Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! (130)

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi 130. Bölüm! (Osman 30 Y., Konya / Türkiye)

Gonca’yı sonunda sikecek olmanın verdiği keyifle Şaheser anneyi almaya gittim. Kapıyı Zarife açtı. Beni görür görmez, “Oo enişte bey hoş geldin!” diyerek yanaklarımdan öptü. Çiçekli uzun ve bol basma bir eteğin üstüne siyah renkli ve üzerine yapışık duran uzun kollu ince bir bluz giymişti. Dolgun memelerini kapatan beyaz sutyeni ince bluzun altında belli oluyordu. Başını desenli bir türbanla arkadan bağlamıştı. Beyaz boynu açıktaydı.

Hemen arkasında karım belirdi. Beni görünce ne kadar sevindiği hemen yüzünde oluşan gülümsemesinden anlaşılıyordu. Başını örtmemişti, kestane rengi saçlarına sanki yeni fön çekmiş gibiydi. Derin V yakalı kısa kollu beyaz bir bluz vardı üstünde. Memelerinin çatalı görünüyordu. Altına ise uzun siyah bir penye etek giymişti. Kalçalarını sıkıyordu etek, geleceğimi bildiği için bu şekilde giyindiği anlaşılıyordu.

Zarife, “Sen geleceksin diye hanımefendi bir heyecanlı bir heyecanlı ki sorma… Sabahtan beri onu mu giysem bunu mu giysem diye konuşup durdu, başımızın etini yedi vallahi!” dedi neşeyle. Zarife’nin bu takılması karımı utandırdı, beyaz yüzü pembeleşti. “Hoş geldin!” dedi utangaç bir genç kız gibi. Zarife, “Al bak, kocan geldi!” diyerek içeri geçince küçük holde baş başa kaldık.

Ayakkabılarımı çıkarıp montumu astım duvara. Sonra da karımı elinden tutup çektim kendime. “Çok mu özledin beni?” dedim gözlerinin içine bakarak. Yutkundu, dudakları titrerken, “Hem de çok!” dedi. Önce yanaklarından sonra dudaklarından öptüm. Etli pembe dudaklarını emdim. Ellerimi götüne atıp avuçladım. Sanki içine külot giymemiş gibiydi, dolgun göt yanaklarını ince penye eteğin altında tüm haşmetiyle hissediyordum. Karımın elleriyse sırtımda geziniyordu.

“Külot giymedin mi?” diye sordum fısıltıyla. “Giydim ama arkası tül, çok ince, onun için anlaşılmıyor!” dedi. Sonra da geriye çekilip, “Güzel olmuş muyum?” diye sordu. “Çok güzelsin, kimin bu üstündekiler, ablanın mı?” diye sorunca, “Evet. Bundan sonra ben de alırım böyle şeyler!” dedi gülümseyerek.

Birlikte salona geçtik. Şaheser anne üçlü koltukta yanında Zarife’nin kaynanasıyla birlikte oturuyordu. Beni görür görmez, “Aslan oğlum gelmiş, aslan damadım gelmiş!” diyerek heyecanla kalktı ayağa. Güçlü kollarıyla beni kendine çekip göğsüne bastırdı. Memeleri hava yastığı gibi şişmiş, göğsüme baskı yaparken yanaklarımı ıslak ıslak öptü.

“Nerdesin oğlum, seni bekliyorum sabahtan beri!” dedi sitem ederek. “İşlerim vardı, onun için geciktim…” dedim. Tek parça mavi renkli desenli bir elbise giymişti. Başını da açık mavi bir şalla genç kızlar gibi bağlamıştı. Önemli bir görüşmeye gideceğimizi bildiğinden böyle giyinmişti Şaheser anne. Yanımda duran karıma dönüp, “Bak şu edepsize, erkeği gelmiş öyle mal gibi duruyo, kız kahve koştur aslanıma çabuk!” dedi adeta kükreyerek. Karım ödü kopmuş halde mutfağa geçerken ben de karşısına oturdum.

Havadan sudan bir süre konuştuk, karımın getirdiği bol köpüklü kahveyi içtim. Kahvem bitince Şaheser anne, “Hadi yavrum, adam bizi bekliyor, gidelim!” deyince beraber kalktık. Şaheser anne pardesüsünü giyinip benden önce dışarı çıkınca karım yanaştı. Fısıltılı bir sesle, “Ne zaman geleceksin?” diye sordu. Yanağından öptüm, “Gelirim bir iki güne, merak etme, ararım seni!” dedim yanıt olarak. Bu sırada Zarife karımın arkasında durmuş imalı bakışlarını üzerimde gezdiriyordu.

Şaheser anne arabaya biner binmez, “Hee yavrum, anlat hele, avradın nasıl?” diye sordu. “İyi, ne olsun…” deyince, “Hele benim salak oğluma bak, yavrum ben onu mu soruyom sana… Nasıl diyom, seni memnun etti mi?” dedi gülerek. Şaheser annenin sorusunun bel altıyla ilgili olduğunu anladım. “İyi iyi, Refiye hünerli kadındır, erkeğini memnun etmesini bilir…” dediğimde, “Bunlar şeher garısı yavrum, ne bilirler adamını memnun etmesini?” dedi kendine has şivesiyle.

İşi makaraya vurup, “Ee, herkes senin gibi eski toprak değil ki!” deyince sevinmiş gibi, “Hee, öyle yavrum öyle!” dedi keyifle. Sonra da elini bacağımın üzerine koydu, “Aslanım, şimdi yeni avradı aldın amma sakın benim kızı da unutmayasın ha… Bak, sen gelecen diye garibim bir o yana döndü bir bu yana… Kızımı boşlama sakın…” dedi elini bacağımın üzerinde gezdirirken. “Onun yeri ayrı onunki ayrı, boşlamam merak etme, Özlem’in yeri başkadır bende!” dedim. Cevabım üzerine, “Hee, sen kızımı memnun et ben de seni edeyim yavrum!” dedi gülerek.

Kısa bir sessizliğin sonrasında, “Benden sana tavsiye yavrum… Bu iki karını da beraber al goynuna… Bir ona bir buna gideceğine ikisini de beraber al ki hem onlar mutlu olsun hemi de sen…” deyince, “Öyle şey olur mu ya?” dedim şaşkınca. “Niye olmasın yavrum, her gece birinin goynunda yatacağına ikisinin goynunda yat… Gençsin, guvvetlisin… İkisinin de pestilini çıkarırsın… Allah’ım belime guvvet ver de, sonra da işine bak… Bir ona bir buna… Allah ne verdiyse… Karı gısmı kıskanç olur yavrum… Yarın öbür gün bunlar birbirine girerler Osman hangimizi daha iyi sikiyo diye… O diyecek beni sikiyo, benim kız diyecek beni sikiyo… Sen ikisini beraber sik ki kendi gözleriyle görsünler… Yoksa bunlar her şeyde anlaşır amma bunda anlaşamazlar yavrum… Hemi de tatlı olur, bir yerine iki amcık sikersin, sefasını sürersin, karıların birbirine düşman değil dost olur, daha çok severler birbirlerini, sana da kul köle olurlar… Sen benim dediğimi yap… Şaheser ananın sözünü dinle…” dedi.

“Ya öyle şey olur mu Şaheser anne, ne derler böyle işe… İkisi de yanaşmaz…” dediğimde tepki göstererek, “Sen gonuştun mu, sordun mu ki böyle diyon yavrum?” dedi gür sesiyle. “Bak, bizim köyde Lokman emmi vardı, bunun da aynı senin gibi iki garısı vardı… Biri ilk garısı yaşlı olan, yaşlı dediysem Lokman emmiyle yaşıt, öbürünü sonradan almıştı genç olanı… Lokman emmi her gece birinin goynunda yatıyodu ilk zamanlar… İlk garısı yaşlı amma güzel kadındı, ikinci o kadar güzel değil amma gencecikti, eti daha taze… Bu ikisi bir gün ha bu dediğim meselede birbirine girmiş saç saça baş başa… Lokman hangimizi daha iyi sikiyo diye kavga etmişler… Lokman emmi de bakmış bu işin altından kalkamayacak, ikisini de birlikte almış yatağa… O günden sonra da öyle sikmiş… Sikişi de daha tatlı olmuş, ha bu ilk garısı benim anamın teyzesinin gızıydı, akrabamızdı… O anlatmış anama… Lokman’ın siki daha guvvetli oldu demiş… Senin de yapacağın bu aslanım… Sikişin de tatlı olur, sikin de guvvetli olur!” dedi nasihatte bulunur gibi.

“Ne bileyim benim aklıma pek yatmadı. Özlem de Refiye de kıskançtır. Böyle bir şeye evet derler mi bilmiyorum?” dediğimde, “Sen hiç merak etme yavrum, benim dediğimi yap, onlar üstüne atlar hemen!” dedi. Refiye de Özlem de lezbiyen ilişki yaşamışlardı. Üstelik Refiye Almanya’da grup seks yapmış bir kadındı. Hem Özlem’le de Kapadokya tatilimizde grup seks yapmıştık. Ve üstelik beni buna ikna eden de o olmuştu.

“Sen dediğimi yap yavrum… Domalt ikisini yan yana… Geç arkalarına… Bir ona sok bir buna… Doya doya, zevkini çıkara çıkara sik ikisini de… Alt alta üst üste… Gönlün nasıl çekiyorsa öyle… İkisi de senin helalindir yavrum… Töremizce de dinimizce de bunun ayıbı günahı yoktur… Karı kısmının erkeğini memnun etmesi kadar erkek kısmı için de geçerli bu yavrum… Sen böyle yapınca hem memnun olurlar hem de aralarında kıskançlık olmaz… Bir dediğini de iki etmezler… Bizim Lokman emmi iki hanımını beraber sikmeye başladıktan sonra ikisi de kul köle olmuştu adama… Peşinden it gibi ayrılmaz olmuşlardı… Lokman emmi ölüp gidince evlenmedi ikisi de… İlk karısı demiş anama “Biz Hüsne’yle birbirimize yeteriz, bize koca gerekmez!” diye. Hüsne bu ikinci karısı… İkisi birlikte yatar olmuş, alışmışlar birbirlerine yavrum… Kadın gadına yaparlarmış bu işi…”

Şaheser anne konuştukça coşmuştu. Bu sözlerinden sonra işi piçliğe vurup, “Sen de gelir misin?” diye sordum. Şaşkınca baktı yüzüme, “Nereye yavrum?” diye sordu. “Sen de katılırsın bize, Refiye’yle Özlem’in ortasına geçersin, sırayla sikerim üçünüzü de. Hem sayı arttıkça zevki de artar!” dediğimde sözlerim çok hoşuna gitti, keyifli bir kahkaha attı. “Hee, sen de az malın gözü değilsin yavrum… Niye olmasın, bakarsın o da olur!” dedi. Sonra da az önceki gibi geçmişten bir örnekle, “Sana anlatmıştım ya yavrum, bizim köyde Hamdi vardı, hem anasını hem gızını sikip gebe bırakmıştı diye… Hamdi hem anasını hem gızını beraber alıyodu goynuna, bi garıyı sikiyodu bi gızını…” dedi devamında.

Konu hakkında daha fazla konuşamadık çünkü müteahhidin yerine gelmiştik. Burası 7-8 katlı tüm cephesi renkli camlarla kaplı büyük bir plazaydı. Binanın camları üzerinde şirketin adı yazıyordu, Kübra Hanımların aile adıydı bu. Ana girişteki güvenlik kiminle görüşeceğimizi sorunca Şaheser anne çantasından müteahhidin kartını çıkarıp uzattı. “Ha bu adamla görüşeceğez yavrum!” dedi bağıra bağıra. Adam bir karta bir de bize baktı, sanki bizi beğenmemiş gibi küçümseyen bir bakıştı bu, ismimizi sordu. Sonra elindeki telsize, “Kadir Beyin misafirleri geldi, Osman Bey ve Şaheser Hanım.” diye konuştu.

Biraz sonra karşı taraftan, “İçeri alın, özel ihtimam gösterin!” yanıtı gelince açık otoparka yönlendirdi beni. Otopark birbirinden lüks arabalarla doluydu. Arabadan inip binanın girişine yürürken Şaheser anne arabalardan birini gösterip, “Aha yavrum sana da bundan alacam!” dedi. “Ya bırak benimle kafa bulmayı!” dedim gülerek. Gösterdiği araba en az 350-400 bin liralıktı. Ancak Şaheser anne çok ciddiydi, “Ne şakası aslanım, hele çıkalım yukarı da anlarsın!” dedi.

Kadir Beyin misafiri olduğumuzdan çok saygılı bir muamele gördük. Takım elbiseli genç bir adam asansöre bindirdi bizi. Sekizinci kata çıktığımızda, asansörün kapısında 25-26 yaşında gösteren, kapalı ama epey makyaj yapmış bir kız karşıladı. “Merhaba, hoş geldiniz, ben Kadir Beyin asistanıyım!” dedi gülümseyerek. Sonra da eliyle işaret ederek, “Şöyle buyurun!” dedi. Uzun bir koridordan geçerken sağ ve sol tarafta camların ardındaki odalarında çalışan kişilerin konuşmalarını duyuyordum. Bunlardan biri de Kübra Hanım ile işyerine gelen Tahir adındaki adamdı.

Kız birkaç adım önümüzde yürüyordu. Üzerine sıktığı bol parfümünün kokusu kaplamıştı koridoru. Üzerinde toprak rengi uzun ama dar bir etekle ceket vardı. Üzerindeki kıyafetin rengine uyan yüksek topuklu yarım bota benzer ayakkabılar giymişti. Başını da koyu mor renkli parlak bir türbanla bağlamıştı. Eteğinin yırtmacı kapalıydı ama dar eteğin altındaki dolgun götünün adım attıkça sallanışlarını görüyordum. Eteğin altından külotunun izi de belli oluyordu.

Sonunda kız bizi koridorun sonunda büyük bir odaya aldı. “Kadir Bey birazdan gelecek. Ne içersiniz, çay kahve?” diye sorunca Şaheser anne, “Gızım sen bize güzel bi çay getir!” dedi. Kız bizi yalnız bırakınca içeri göz gezdirdim. Oldukça pahalı mobilyalarla döşenmişti oda. Kadir Beyin masasının üzerinde birkaç açık dosya ile bir laptop duruyordu. Arkasındaki kitaplığın üzerinde ise kapalı bir kadınla biri erkek biri kız iki çocuğun resimleri vardı. Karısı ve çocuklarıydı belli ki. Bir de yaşlı bir adamın resmi vardı. Büyük ihtimalle babası Durmuş Beydi, aynı zamanda Kübra Hanımın da babasıydı.

Az sonra Kadir Bey geldi. Ellilerinin başında gösteren kısa boylu sağlam yapılı biriydi. Kısa ve kırlaşmış sakalları ona ciddiyet katıyordu. Şık bir takım elbise giymiş ama kravat takmamıştı. Şaheser anneye, “Oo anacım hoş geldin!” dedi gülümseyerek. Şaheser anne, “Hoş gördük Kadir efendi!” dedi keyifle. Sonra da bana dönüp, “Bak, bu benim oğlumdur, bana anlattıklarını ona da anlat. Bizim meseleyi biliyon, benim neyim var neyim yok hepsi oğlum Osman’ın üzerine olacak!” deyince, Kadir Bey, “Senin oğlun var mıydı ki, iki kızın yok mu senin?” dedi şaşkınca.

“Hee, Osman damadımdır, benim küçük kızımın beyidir, amma benim için oğlumdan ötedir. Onun için beraber geldik. Hele sen anlat bakalım. Geçen gonuştuklarımızı söyle…” deyince, Kadir Bey yandaki küçük toplantı masasına oturmamızı istedi. Sonra da projeden, vereceği bloktan ve dairelerden bahsetti uzun uzun.

Ben, “Böyle bir projeye 50 daire az değil mi, 200 daireden 50 tane düşüyor bizim payımıza. Normalde müteahhitler yarı yarıya veriyor!” dediğimde, Şaheser anne araya girip, “Hee, Kadir efendi bak oğlum ne diyo, 50 daire az diyo!” dedi gülerek. Kadir Bey Şaheser anneye baktı, sonra da, “E sen söylemedin mi? Oğlum diyorsun, ama daha adamın haberi yok, söylememişsin bile!” dedi. “Neyi?” diye merakla sordum.

Şaheser anne, “Hee, yavrum, şimdi Kadir efendi bana 50 daire verecek ya, ha bu bizim Hacı’nın yanında gonuştuğumuz. Bundan başka gene verecek!” dediğinde, Kadir Bey araya girerek, “50 daire bu projeden alacaksınız. Bunun haricinde yapacağım bir proje daha var, oradan da 50 daire vereceğim. Yani payınıza 100 daire düşecek. Bu projeden verebileceğim bu kadar. Çünkü büyük ama maliyetli bir iş bu. Daha fazla verirsem ben kar edemem bu işte!” dedi.

Duyduğum haber karşısında yutkundum. 50 daire alacağımızı sanırken birden 50 daire daha ortaya çıkmıştı. “Hee, bu 50 daireyi demedim sana yavrum, çünkü bunlar Hacı’yla benim üstüme olacak. O ilk dediklerim kardeşlerimden kurtarmak için olanlardı. Onlar senin üstüne olacak, amma bu ikinciler bizim üstümüze. Dünya hali ne olur ne olmaz. Bu 50 tanesi sana diğerleri bize. Ben hepsini sana verelim dedim, ama Hacı yanaşmadı o zaman. Hoş biz yarın öbür gün ölüp gidince hepsi gene senle kızlara kalacak yavrum…” dedi Şaheser anne.

“Valla iyi pazarlık yapmışsınız!” dediğimde, Kadir Bey atılıp, “Şaheser anne adamı suya götürür susuz getirir, ağzımdan girdi burnumdan çıktı. Bu zamana kadar böyle pazarlıkçı müşteri hiç görmedim!” dedi kahkahayla. Bahsettiği ilave 50 daireyi ve projeyi anlattı. Bizim projeye yakın bir konumdaydı, ama bu vereceği daireler biraz daha küçük olacaktı. Gene de hiç yoktan 100 daire sahibi olmak vardı işin ucunda.

Oluşan sessizliği fırsat bilip kendimi tanıttım. Direkt konuya girdiğimizden konuşamamıştık. Marketlerine ürün vereceğimizi, yardım kolilerini ve Kübra Hanımı söyledim. Kadir Bey, “Kübra bizim en küçüğümüz, 8 kardeşiz biz, en büyükleri de benim. Ben inşaat işlerine bakıyorum, market işine benim küçük birader bakıyor. Her birimiz bir işin başındayız. Yahu Şaheser ana bak oğlunla iş yapıyormuşuz ama hiç söylemiyorsun!” dedi takılarak.

Şaheser anne, “Hee, Kadir efendi araba ne oldu?” diye sorunca, Kadir Bey, “O kolay, imzaları atalım sözleşmeye, araba hemen kapında, en kolayı o!” dedi. Şaheser annenin araba dediği buydu demek ki. 100 daire haricinde bir de araba alacaktık.

Görüşme sona ererken Kadir Bey, “Babam da tanışmak istiyor sizinle!” dedi. Babasının odası kendi odasının karşısındaydı. Burası daha büyük bir odaydı. Babası Durmuş Bey büyük bir ahşap masanın arkasında oturuyordu. En az yetmiş yaşında belki de daha büyüktü ama sağlıklı görünüyordu. Seyrek ve iyice beyazlamış kısa sakalları vardı. Masasının önündeki büyük bordo koltukta Kübra Hanımın annesi Meryem Hanım bacak bacak üstüne atmış halde oturuyordu.

“Baba sana bahsettiğim Şaheser Hanımla oğlu Osman Bey!” deyince, adam çevik bir hareketle koltuğundan kalktı ve karşıma geldi. Elini uzatınca gayri ihtiyari bir hareketle öpüp başıma koydum. Durmuş Bey bu hareketimden çok hoşlandı. “Aferin evladım, helal süt emdiğin belli oluyor. Şimdiki gençler bir tuhaf. Adama elimi uzatıyorum, pezevenk sanki okul arkadaşıymışım gibi elimi sıkıyor!” dedi.

Meryem Hanım hiç istifini bozmadan bakıyordu bize. Kadir Beye ise hiç bakmamaya dikkat ediyordu, aynı şekilde Kadir Bey de sanki odada Meryem Hanım yokmuş gibi davranıyordu. Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları belliydi. Şaheser anne ile masanın karşısındaki ikili koltuğa otururken Durmuş Bey de karısının yanındaki tekli koltuğa oturdu. Bu sırada Kadir Bey gitmişti.

Durmuş Bey beni soru yağmuruna tutmaya başladı birden. “Kimsin, kimlerdensin, evli misin, çocuğun var mı…” diye başlayan soruların ardı arkası kesilmiyordu. Kendimi tanıtınca, “Bak sen şu kurban olduğum Allah’ın işine!” diyerek karısına döndü. “Yahu bizim Ayşe’nin eski gelini vardı ya hani. Kız bozuk çıktı, anası da Osman diye bir adamın yanında çalışıyordu. Bizim yurttaki kadını göndermiştik ya kızın anasının yerine işe alsın diye, bu Osman o Osman işte!” dediğinde, o ana kadar bizi küçük gören bakışlarla süzen Meryem Hanım, “Öyle mi, memnun oldum!” dedi kaşlarını kaldırıp başını da sallayarak.

Kendisini daha önce mağazada ayaküstü görmüştüm. Birkaç saniyelik bir olaydı o, ama şimdi tam karşımda oturuyordu. Dizlerinin bir karış altına gelen siyah bir elbise giymişti Meryem Hanım. Elbisesinin alt kısmı dantelliydi ve biraz daha uzun gösteriyordu elbiseyi ancak çorapsız, çıplak ve beyaz etli bacaklarını sadece ince bir tül gibi örtüyor, kapatmıyordu. Kaymak gibiydi bacakları. Karşısında yabancı bir erkek olarak bulunduğum halde bacak bacak üstüne atmış şekilde oturmaya devam ediyordu. Üstünde beyaz, kolları püsküllü bir ceket vardı. Başını siyah beyaz desenli bir türbanla bağlamıştı. Her iki yüzük parmağında büyük ve parlak pırlanta yüzükler, bileklerindeyse sarı sarı kalın bilezikler vardı. Kısa tırnaklarına bordo oje sürülmüştü. Etli dudaklarına ise kırmızı ruj sürmüştü. Bembeyaz yüzü tavandan vuran ışığın altında parlıyordu. Burnu açık yüksek topuklu siyah ayakkabılar vardı ayağında. Ayak tırnakları da ellerininki gibi bordo ojeliydi. Her haliyle çok güzel, alımlı ve çekici bir kadındı. Ama bu sıradan bir güzellik değildi. Sanki Meryem Hanım sokaktaki herhangi güzel bir kadın değil de, eski bir manken yada film yıldızı gibiydi. Kendine has bir albenisi, çekiciliği vardı. Yemyeşil gözleri beni daha yakından tanımak istiyormuş gibi üzerimde geziniyordu. Beni mağazada gördüğünü hatırlamamıştı Meryem Hanım.

Durmuş Bey ile aralarında en az 20 yaş fark vardı. Çok rahat belli oluyordu bu. Onunla parası için evlendiğine emindim. Kadir Bey ile aralarında ise yaş farkı yok gibiydi, belki de Kadir Bey ondan büyüktü. Kadir Bey Meryem Hanımı servet avcısı olarak görüyor, babasıyla parası için evlendiğini düşünüyor ve ondan hoşlanmıyordu, aynı şekilde Meryem Hanım da ondan uzak duruyordu. Her şey o kadar açıktı ki, bunu fark etmemek mümkün değildi.

“Ayşe benim halamın kızıdır. Onun oğlu bir kızı sevmişti, senin yanında çalışan kadının kızını. Kız af buyurun patlak çıkmış. Bikrini izale ettirmiş başkasına, kendini de kız oğlan kız diye yutturacak aklı sıra…” derken sustu, sonra da, “Sen biliyor muydun evladım bunu?” diye sordu Durmuş Bey. Başımı sallayarak, “Biliyorum!” dedim.

“Allah bizi öyle insanlardan uzak etsin, onları da ıslah etsin. Bu nasıl iştir yahu? Kızdaki cesarete bak. Hem başkasıyla düşüp kalkıyor, kendini bozduruyor sonra da namusluyum diye kendini pazarlıyor. Böyle rezillik kepazelik olur mu? Bunun anası da zaten sağlam pabuç değilmiş, Ayşe onu da anlattı bana geldiğinde. Benden yardımcı olmamı istedi, sonra seni söyledi. Osman dürüst namuslu bir adamdır, ona işlerinde yardımcı olun deyince, ben de dedim o zaman bizim için o kadını işten atsın, biz de ona iş verelim dedim. Seni bana Ayşe söylemişti. Demek kader bu şekilde örmüş ağlarını ki, seninle hem o türlü hem de bu şekilde tanışmış olduk!” dedi yaşına inat beyaz porselen dişlerini göstererek.

Semanur’u Cem’den başka siken bendim, ayrıca annesi Dilber’i de sikmiştim. Üstelik bebeğini aldırması için daha buraya gelmeden önce yüklü bir para vermiştim. Oysa şimdi Durmuş Bey karşımda durmuş Semanur ve annesi hakkında ağzına geleni söylüyordu. Ayrıca bana bu işi bağlayan, bu insanlarla beni tanıştıranın da Ayşe Hanım olduğunu öğreniyordum. Uzun zamandır kafamı kurcalayan, merak ettiğim sorunun cevabını bulmuştum sonunda.

Durmuş Bey ara ara Şaheser anneye dönüyor, ona köyle ilgili sorular soruyordu. “Köy hayatını çok severim. Çiftliğim var benim de, hafta sonları fırsat buldukça giderim. İçinde inek, koyun, keçi, at, tavuklar ne ararsan var. Benim yoğurdum, peynirim, yumurtam hep oradan gelir…” derken, Şaheser anne Durmuş Beyin söylediklerinden çok karşısındaki Meryem Hanımla ilgileniyordu. Kadının süslü ve kodaman hali daha çok dikkatini çekiyordu.

Sonunda görüşmemiz sona erince Durmuş Beyin elini öptüm yine. Omzuma vurarak, “El öpenlerin çok olsun evladım, İnşallah seninle daha çok işler yapacağız. Ne zaman başın sıkışırsa gel yanıma, hiç çekinme!” dedi. Halen koltuğunda oturmaya devam eden Meryem Hanım ise, “Tanıştığımıza memnun oldum!” dedi gülümseyerek.

Şaheser anne ile geldiğimiz gibi aşağı indik. Kapıdan çıkarken, “Hele kadının oturuşuna bak. Karşısında elin adamı var, insan bir toparlanır be. Başını örtmüş, ama bacaklarını açmış haspam, tövbe tövbe!” dedi başını sallayarak. “Bunlar para babası Şaheser anne. Senin benim gibi değiller!” dediğimde, “Hee, görmüyon mu yavrum, kapısında bir sürü iti var baksana!” dedi karşımızdaki güvenlikçiyi işaret ederek. Neyse ki adam duymamıştı bu sözleri.

Arabaya bindik. Saat 14:00’ü geçiyordu. “Acıktın mı?” diye sordum. “Hee, acıktım yavrum. Hele güzel bi yere götür beni de yemek yiyek beraber!” dedi neşeyle. Lüks sayılacak lezzetli yemekleri olan bir restorana doğru sürmeye başladım arabayı. Şaheser anne, “Hee, yavrum, bak ben sözlerimi tutuyom… Sen de verdiğin sözü tutacaksın!” deyince, “Ne sözü?” dedim merakla.

“Resmi nikâh olacak ya yavrum, kızıma resmi nikâh yapacaksın ki bu işler tamam olsun. En başında konuştuk ya aslanım, unuttun mu?” dedi. “Yok, unutur muyum, aklımda. Yalnız bu nikâh işleri filan olunca aklım biraz karışık bu aralar!” dedim. Özlem’le resmi olarak evlenecektim 50 daireyi alabilmek için. Şaheser anne işlerin hallolması için diyordu, ama gerçekte resmi nikâhı şantaj malzemesi olarak kullanıyor, beni bununla tehdit ediyordu. Resmi nikâh yapmazsam daireleri üzerime yapmayacaktı.

“Uygun bir zamanda nikâh günü alırım. Bu işi hallederiz!” dediğimde, “Aslan oğlum benim, gurban olurum sana. Sen beni üzme ki ben de seni üzmeyeyim yavrum, her şey garşılıklı!” dedi sırıtarak. “Estağfurullah, seni üzmek ne haddimize, olur mu öyle şey!” dedim gülerek.

Şaheser annenin keyfi yerine gelmişti. “Ne diyodum önceden yavrum… Ha, benim kızı boşlama sakın… Bak sana çok düşkün o, sen şimdi o karının koynuna giriyon diye içi içini yiyo… Kendini paralıyo… Sen kızımı boşlama, onun gönlünü hoş et ki ben de seni hoş edeyim… Bu daireler maireler daha bir şey değil yavrum… Köyde bir dünya davarımız vardı, sattırdım bunları Hacı’ya, dedim ya sana daha önceden… Hacı o paraları yatırdı bankaya, faiziyle beraber epey tuttu şimdi… Boşta duran, başkasına kiraladığımız tarlalar var bir sürü… Hacı bunları da elden çıkarmak istiyor… Alıcısı da var… Para da anlaşırsa satacak bunları da… Sen yavrumu üzmezsen ben de seni üzmem yavrum, o paraları da veririm sana… İşini büyüt, daha büyük yer aç, daha çok adam çalıştır yavrum…”

“Sen bana rahmetli dayından hatırasın… Ben çok sevdim onu, Allah var, o da beni çok sevdi, amma kader birleştirmedi bizi yavrum… Dün gece uzun uzun düşündüm, aklım eski zamana gitti… Bizim Özlem’in doğumuna gitti aklım… Dedim ya, o zamanlar hem dayın hem Hacı sikiyodu beni, Özlem hangisinden oldu bilmiyom diye… Hee, onu düşündüm yavrum, seneler sonra düşünesim geldi bunları…”

“Aklımca hesap ettim kitap ettim yavrum… Bizim Özlem’in babası senin dayındır… Hacı değil, onu iyice belledim artık… Özlem’e gebe kaldığım zamanlarda kim beni daha çok sikmişti diye düşününce bu çıktı ortaya aslanım… Hacı’ya o aralar bizim koçlardan biri kafa atmıştı, ha bu kasığına yakın bir yere de siki kalkmamıştı bir zaman… Sonra sonra düşününce hatırladım… Hem Hacı’nın kanı da tutmuyo kızınkini… Kaşı gözü her şeyi başka, Zarife babasının kopyası, amma Özlem’le hiç ilgisi yok…” dedi.

Sözleri bittiğinde, “Doğru mu bunlar, yani Özlem benim dayımın kızı mı? Öz dayımın kızı mı şimdi?” dedim heyecanla. “Hee, yavrum, dayının öz be öz kızıdır!” dedi başını evet anlamında sallayarak. İlk söylediğinde muhtemel görünen şey şimdi gerçek çıkmıştı, karım dayımın kızıydı. Özlem ilk önce amcaoğlunun karısı, yani yengem olmuştu. Amcaoğlum ölünceyse karım ve şimdi de dayımın kızı…

“Sen de benim bir yerde damadım değil, oğlumsun yavrum… Sana bakınca dayın geliyor aklıma… Onun için benim bu zamandan sonra neyim var neyim yoksa senindir yavrum…” dedi. Bunları söylerken gözleri buğulanmıştı. “Yalnız bu aramızda kalacak yavrum. Heç kimseler bilmeyecek. Özlem’e bile söyleme. Ben ölüp gitsem bile söyleme sakın. Sadece sen ve ben, tamam mı yavrum?” diye tembihte bulunmayı ihmal etmedi.

“Bu haftasonu köye gidecem. Sen beni götürür müsün, otobüsler yoruyo beni…” deyince, “Götürürüm, ne demek!” dedim. Vereceği onca paraya, zenginliğe karşılık onu köye götürmem yardım anlamında koca gölde bir damla bile etmezdi.

“İşlerini hallettin mi ki?” dediğimdeyse, “Hee, çok şükür yavrum, hallettim sayılır. Kalanı da öbür gelişimde yaparım artık. Krem işe yaradı, bu götümdeki yara da azaldı epeyce. Hacı aradı, özlemiş beni!” dedi neşeyle. “E kaç senelik karısısın, özlemiştir tabii ki!” dedim kahkahayla. “En çok da seni görmek istiyo Hacı… Damadımı getir göreyim diyo durmadan… Beraber Özlem’i de alırız gideriz yavrum…” dedi.

Restoranda güzel bir yemek yedik. Şaheser annenin keyfi iyice yerine gelmişti artık. Yemeğin sonunda kahvelerimizi içerken benden sigara istedi. Üst üste iki sigarayı son nefesine kadar içtikten sonra kalktık. Yeniden arabaya bindik. Zarife’nin evine giderken elini bacağıma atarak, “Hee, yavrum bu işlerde kızımı boşlama deyip duruyom, amma beni de sakın boşlamayasın ha ona göre!” dedi gülerek. “Senin tadını aldım bir kere, boşlar mıyım hiç!” dedim işi piçliğe vurup. Cevabıma çok sevindi. “Şaheser anan cömerttir yavrum, yeter ki sen onu memnun et!” dedi yanıt olarak.

Zarife’nin evinin önüne gelmiştim sonunda. Şaheser anne içeri davet etti, ama işim olduğunu söyleyince ısrar etmedi. Yanaklarımdan ıslak ıslak öptükten sonra indi. Artık eve yani Refiye’nin yanına gitmemin vakti gelmişti. Beraber Simge adındaki kadının yanına gidecektik.

Yolda çiçekçiye uğrayıp güzel ve en pahalısından bir buket yaptırdım. İlave olarak da güzel bir paket çikolata aldım. Aysel’in demesine bakılırsa Refiye beni affetmişti, ama gene de içimde endişe vardı. Bunun haricinde karımın dayımın kızı olması daha büyük bir haberdi. Rahmetli dayım çocuğunun olmamasına çok üzülmüştü hayatı boyu. Ama gerçekte bir kızı vardı ve o benim karımdı. Özlem’le hem karı koca, hem de dayı hala çocuğuydum…

Evin önüne gelip park ettim. Çiçek ve çikolatayı alıp bindim asansöre. Çok heyecanlıydım. Nasıl bir yüz ve tavırla karşılaşacağımı bilmiyordum. Tedirgin bir halde zile bastım. Az sonra içerden ayak sesleri geldi, peşinden de kapı açıldı. Refiye’yi görmeyi beklerken karşımda Emel belirince şaşırdım.

“Merhaba, nasılsınız?” dedim titreyen sesimle. Elimdekilere göz attı, “Teşekkür ederim, hoş geldiniz, buyurun!” dedi kenara çekilerek. Ben içeri geçerken kapıyı kapattı. “Refiye yukarda yatak odasında…” dedi. “Ben onun yanına gideyim o zaman…” dedim utangaçça. Elimde çiçek ve çikolatayla görmesi utanmama sebep olsa da yapacak bir şeyim yoktu. Emel gülümsüyordu, ama benimle alay ettiği için mi, yoksa bu davranışım hoşuna gittiği için mi anlayamadım.

Sessiz adımlarla yukarı çıktım. Kalbimin atışları daha da şiddetlenmişti şimdi. Yatak odasının kapısı kapalıydı. Kapıya vurdum iki kez, “Refiye benim!” dediğimde, içerden, “Gelsene aşkım!” diyen Refiye’nin sıcak sesi geldi karşılık olarak. Kapıyı açıp içeri geçtiğimde Refiye makyaj aynasının önünde oturmuş makyaj yapıyordu. Beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı, önce durdu bir süre, sanki bir şey söyleyecek gibi oldu, ama sonra hızlı adımlarla gelip boynuma sarıldı. “Bir daha böyle şeyler yapma!” dedi ağlamaklı bir sesle.

Elimde çiçek ve çikolatayla kalmıştım, komik bir durumdaydım. “Tamam, bir daha böyle şeyler olmayacak. Ben seni çok seviyorum, her şey için özür dilerim!” dedim. Yanaklarımdan öptü. Gözleri nemlenmişti. “Ağlama bak, makyajın bozulacak!” dediğimde, “Tamam!” dedi gülerek. Elimdekileri aldı, çiçekleri kokladı uzun uzun. “Seni çok seviyorum, her şeyden çok seviyorum. Birbirimizi bir daha hiç üzmeyelim, olur mu?” deyinceyse sarıldım, “Tamam, bir daha hiç birbirimizi üzmeyeceğiz!” dedim.

Sonrasında etli dudaklarına yumuldum. Refiye benden daha istekli halde öpüşüyordu. Dudaklarımı emiyor, ısırıyordu. Ellerimi götüne attım, göt yanaklarını sıktım, okşadım. Ardından ayak bileklerine inen pileli bordo kadife eteğini yukarı sıyırıp ellerimi altına soktum. Çorapsız bacaklarını, dolgun kalçalarını okşarken götünü avuçladım. Altına tanga külot giymişti. Külotun ipli arkası göt yanaklarının arasında kaybolmuştu. Başını örtmemişti, yanaklarını, çıplak boynunu öperken, “Çok özledim seni!” diyordum.

Refiye boynunu daha rahat öpebilmem için başını yukarı kaldırmış, sağa sola oynatıyordu. Elleri sırtımda geziniyor, bir taraftan da, “Ben de!” diyordu fısıltıyla. Yarağım sertleşmişti iyice. Beyaz gömleğinin altındaki dolgun memeleri göğsüme baskı yapıyordu. Gömleğinin açık üst düğmelerinin arasından beyaz koynunu öperken o da saçlarımı çekiyordu. Ama sonunda daha fazla ileri gitmeme mani olmak için, “Tamam, kendini geceye sakla. Emel aşağıda!” dedi fısıltılı bir sesle.

Başımı kaldırdım. “Niye geldi o?” diye sordum. Ama aslında sabahtan beri Refiye’nin yanında olduğunu biliyordum. Aysel’in evinden çıktıktan sonra ayrılmamışlardı. Bu arada pantolonumun önündeki şişkinliği fark etmişti Refiye, kıkır kıkır gülerken, “Ben çağırdım. Akşama yemek vereceğim. Kardeşlerim gelecek çocuklarıyla. Emel hamarat kadındır, çok da güzel yemekler, mezeler yapar. Biz dışardayken o da yemek işini halledecek!” dedi.

Gömleğinin üst düğmelerini ilikledi. İnce gömleğinin altındaki siyah sutyeni belli oluyordu. “Böyle mi geleceksin sen?” dediğimde, “Saçmalama, tabi ki hayır!” dedi beni azarlar gibi. “Hadi sen banyo yap, teke gibi kokuyorsun!” deyince, “Ne tekesi?” dedim. Koltuk altlarımı kokladım, burnuma her hangi bir koku gelmedi. “Kokmuyorum, yalan söyleme!” dediğimde, “Ben kokuyorsun dediysem kokuyorsundur. Hadi, gir yıkan. Ben sana yeni kıyafet ayarlarım!” dedi.

“Nereye gideceğimizi biliyorsun değil mi?” diye sorunca, “Merak etme biliyorum, Aysel kafama vura vura söyledi iyice anlamam için!” dedim gülerek. Ardından bakışları önünde soyundum, çırılçıplak kaldım. Yarağım halen sertliğini koruyordu. Refiye yarağıma baktı yutkunarak, “Hadi gir yıkan!” deyince, “Çok azdım, beni böyle bırakma!” dedim yarağımı sıvazlayarak. “Delirdin mi, kadın aşağıda!” dediğindeyse, “Bari ağzına al biraz!” dedim. Önce itiraz edecek gibi oldu, ama kendisi de bu duruma daha fazla kayıtsız kalamadığı için önümde dizlerinin üzerinde çömeldi.

Yarağımı nazikçe tutup ağzına aldı. O an gözlerimi kapadım, büyük bir keyif dalgası her yanımı sardı. Buraya gelirken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, ama şimdi karım Refiye bana güzel bir sakso çekiyordu. Aysel’in dediği doğru çıkmıştı, Refiye beni gerçekten de affetmişti.

Sol elimi belime atarken, sağ elimle de kestane rengi dalgalı saçlarını okşuyordum. Refiye ilk anda usulca başladığı saksosunu saniyeler ilerledikçe hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştı. İki elini göt yanaklarıma atmış halde yarağımı dibine kadar ağzına alıyor, emiyor ve kafasını dilliyordu. İyice şişmiş taşaklarımı da löp bir yumurta gibi alıyordu ağzına. Bu sırada gözleriyle de beni izliyordu. “Çok güzel, canım karım, çok seviyorum seni, devam et!” dedikçe cesaretleniyor ve daha da arzulu ve iştahlı halde sakso çekiyordu. Saksonun arasında, “Adetim kesildi!” dediğinde benim için çok mutlu bir haber vermiş oldu.

Refiye’nin saksosu böyle devam ederse ağzına boşalacaktım. O nedenle, “Bu böyle olmayacak, geç şöyle domal!” dedim. Refiye bu kez itiraz etmedi, hızlıca doğrulup kalktı ve yatağın üzerine çıktı, ellerini koyup köpek gibi domaldı.

Hemen arkasına geçtim, eteğini sıyırdım beline. Siyah tangasını da aşağı sıyırdım. Ellerimle göt yanaklarını hızlıca ayırdığımda yarma şeftaliye benzeyen iyice ıslanmış amı çıktı ortaya. Yarağım zaten kazık gibiydi, Refiye’nin sikilmeye aç ve hazır amına soktum hızlıca. Deli gibi pompalamaya başladım. O anda Refiye de inliyordu, fısıltılı sesiyle, “Sik sik, oh aşkımm, sik, ohhh, sik!” deyip duruyordu. Başını yana çevirmiş bana bakmaya çalışıyordu aynı zamanda. Ellerim göt yanaklarındaydı, onları sıkıp yoğururken var gücümle de amına pompalıyor, deli gibi sikiyordum.

Kasıklarım ve taşaklarım Refiye’nin dolgun göt yanaklarına, kasıklarına çarpıyor, geniş yatak odasının içini sikişimizin sesleri dolduruyordu. Ancak Refiye, “Yavaş ol, kadın aşağıda!” dedi bu sırada. Çıkan yoğun seslerden tedirgin olmuştu. Mecburen biraz yavaşladım. Ancak kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bembeyaz göt yanakları löpürdüyordu yarak darbelerimle. Amının içi fırın gibi sıcak, yağ sürülmüş gibi kaygandı ve yarağım içinde gidip geldikçe aldığım zevk katlanarak çoğalıyordu.

Odanın ortasındaydık. Kapı kilitli değildi, Emel birden içeri girse bizi bu halde bulacaktı, ama ikimizin de artık dayanacak gücü ve sabrı kalmamıştı. Boşalmaya yaklaşıyordum, biraz olsun gecikebilmek için çıkardım yarağımı amından. O an Refiye, “Sok şunu hadi!” dedi büyük bir şehvetle. “Yavaş ol!” dedim fısıldayarak. Yarağımı göt yarığında gezdirdim bir süre, hafif kıllı göt deliğine bastırdım kafasını.

Ancak Refiye, “Hadisene, kadın aşağıda, her an gelebilir!” dedi korkuyla. “Tamam, sakin ol!” dedim, ama ben de Emel’in aşağıda olmasından dolayı tedirgindim. Yarağımı ayrık duran amına soktum tekrar, birkaç kez sokup çıkardıktan sonra, Refiye, “Az dur!” dedi. Yarağım amında olduğu haldeyken Refiye götünü sağa sola oynatmaya başladı. Aldığım zevkle gözlerimi kapadım, ellerimi belime attım ve kendimi serbest bıraktım. Refiye zevkle inlerken götünü oynatıyordu durmadan. Yarağım amının duvarlarına sürtünüyor, içinde ileri geri sağa sola oynuyordu onun bu hareketleriyle. Aldığı zevk de çoğalıyordu.

Ama daha fazla bu şekilde kalamadım. Ellerimi beline attım ve onu kendime çekerek sert şekilde sikmeye başladım. Var gücümle pompalıyor, amına yükleniyordum. Çıkan ‘Şlop şlop şlop!’ seslerine aldırmadan sikiyordum ikinci karımı. Refiye de bu sesleri unutmuş, kendini sikişin zevkine kaptırmış, “Uhhh, ayyy, ohhhh, ımmm, ahhh!” sesleri eşliğinde inliyordu. Refiye’nin yağlı amı yarağımı vakum gibi çekiyordu içine.

Saniyeler ilerlerken zevk dalgası ile vücudum titremeye, sarsılmaya başladı. Sonunda boşalmıştım. Refiye’nin amına döllerim akarken kalbimin sert atışlarını boyun damarlarımda hissediyordum. Refiye’nin beyaz göt yanakları kızarmıştı, kasıklarım da öyleydi.

Yarağımı çıkardığımda amının zevk sıvıları ile birleşen döllerim amından kasıklarına akıyordu. “Huhhh!” diye derin bir nefes alıp verdikten sonra doğrulup ayağa kalktı. “Ben yıkanırsam olmaz, ama sen gir yıkan hemen. Ben de hazırlanayım, kadın işkillenmesin!” dedi ve makyaj masasından aldığı ıslak bir mendille amını silip tangasını giyindi hızlıca. “Hadisene, ne bekliyorsun?” dedi gözlerini açarak. Sonrasındaysa, “Ha Osman, aman ha, ne Emel ne de kardeşlerim bizim kavga ettiğimizi bilmiyor ona göre. Emel senin sabah işe gittiğini sanıyor, aman gözünü seveyim dikkat et, belli etme bir şey!” deyince, “Tamam, merak etme sen!” dedim. Refiye hazırlanırken ben de banyoya girdim.

Sıcak suyun altında güzelce yıkandım. Keyfim yerine gelmişti. Refiye ile barışmıştım. Şaheser anne sayesinde 50 dairenin ve lüks bir arabanın sahibi olacaktım. Ama bunun ön şartı Özlem ile resmi nikâh yapmamdı. Buna Refiye ne cevap verecekti kim bilir? Pek itiraz edeceğini sanmasam da gene de emin olamıyordum.

Banyodan çıktım, Refiye odada yoktu. Hazırladığı kıyafetlerimi yatağın üzerine bırakmıştı. Gene birbirinden şık ve pahalı şeylerdi bunlar. Refiye zevkli bir kadındı ne de olsa. Aşağı indim. Emel ve Refiye mutfaktaydı. Ocağın üzerinde kaynayan tencereden ve fırından güzel kokular yükseliyor, birbirine karışıyordu. Refiye beni görünce kaş göz işareti yaptı, dikkat edip pot kırmamam için. Emel ise biraz tedirgin olmuş gibiydi, “Akşam için hazırlık yapıyoruz!” dedi gülümseyerek.

Eve geldiğimde üzerinde uzun kollu açık mavi bir gömlek vardı, ama şimdi gömleği çıkartmış, siyah renkli kolsuz ve boğazlı bir tişörtle kalmıştı. Yuvarlak omuzları, biçimli, beyaz ve tüysüz kolları tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Altına ayak bileklerine gelen mavi renkli daracık bir kot pantolon giymişti. Tişört göbeğinin ancak bir iki parmak altına geliyordu, dar pantolonun sıkılaştırıp tüm hatlarını ortaya çıkardığı götü sere serpe karşımdaydı. Pantolon üzerinde adeta tayt gibi durduğundan, bacakları, kalçaları ve kasıklarını meydana çıkartmıştı. Götünün biçimli yanaklarının hareket ettikçe sallanışlarını gözümün ucuyla izliyordum. Pantolonu gibi dar olan boğazlı kolsuz tişörtü ise memelerini ortaya çıkarmış, iyice belli ediyordu. Başını açık yeşil penye bir bone ile sıkıca bağlamıştı. Yaşına rağmen güzel bir fiziği vardı Emel’in. Ve artık kocasından boşanacak, Konya da yaşayacak, devamlı yakınımızda olacaktı. O an Aysel’in sözleri geldi aklıma. Emel de beraber olduğum kadınlar kervanına katılacak mıydı?

“Hazırsan çıkalım hayatım!” dedi Refiye elini lavaboda yıkadıktan sonra. “Tamam, çıkalım!” dedim. Refiye Emel’i yanaklarından öperken, “Aman bak ev sana emanet, kız kardeşlerimin çocukları yaramazdır, gelirlerse uslu dursunlar. Sen söyle uslu durursanız teyzeniz size hediyeler alacak de. Onlar ancak öyle durur!” dedi gülerek. Emel ise, “Tamam, sen hiç merak etme, ben her şeyi hallederim!” dedi karşılığında. Sonra bana dönüp, “Geçmiş olsun!” deyince şaşırdım, o ara Refiye bana işaret eder gibi gülümseyince, “Ha, şey, teşekkür ederim, kolay gelsin!” dedim.

Refiye yüksek topuklu siyah ayakkabılarını giyindi önce. Vestiyerde duran siyah renkli fermuarlı feracesini giydi daha sonra. Başını eteği ile aynı renkte kadife bir şalla bağlamıştı. Her zaman sevdiğim meyve aromalı parfümünden cömertçe sıkmıştı üzerine. Asansörde, “Bizim evlilik danışmanına gittiğimizi bilmiyor. Ona söylemedim. Seninle dişçiye gittiğimizi sanıyor. Aysel Hanım ne söyledi sana?” diye sordu merakla. “Bir şey demedi. İşte Simge diye bir kadın varmış, danışmanmış, ona gidin konuşun dedi!” dedim yanıt olarak.

Arabaya binince, “Orada her şeyi açık açık konuşalım, kadın sana soru sorarsa hiç çekinme, yalan söyleme. Neyse gerçek onu söyle. Ben araştırdım bu kadın gerçekten işinin ehliymiş, televizyona falan da çıkmış, gazetelerde yazıları çıkmış, kendi internet sitesi de var!” dedi. Sonrasında akşamki davet ve hazırlanan yemekleri uzun uzun anlattı.

Simge Hanımın yeri büyük bir işmerkezinin dördüncü katındaydı. Zile bastık, az sonra kapıyı genç bir kız açtı. Refiye randevumuz olduğunu söyledi, kız bilgisayara baktı, “Evet, biraz bekleyin lütfen, Simge Hanım içerde, görüşmesi var!” dedi nazikçe. İçerisi oldukça lüks döşenmişti, Simge Hanım bayağı iyi kazanıyordu anlaşılan.

Çaylarımızı içerken en az 20 dakika bekledik. Sonunda arka tarafta bir kapı açıldı. Bir kadının, “Dediklerimi söyleyin kendisine, bir dahakine beraber gelirsiniz!” diyen sesi geldi. Bu sözleri, “Çok teşekkür ederim, zahmet etmeyin ben giderim!” diyen başka bir kadının sesi izledi. Ancak bu ikinci ses bana yabancı gelmedi. Tanıdık bir kadının sesiydi bu.

Refiye, “Hadi kalkalım!” derken Ayşe Hanım göründü. Bugün bahsi çokça geçen Semanur’un eski kayınvalidesinin ta kendisiydi. Başı öne eğikti, ama önümüzden geçerken yan gözle ufak bir bakış attı bize. O anda da beni fark etti. Duracak gibi oldu, ama yanımda bir kadının yani Refiye’nin olduğunu görünce yoluna devam etti. Bizi karşılayan kıza, “İyi günler!” dedi gülümseyerek, ardından kapıyı açıp çıktı.

Simge Hanıma sadece biz değil, Ayşe Hanım da geliyordu demek ki. Onunda mı evliliğinde problemler vardı? Yada başka bir şey için mi gelmişti? O sırada kız, “Buyurun, içeri geçebilirsiniz!” deyince, birlikte meşhur Simge Hanımın odasına geçtik…

[Osman]

Ah Bu Töreler Seks Hikayesi! Tüm Bölümleri

18+ YASAL UYARI:
Ah Bu Töreler Seks Hikayesi sitesi 18 yaşından büyükler içindir! 18 yaşından küçük iseniz
ve bulunduğunuz ülkede Seks Hikayesi okumak kanunen yasak ise, bu siteyi derhal terkediniz!