zevkleri bana yaşatıyordu. Dilinin ucunu yarağımın kafasında ustalıkla kullanıyordu.

Dakikalarca birbirimize 69 yaptık, ama ikimiz de boşalmamıştık. Ses çıkartmadan ikimiz de işimizi yapıyorduk. Karımın götüne birkaç tokat attım sonunda. Yoksa bu işin sonu olmayacaktı. Karım mesajımı alınca üzerimden doğruldu, yeniden ayaktaydı şimdi. Ondan sonra ben de kalktım. Zemin üzerinde çıplak ayaklarımızın sesi geliyordu. Karım, “Ne oldu, sen niye kalktın?” diye sorunca, “Sen dur şöyle!” dedim. Gözlerim artık karanlığa alışmıştı. Plastik yarakların olduğu torbayı koyduğum çekmeceyi açtım. Ama o heyecanla çekmecenin yanındaki elektrik süpürgesini unuttum. Kolum süpürgenin borusuna çarpınca boru devrilip zemine çarptı. Karım, “Osman, ne yapıyorsun, dikkat et!” dedi.

Çıkan gürültüye rağmen çekmecenin içindeki torbadan plastik bir yarak aldım. Karanlıkta bunu tam fark edemeyen karım, elimdekini tutunca ne olduğunu anladı ve “Hii, ay bu ne?” dedi bir anda heyecanla. Süpürgenin düşmesinden daha çok ses çıkartmıştı karımın haykırışı. Karım bu kez usulca, “Bunu nerden buldun?” diye sordu. Ben de, “Daha önce almıştım, kısmet bugüneymiş!” dedim gülerek.

Karıma, “Yatağa sırt üstü uzan!” dediğimde, karım dünden razı bir halde yatağa yattı. Bense torbanın içinden ikinci bir plastik yarak daha aldım. Karım, “İki tane mi?” dedi elimdekini görünce. “Evet!” dedim. Üçüncüsü de torbadaydı, ama bunu söylemedim ona. Verdiğim cevap hoşuna gitmişti. Usulca, “Sik beni erkeğim, sik beni…” dediğinde, bu sözü bütün yarak yalamalarından daha çok tesir etti bana. Beni azdırmasını iyi biliyordu karım.

Yatağa geçtim, plastik yarakların birini amına sokmaya başladığımda karımdan derin bir, “Iğmm, ağhh…” sesi geldi. Plastik yarak dibine kadar amındaydı az sonra. Şimdi sırada ikincisi vardı. Karımı sol yanına yatırdım, sağ bacağını hafifçe kaldırdım yukarı. İkinci plastik yarağın kafasını göt deliğine bastırmaya başladığımda karımdan gene derin bir, “Iğmm..” inlemesi geldi.

İkinci yarak da karımın götüne dibine kadar girmişti sonunda. Karım derinden seslerle, kızların uyanmasını engellemeye çalışarak inliyordu. “Iğmm, ayy, oğmm, ağhh, aoğmm, oğhh, uğhh…” diye inleyen karım büyük zevk alıyordu. Onun aldığı zevkle ben de zevke geliyordum. İkinci yarağı tutmayı bıraktım. Yarak karımın göt deliğinde bir ileri bir geri hareket ediyordu. Karım kendini kastığından yarak da göt deliğine hafif hafif girip çıkıyordu. Bir süre karımın görüntüsünü izledim.

Yataktan kalktım, yatağın kenarına geldim bu kez. Yarağımı sıvazladım bir süre. Karımı koltuk altlarından tutup kendime çektim. Bu sırada karyoladan oldukça fazla ses geldi. Kapının camına baktım. Arkada hareket veya bir gölge yoktu. Karım tam yarağımın önündeydi. Ne yapacağını biliyordu, elini yarağıma attı, yarağımı az önceki gibi ağzına alıp emmeye başladı.

Sol eli amındaki yarağı tutarken, sağ eliyle yarağımı sıvazlıyor, taşaklarımı avuçluyordu. “Aoğmm, oğmm…” sesleri eşliğinde yarağımı iştahla emiyordu biberon gibi. Karımın üç deliğini de doldurmuştum bu gece. Karım halinden çok memnundu bu haliyle. Tabii ben de öyleydim. Karımın iştahlı emmeleri sayesinde nerdeyse ağzına patlayacaktım. Son anda ağzından çıkardım yarağımı. Karım ise buna aldırmadan iki eliyle iki deliğindeki yarakları tuttu ve plastik yaraklarla kendini tatmin etmeye başladı.

Kısa süre sonra hareketleri hızlanmaya başladı, vücudu titriyor, yerinde sarsılıyordu. Uzun ve derinden iniltiler eşliğinde karım boşaldığında, ben kendimi tutmak için kasılıyordum. Karım bu gece her zamankinden daha ateşliydi. Onun ateşi bana da geçmişti. Karım amındaki yarağı dibinden tutup çıkardı. Diğeri ise halen götündeydi. Şimdi amına girmek için hazırdım. “Dörtayak üstüne domal!” dediğimde, karım sesini çıkartmadan yatağın üzerinde dediğim gibi domaldı.

Ben de yatağın üzerine çıktım ve arkasında yerimi aldım. Plastik yarak götündeydi halen, ama yarısı dışarıdaydı. Yarağı tuttum ve götüne iyice bastırdım. Karımdan, “Uğmm, ağğhh, ığmm…” diye adeta kedi gibi iniltiler gelmeye başladı. Yarağımı sıvazlayıp iyice sulanmış ve açık duran amına soktum. Kısa zamanda taşaklarıma kadar aldı yarağımı amı. Götündeki sert plastik yarağı hissediyordum.

Hareketlenmemle birlikte karımın uzun iniltileri ve yatağın gıcırdaması başladı. Sağ elim götündeki plastik yarakdayken, sol elimi saçlarına attım. Saçına asılıp daha şiddetli pompalamaya başladım. Ben de müthiş zevk alıyordum. Karımın iniltileri kesintisiz devam ediyordu. Az sonra halen elinde tuttuğu amından çıkardığı plastik yarağı yastığına sürttü bir süre ve ardından ağzına aldı. Karımın gene üç deliği dolmuştu aynı anda. Karım boğuk sesler eşliğinde plastik yarağı emip yalarken, ben daha da güçlü şekilde pompalamaya başladım.

Karımın tombul göt yanaklarına çarpan kasıklarımdan şiddetli ‘Şlop, şlop, şlop!’ sesleri gelirken, yatağın gıcırtıları kulak tırmalıyordu. Sikişin zevkiyle kendimizden geçmiştik. O sırada kapının arkasında, uzak ta olsa bir gölge belirdi. Karanlık olduğundan kim olduğunu önce anlayamadım. Ama gölge gittikçe yaklaştı. Buzlu camın arkasındakinin Esra olduğunu anlamam fazla zamanımı almadı. Ablasından az daha kısaydı çünkü. Evet, Esra annesini sikerken bizi dinliyor, izliyordu.

Karımın bundan haberi yoktu bu sırada. O ağzındaki yarağı yalamakla meşguldü, yüzü de duvara dönüktü zaten. Esra’nın orada olması beni daha fazla azdırdı. Karımın amına şiddetle birkaç sefer pompaladım. Karımın iyice açılmış etli amından o ara ‘Zort, zort!’ sesleri geldi. Genişleyen amına giren havanın sesleriydi bunlar. Sağ elimle de plastik yarağı götüne daha da bastırdım. Yarak nerdeyse karımın götünde kaybolmuştu. Boşalmaya gittikçe yaklaşırken iniltilerim çoğaldı. O anda karımı değil de Esra’nın götünü siktiğimi düşündüm. Bunu o da istiyordu.

Aklım Esra’dayken sarsıla sarsıla boşaldım. Bir süre daha karımın amına sokup çıkardım yarağımı. Amından çıktığımda karım da ağzındaki yarağı yalamayı bırakmıştı. Götündeki yarağı dibinden tutup onu da çıkardım yavaşça. Tamamen çıktığında şarap şişesinin ağzından çıkan mantar gibi bir ses geldi. Deliğin ağzı epey bir genişlemişti. Karım kendini yatağa yüz üstü bırakırken, ben de yanına uzandım. Bu sırada camın arkasındaki gölgenin gittiğini gördüm.

Nefes nefese kalmıştık ikimiz de. Bir süre birbirimize sarılı halde uyuduk. Karımın horlamaları başlarken, ben de kalktım. Çişim gelmişti. Külotumu giyindim. Kapıyı açıp banyoya geçerken, kızların kapısının kapalı olduğunu gördüm. Banyo kapısını açmamla birlikte gördüğüm manzara beni şok etti.

Esra çırılçıplak bir halde klozete oturmuş, amını ovalıyordu…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri